HİLÂLLER
Bazı rivayetlere göre yukarda değindiğimiz
gibi müslümanlar, Peygamberimize (salât ve selâm üzerine
olsun) hilâllerin belirme, gelişme ve tekrar eksilme
sebebinin ne olduğunu sormuşlardı. Diğer
bazı rivayetlere göre müslümanlar, Peygamberimize "Ya
Resulallah, hilâller niçin yaratıldı?" sorusunu
sormuşlardı. Sorunun bu ikinci şekli, soruya
verilen cevabın karakterine daha uygun düşer.
Çünkü yüce Allah Peygamberimize "De ki; onlar
insanlar ve Hacc için zaman ölçüsüdürler" buyurmuştur.
Evet, hilâller, insanlar için gerek Hacc yolculuğuna
çıkmaları ve ihrama girmeleri, gerek oruca
başlamaları ve oruç bozmaları, gerek evlenmeleri,
boşanmaları ve boşanma sonrasındaki bekleme
süreleri, gerek alış-verişleri, ticaretleri ve
borç vadeleri, kısaca hem ibadet ve hem de diğer dünya
işleri konusunda birer zaman ölçüsüdürler.
Bu cevap ister muhtemel sorunun birinci şekline ister
ikinci biçimine karşılık olsun her iki durumda
da soyut teorik bilime değil, müslümanların gündelik
pratik hayatlarına yönelik bir açıklamadır. Bu
açıklama, müslümanlara hilâllerin pratik hayatlarındaki
fonksiyonunu anlatıyor; onlara Ay'ın astronomik rolünden
ve bu rolünü nasıl yerine getirdiğinden sözetmiyor.
Oysa böyle bir açıklama "Ay, niçin hilâl
biçiminde görünüyor?" sorusunun kapsamına dahildir.
Bunun yanısıra bu cevapta Ayın, güneş
sistemindeki fonksiyonunu ya da uzayda bulunan gezegenlerin
hareket dengesi bakımından yüklendiği rolü de
anlatmıyor, ki, böyle bir açıklama "Yüce Allah
Ayı niçin yarattı?" sorusunun kapsamına
girer. Peki, o halde cevap verirken benimsenen bu
doğrultunun ortaya koyduğu düşünce yaklaşımı
nedir?
Belirli bir düşünce, belirli bir sosyal düzen,
belirli bir toplum kurmayı amaçlayan Kur'an-ı Kerim,
yeryüzünde insanlığın önderliği hususunda
özel bir rol oynayacak olan yeni bir ümmet ortaya çıkarmak
istiyordu. Bu ümmet, daha önceki toplumlar arasında
eşi bulunmayan orjinal bir örnek oluşturacak, daha
önce eşi görülmemiş, orjinal bir hayat
yaşatacak, bu hayatın dünyada temel kurallarını
yerleştirecek ve insanlığı bu hayat
tarzı doğrultusunda yönetecekti.
Bu soruya "bilimsel" bir cevap verilmiş
olsaydı soruyu soranlara astronomi alanında teorik bir
bilgi sağlayabilirdi. Yalnız bu da o günün insanlarının
bu daldaki bilgi birikimleri kıt olduğu için
verilecek bilgiyi kavrayabilmelerine bağlı idi.
Öteyandan o günkü insanların böyle bir bilgiyi
kavrayabilecekleri çok şüpheliydi. Çünkü bu türden
bir teorik bilgi uzun ön açıklamalar gerektirirdi ki,
bunlar o çağın mantık düzeyine göre hayli
karmaşık sayılırdı.
Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim,
insanlığın henüz algılamaya hazır
olmadığı ve birinci derecedeki fonksiyonu
bakımından fazla bir fayda sağlamayacak olan böyle
bir cevap vermeyi uygun bulmadı. Zaten Kur'an, şartlar
ne olursa olsun, hiçbir zaman bu tür bir cevabın
alanı değildir. Çünkü Kur'an, bu tür ayrıntılı
bilgilerden çok daha önemli bir görevi yerine getirmek için
gelmiştir. Kur'an-ı Kerim ne bazı saf
bağlılarının sayfaları arasında
aramaya kalkıştıkları ve ne de onun pozitif
bilimlere karşı olduğunu ileri süren bazı düşmanlarının,
ayetleri arasında maksatlı iddialarını
belgeleyecek bir ipucu yakalamaya
uğraştıkları bir astronomi, bir kimya ya da
bir tıp bilimi kitabı olsun diye gelmiş
değildir.
Sözünü ettiğimiz her iki zıt girişim de bu
kutsal kitabın karakteri, görevi ve bilgi alanı
konusundaki bir yanlış anlamanın göstergesidir.
