Burada sözü geçen müslümanların nefislerine
karşı işledikleri hıyanet, gizli duygular ve
bastırılmış arzular biçiminde olabileceği
gibi doğrudan doğruya cinsel ilişki eylemi biçiminde
gerçekleşmiş olabilir. Zaten
bazılarının bu eylemi gerçekleştirdiklerini
yansıtan rivayetlere rastlanmaktadır. Her iki durumda
da müslümanların zayıflığı ortaya çıkınca
yüce Allah onların tevbelerini kabul ederek günahlarını
bağışladı ve kendi kendilerine ihanet
etmiş oldukları konuda onlara hareket serbestliği
tanıdı:
"Şimdi artık eşlerinize serbestçe yaklaşın"
Fakat bu serbestlik, bu sakıncasızlık; yüce
Allah'a bağlılık tazelenmeden, bu eylemde de
vicdanları yüce Allah'a yöneltmeden yürürlüğe
girmiyor:
"Allah'ın size yazmış olduğunu
arayın, kovalayın:'
Yani "Yüce Allah'ın size yazmış
olduğu kadından yararlanmayı, çoluk-çocuk
edinerek soyunuzu sürdürme nimetini, cinsel ilişkinin bu
ürününü arayın, kovalayın. Bunların her ikisi
de yüce Allah'ın buyrukları arasındadır,
O'nun tarafından size bağışlanmış
olan nimetlerdendir. O, bunları size mübah kıldığı,
size sunduğu için onları aramak ve kovalamak sizin için
mubahtır. Fakat bilmelisiniz ki, bu nimet ile yüce Allah
arasında sıkı bir bağ vardır, onu
bağışlayan O'dur ve arkasında bir hikmet
vardır, O'nun hesabına göre bu nimetin bir amacı
vardır. Buna göre bu eylem, her faaliyetin yönelik olduğu
o yüce ufuktan kopuk, ona yabancı, sırf organizmaya
yapışık bir hayvanî boşalmadan ibaret bir içgüdüsel
faaliyet değildir."
Bu anlayış sayesinde karı-koca arasındaki
cinsel ilişki, bu ilişkiden daha büyük, toprak
düzeyinden ve ilişki anının
sağladığı hazdan daha yüksek olan bir amaca
bağlanır. Yine bu anlayış sayesinde bu
ilişki, arınmışlık, incelik ve yücelik
kazanır. Gerek Kur'an'ın yönlendirme sürecinde ve
gerekse İslâmî düşünce sisteminde yeralan bu tür
telkinleri gözden geçirdikçe şu
insanlığın, fıtratının,
yeteneklerinin ve yapısal karakterinin
sınırları içinde ilerleyip gelişmesi için
İslâm tarafından harcanan hikmetli ve verimli
çabaların değerini daha iyi anlıyoruz.
İşte Allah'ın insanlığa sunduğu
İslam'ın eğitim, yüceltme ve geliştirme
metodu. O Allah ki, yarattıklarını herkesten iyi
tanır; O, kullarına karşı engin bir lütuf
sahibidir ve herşeyin içyüzünden haberdardır.
Yüce Allah Ramazan gecelerinin sözkonusu süresi zarfında
cinsel ilişkiyi mubah kıldığı gibi
yemeyi ve içmeyi de mubah kılmıştır.
"Tanyeri ağarıp siyah ipliği beyaz
iplikten ayırdedinceye dek yiyin, için."
Yani "Ufukta ve dağ doruklarında
aydınlık belirinceye kadar..." Bu
aydınlıktan kasdedilen şey, "yalancı
şafak (fecr-i kâzib)" diye anılan gökte beyaz
ipliğin belirmesi durumu değildir. İmsak vaktinin
belirlenmesi ile ilgili bize ulaşan rivayetlere dayanarak
diyebiliriz ki, imsak vakti güneşin doğuşundan
az önceki vakittir. Biz şimdi, ülkemizdeki geleneksel
ibadet takvimi uyarınca şer'i vaktinden biraz daha
önce imsaka giriyoruz. Bu durum, belki de daha ihtiyatlı
olma endişesinden kaynaklanıyor.
Nitekim İbn-i Cerir'in sahabilerden Semure b. Cündüb'a
(Allah onlardan razı olsun) dayanarak bildirdiğine göre
Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyuruyor:
"Tanyeri ağarıncaya (ya da fecir
doğuncaya) kadar ne Bilâl'in ezan sesi ve ne de şu
ufukta beliren beyazlık sizi aldatmasın."