Onun ilgi ve bilgi alanı insan psikolojisi ve insan
hayatıdır. Kur'an-ı Kerim'in görevi; varlık
alemi ve bu alemle yaratıcısı arasındaki
ilişki hakkında, insanın bu varlık alemi için
: deki konumu ve yaratıcısı ile arasındaki
ilişki konusunda zihinlerde genel bir düşünce oluşturmak;
bu düşünceye dayanan ve insana akıl yeteneği
dahil olmak üzere bütün yeteneklerini ve enerji birikimlerini
kullanma imkânı sağlayacak bir hayat düzeni kurmaktır.
Kurulan bu hayat düzeni doğrultusunda gelişme
imkanı bulan insan akli, insanoğluna
bağışlanan imkânların
sınırları içinde bilimsel araştırmalara,
deneylere ve uygulamalara girişmek üzere serbest bırakılacak,
akıl da bu yollardan giderek ulaşabileceği sonuçlara
ulaşacak, fakat bu sonuçlar doğal olarak ne nihaî ve
ne de mutlak nitelikte olmayacaktır.
Kur'an-ı Kerim'in çalışma konusu ve ilgi
alanı insanın kendisidir; insanın düşüncesi,
inancı, duyguları, kavramları,
davranışları, tutumları, ilişkileri ve
bağlantılarıdır. Maddi bilimlere, bütün
araç ve bölümleri ile maddi alemde gerçekleştirilecek
bilimsel keşiflere ve icaplara gelince, bu görev; insan
aklına, insan tecrübesine, insan buluşuna,
insanın varsayım ve teori geliştirme
yeteneklerine havale edilmiştir. Çünkü insanın yeryüzündeki
halifeliğinin temeli bu olduğu gibi
yapısının karakteri de bu fonksiyona
yatkındır.
Kur'an-ı Kerim insanın fıtrî orjinalliğini
sapmalar ve yozlaşmalar karşısında korur, içinde
yaşayacağı düzenin sağlıklı
olmasını sağlar, böylece yüce Allah'ın
bağışladığı yetenekleri serbestçe
kullanmasını mümkün hale getirir; ona evrenin
mahiyeti, yaratıcısı ile ilişkisi,
yaratılışındaki koordinasyon,
oluşmasın-da kendisinin de katkısı olan çeşitli
birimler arasındaki ilişkinin mahiyeti hakkında
genel bir düşünce edindirir. Arkasından
ayrıntıları anlamak ve hilâfet görevinde
bunlardan yararlanmak üzere yapacağı çalışmalarla
kendisini başbaşa bırakır, ona tafsilâtla
ilgili bilgi vermez. Çünkü, tafsilat hakkında bilgi
edinmek, insan çaba ve uğraşına
bağlanmış bir sonuçtur.
Ben, Kur'an-ı Kerim'e, O'nun içinde bulunmayan
bilgileri eklemeye koyulan, fonksiyonu dışında
işlevler gördürmeye kalkışan; tıp, kimya,
astronomi gibi bilim dalları ile diğer ilim
dallarının birikimlerinden yola çıkarak zoraki
yorumlarla Kur'an'ın da bunları içerdiği
şeklindeki iddiaları ileri sürüp, güya bununla
Kur'an'a saygınlık
kazandırdıklarını sanan budalalara hayret
ediyorum.
Kur'ana Kerim, konusunda eksiksiz tek kitaptır. Onun
konusu bütün bu ilim dallarının konularından
daha önemli ve daha büyüktür. Çünkü bu konu, sözü
edilen bu bilgileri keşfeden ve onlarda-n yararlanan
insanın kendisidir. Bilimsel araştırma, deney ve
uygulama yapmak insan aklının yeteneklerinden biridir.
Kur'an ise işte bu insanın psikolojik
yapısını, kişiliğini,
vicdanını, aklını ve düşüncesini yapılandırmaya
çalışır. Bunun yanısıra insanın
bu potansiyel yeteneklerini iyi bir şekilde
kullanmasına uygun ortam sağlayacak olan
sağlıklı bir toplum yapısı
oluşturmaya gayret eder. Düşünce ve duygu bakımından
sağlıklı insanlar ve bu insanlara çeşitli
alanlarda atılım yapmaya elverişli bir toplumsal
ortam meydana geldikten sonra Kur'an-ı Kerim, insanı
bilimsel araştırma, bilimsel deney yapmak üzere
serbest bırakır, onu bilimsel araştırma,
bilimsel deney ve bilimsel uygulama alanlarında
yanılma ve gerçeği bulma şıkları ile
başbaşa bırakır. Çünkü insan düşünme,
inceleme ve akıl yürütmenin sağlıklı
ölçüleri ile donatılmıştır.
Bir de şu mesele var: Kur'an-ı Kerim, varlık
aleminin karakteri, bu alemle yaratıcısı
arasındaki ilişki ve bu alemin birimleri
arasındaki uyumun tabiatı konusunda doğru düşünceyi
geliştirmeye çalışırken zaman zaman evrenin
bazı kesin gerçeklerini anlatır. İşte
Kur'an-ı Kerim'in anlattığı bu nihaî
gerçekleri insan aklının varsayımlarına,
teorilerine ve bilimin kendi ölçüleri ile kesin saydığı,
deney metodu aracılığı ile elde ederek
"bilimsel gerçekler" diye adlandırdığı
bulgulara bağlamak doğru değildir.
Kur'an'ın anlattığı gerçekler nihaî,
kesin ve mutlak gerçeklerdir. Oysa insan tarafından gerçekleştirilen
bilimsel araştırmaların bulguları,
yararlandığı araştırma araçları
ne olursa olsun, nihaî ve kesin olmayan gerçeklerdir. Bu
gerçekler, araştırmacının
yaptığı deneyler, bu deneylerin
yapıldığı ortamın özel
şartları ve deneylerde kullanılan araçların
imkânları ile sınırlıdır. Buna göre,
Kur'an-ı Kerim'in anlattığı nihaî
gerçekleri, bu kesin olmayan bilimsel verilere bağlamak, sözünü
ettiğimiz insan kaynaklı bilim metodunun kendisine göre,
bir yöntem hatasıdır. Oysa insan bilgisinin bütün
elde edebildiği bilgi birikimi Kur'ani hakikatlerin çok az
bir kısmını oluşturmaktadır.
Bizim söylediğimiz, "bilimsel gerçekler"
için sözkonusudur. Oysa "bilimsel" diye nitelenen
teoriler ve varsayımlar sözkonusu olunca yukardaki
hükmümüz daha yüksek oranlı bir geçerlilik kazanır.
"Teoriler ve varsayımlar" derken evrenin
oluşumu ile ilgili bütün kozmik teorileri, insanın
ortaya çıkışı ve evrim aşamaları
ile ilgili bütün teorileri, insan psikolojisini ve davranışlarını
açıklamaya çalışan bütün teorileri, bunların
yanısıra insan toplumlarının
doğuşunu ve gelişim aşamalarını
irdeleyen sosyolojik teorilerin tümünü bu kategori içinde değerlendiriyoruz.
Bunların tümü insan kaynaklı bilimin
ölçülerine göre bile "bilimsel gerçekler" değil,
sadece birtakım teoriler, varsayımlardır. Bütün
bilimsel değerler evrensel, biyolojik, psikolojik ve
sosyolojik olayların nisbeten daha büyük bir kesimini
yorumlamaya, açıklamaya elverişlidir. Bu
elverişlilik avantajı, daha büyük bir olaylar
kesimini açıklayabilecek ya da problemlere daha
ayrıntılı açıklamalar getirebilecek
başka ve daha yararlı hipotezler, varsayımlar
ortaya çıkana kadar geçerlidir. Bundan dolayı bu
teoriler, bu varsayımlar değişmeye,
başkalaşmaya, iptale vé eklemelere açıktır.
Hatta, eğer yeni bir keşif ve icad aracı bulunur
ya da eski bilgi birikimini yeni bir açıdan yorumlayan
değişik bir yaklaşım tarzı benimsenirse
bu teori ve varsayımlar alt-üst olmaya bile açıktır.
Kur'an'ın genel işaretlerini, pozitif bilimlerin
ortaya koyduğumuz her an değişebilecek ya da az
önce belirttiğimiz gibi bilimsel ölçütlerine göre bile
mutlak olmayan teorilerine, bağlamak isteyen her
girişim, her şeyden önce bilimsel metod açısından
temel bir hatadır. Ayrıca böyle bir girişim, hiçbiri
Kur'an-ı Kerim'in kutsallığı ve
saygınlığı ile bağdaşmayan üç değişik
anlam taşır:
1- Bu düşünceyi benimseyen kişiler bilimsel
verilerin gerçek doğrular olduğuna
inandıkları için Kur'an'ın ona
bağımlı olduğu sonucuna varırlar ki
Kur'an'a inanan bu insanlar için yenilgiyi baştan
kabullenmedir bu tavır. Bu psikolojik bozgunun etkisinde
kalan bazı kimseler Kur'an-ı Kerim'i pozitif bilim
aracılığı ile ispatlamaya, ona pozitif bilim
kaynaklı kanıtlarla destek sağlamaya
kalkışırlar. Oysa Kur'an-ı Kerim, konusunda
eksiksiz ve gerçekleri kesin bir kitaptır. Pozitif bilim
ise dün ispatladığını bugün bozuyor. Elde
ettiği hiçbir bulgu ne nihaidir ve ne de mutlaktır.