Yine İbn-i Cerir'in, Sevad b. Hanzele yolu ile yine
Semure b. Cündüb'e (Allah onlardan razı olsun)
dayandırarak bildirdiğine göre Peygamber efendimiz
şöyle buyuruyor:
"Ne Bilâl'in ezanı ve ne de şerit biçimindeki
tanyeri ağarması, sizi sahur yemeği yemekten
alıkoymasın. Sahur yasağı, ufukta belirecek
yuvarlak ağartı ile başlar."
Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) burada
sözünü ettiği "Ufukta beliren yuvarlak
ağartı" güneşin doğuşundan az
önceki bir vakti gösterir. Hz. Bilâl, uyuyan sahabileri
uyarmak için sabah ezanını vaktinden önce okurdu.
oysa Peygamberimizin bir başka müezzini olan İbn-i
Umm-ı Mektûm (Allah her ikisinden de razı olsun) bu
ezanı imsak vaktinden sonra okurdu. Peygamberimiz bu yüzden
Hz. Bilâl'in ezanına işaret ediyor.
Daha sonra mescidlerde (camilerde) girilecek itikâf; yüce
Allah ile başbaşa kalmak üzere camilere kapanmak ve
abdest bozma, yeme, içme gereği olmadıkça eve
girmemek demektir. Ramazan'ın son günlerinde müstehaptır.
Peygamberimiz, Ramazan'ın son on günü itikâfa girerdi.
İtikâf, dünyadan koparak sırf yüce Allah ile başbaşa
kalma dönemidir. Bundan dolayı duygu dünyasının
her şeyden sıyrılmasını ve kalbin her türlü
dünya meşguliyetinden uzak kalmasını
sağlayacak bu eksiksiz Allah'a yönelmeyi, sırf O'
nunla başbaşa kalma amacını gerçekleştirebilmek
için bu süre içinde cinsel ilişki yasağı
getirilmiştir.
"Mescidlerde itikâfa girdiğinizde eşlerinize
yaklaşmayın."
İtikâf dönemindeki cinsel ilişki
yasağı, günün hem oruçla geçirilmesi gereken
dönemi ve hem de oruçsuz kalınacak devresi için
geçerlidir.
Bu ayetin sonunda bütün faaliyetlerin, bütün yasakların,
bütün emirlerin, bütün sakındırmaların, bütün
hareketlerin ve durgunluğun Kur'anî metod gereği yüce
Allah'a yöneltilmesi onun adına yapılması
gerektiği vurgulanıyor:
"Bunlar, Allah'ın koyduğu
sınırlardır. Sakın onlara
yaklaşmayın."
Burada sınırlara ``yaklaşmak"
yasaklanıyor ve böylece helâller alanı ile yasaklar
alanı arasında bir güvenlik kuşağı
oluşturuluyor. Çünkü yasak bölge çevresinde dolaşan
kimse her an bu bölgeye girme tehlikesi ile karşı
karşıyadır. İnsan her zaman nefsine hakim
olamaz. Bu yüzden nefsinin arzuladığı yasaklara
yaklaşarak iradesini sınava sokmaktan kaçınması,
yasaklara dalmak üzere olan nefsine engel olabileceğine
fazla güven bağlamaması daha tedbirli ve yerinde bir
tutumdur. Ayrıca burada sözkonusu olan alan, cinsel hazların
ve şehevi isteklerin sınırlarının
alanı olduğu için ayetteki yasak "yaklaşmayın"
biçiminde karşımıza çıkıyor. Gerçi
maksat yasağa yaklaşmak değil, bilfiil
yasağa dalmaktır. Fakat bu şekilde dile getirilen
bu uyarı, daha sakındırıcı ve takvaya yöneltici
bir telkin içeriyor. Şimdi de ayetin son cümlesini okuyalım:
"Allah ayetlerini insanlara böyle açıklıyor
ki, yasaklardan sakınabilsinler." Görüldüğü
gibi takva, yüce Allah'ın ayetlerini insanlara açıklamasının
gayesi olarak karşımıza dikiliyor. Zaten takva,
bu Kur'an-ı Kerim'in her dönemdeki değişmez
muhatapları olan mü'minlerin değerini takdir etmekte
gecikmeyecekleri en büyük amaçtır.