Çünkü bu bilimler insan aracılığı ile,
insan aklı ve insan kaynaklı bilgi edinme araçları
ile, sınırlı ve kayıtladırlar.
Bunların hiçbiri tek, nihaî mutlak gerçeği sunacak
nitelikte değildir.
2- Bu anlamların ve sakıncaların ikincisi,
Kur'an'ın niteliğine ve fonksiyonuna ilişkin
yanlış anlamadır. Bu niteliğe ve fonksiyona
göre Kur'an'ın hedefi; şu varlık bütününün
karakteri ve ilâhî kanunlar sistemi ile bağdaşacak
yapıda bir insan yetiştirmektir. Yalnız bu çaba,
insanın mutlak olmayan, göreceli karakterinin elverdiği
oranda sonuca varabilir. Eğer varlık bütünü ile
insan arasında böyle bir uyum sağlanabilirse, insan
çevresindeki evrenle çatışmaz, bilakis onunla dost
olur ve bu dostluk sayesinde onun bazı
sırlarını öğrenir, yeryüzü halifeliği
sırasında kendisine gerekli olan kanunlarından; gözlem,
araştırma, deney ve uygulama yolları ile
keşfedeceği bir kısım kanunlarından
yararlanır. Bu yöntemleri kullanarak gerçekleştireceği
bilimsel buluşlar sırasındaki kılavuzu,
kendisine bağışlanan aklı olacaktır. Bu
akıl, kendisine bilgi üretmek için verilmiştir,
yoksa bilimin verilerini önceden hazırlanmış
olarak teslim alsın diye verilmemiştir.
3- Bu anlamların diğer bir sakıncası da
Kur'an-ı Kerim'in ayetleri karşısında
takınılacak sürekli ve zorlamalı yorumlama
çabası, böylece Kur'an-i Kerim'i değişken,
istikrarsız, hergüne başka bir yenilikle giren,
varsayımların ve teorilerin peşinden
koşturma ve onlarla atbaşı gitmesini
sağlamaya çalışma girişimidir.
Bu üç anlamın hiçbiri, daha önce belirttiğimiz
gibi, Kur'an-ı Kerim'in kutsallığı ve
saygınlığı ile
bağdaşmadığı gibi ayrıca birer
bilimsel metod hatası içerirler. Fakat bu demek değildir
ki, Kur'an'ı anlarken pozitif bilimlerin evren, hayat ve
insan hakkında bulduğu teorilerden ve bilimsel gerçeklerden
yararlanmayacağız. Asla!
Yaptığımız açıklamalardan
kasdettiğimiz şey bu değildir. Çünkü yüce
Allah şöyle buyuruyor:
"Kur'an'ın gerçek olduğu onlar
tarafından anlaşılıncaya kadar
varlığımızın belgelerini, ayetlerimizi
onlara hem dış dünyada ve hem de kendi iç
alemlerinde göstereceğiz." (Fussilet Suresi, 53)
Pozitif bilimlerin keşfettiği gerek dış dünya
ve gerekse insanın kendisi ile ilgili ilâhi gerçekler
hakkında sürekli olarak kafa yormamız, pozitif
bilimin buluşları aracılığı ile
Kur'an-ı Kerim'in anlattıkları konusundaki
ufkumuzun sınırlarını genişletmemiz, bu
ayetteki işaretin bir gereğidir.
Fakat Kur'an ayetlerinin nihaî ve mutlak gerçeklerini,
pozitif bilimlerin nihaî ve kesin olmayan bulgularına
bağlamadan bu işi nasıl yapacağız?
Burada bir örnek vermek yararlı olur.
Meselâ Kur'an-ı Kerim şöyle diyor:
"O ki, her şeyi yarattı ve belirli bir
ölçüye göre düzenledi" (Furkan Suresi, 2)
Bu ayeti okuduktan sonra bir de pozitif bilimin bulgularına
bakınca şu evrene birtakım hassas dengelerin ve
hemen dikkatimizi çeken bir uyumun egemen olduğunu görüyoruz.
Meselâ içinde yaşadığımız yerküreyi
gözönüne aldığımızda; kendi iç yapısı,
güneş ve ay ile arasındaki mesafe, yine bu ikisine
nazaran büyüklüğü, kendi ekseniyle ekvator çizgisi
arasındaki eğimi ve nihayet dış yüzeyinin
oluşum biçimi ile ve daha binlerce özelliği
sayesinde yerküremiz, hayat olayının
doğuşuna ve uyumlu sürekliliğine elverişli
olmaktadır. Bu özelliklerden hiçbiri, değişmeye
elverişli geçici bir kural ya da amaçsız bir tesadüf
değildir. İşte bu düşünceler az önce
okuduğumuz "O ki, her şeyi yarattı ve
belirli bir öl