|
186- Eğer kullarım sana benden sorarlarsa onlara de
ki; ben kendilerine yakınım, bana dua edenin
duasını, dua edince, kabul ederim. O halde onlar da
benim çağrıma olumlu karşılık vererek
bana iman etsinler ki, doğru yolu bulsunlar.
"Ben onlara yakınım", "Bana dua
edenin duasını, dua edince kabul ederim."
Ne büyük bir incelik, ne güçlü bir şefkat, ne büyük
bir muhabbet ve ne şaşırtıcı bir
canayakınlık, değil mi? Gerek orucun ve gerekse
diğer herhangi bir dini yükümlülüğün meşakkati
bu sevginin, bu yakınlığın ve
sevecenliğin gölgesi altında nerede kalır, ne
anlam taşır?!
Ayetin her sözcüğünün anlatımına bu
sevecen özveri egemendir:
"Eğer kullarım sana benden sorarlarsa onlara
deki; ben kendilerine yakınım, bana dua edenin
duasını, dua edince, kabul ederim"
Yüce Allah "Kullarım"
diyerek onları kendine izafe
ediyor. Ayrıca sorularına aracısız biçimde
doğrudan doğruya kendisi cevap veriyor. Yani "onlara
deki; Ben kendilerine yakınım" demiyor.
Bunun yerine soru gelir gelmez, ona cevap vermeyi bizzat
üstleniyor ve "yakınım"
buyuruyor. Bunların
yanısıra "Onların duasını
işitirim" demiyor, bunun yerine "Bana dua
edenin duasını dua edince, kabul ederim" diyerek
duanın kabul edilmesi işlemini önplâna geçiriyor.
Bu ayet, müminin kalbini tatlı bir özveri, cana yakın
bir sevgi, huzur verici bir hoşnutluk ve kesin bir güvenle
dolduran şaşırtıcı bir ayettir. Mümin,
bu duyguların etkisiyle hoşnutluğun yüceliğinde,
özverili bir yakınlığın kucağında,
güvenli bir sığınakta ve sarsılmaz bir
huzur içinde yaşar.
Bu sevecen dirliğin, bu sevgi dolu
yakınlığın ve heyecan
uyandırıcı hüsnü kabulün gölgesi altında
yüce Allah kullarını kendi çağrısına
olumlu cevap vererek O'na iman etmeye çağırıyor.
Ola ki, bu olumlu cevap ve bu iman, onları doğru yola,
hidayete ve iyiliğe iletir.
"O halde onlar da benim çağrıma olumlu
karşılık vererek bana iman etsinler ki,
doğru yolu bulsunlar.."
Demek ki, yüce Allah'ın çağrısına
olumlu karşılık vermenin ve iman etmenin nihaî
meyvesi de yine kullara aittir. Bu nihaî meyve; doğru yola,
hidayete ve iyiliğe ermektir. Yoksa yüce Allah'ın
alemdeki hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur,
bunların tümünden müstağnidir.
Gerçek hidayete erme ve olgunluk ancak yüce Allah'ın
çağrısına uymakla ve ona iman etmekle mümkün
olur. Yüce Allah'ın insanlar
için seçtiği hayat tarzı, onları kurtaracak
yegane mükemmel hayat tarzıdır. Bunun
dışındaki bütün yaşama tarzları, hiçbir
olgun vicdanın hoşlanmayacağı ve hiçbir doğru
yol yolcusunun yanına yanaşmayacağı bir
cahiliye düzeni, birer akıl
fukaralığıdır. Kullar Allah'ın çağrısına
olumlu karşılık verince ve doğru yola
kavuşunca, yüce Allah'ın dualarını kabul
etmesini beklemeye hak kazanırlar. Allah'a dua etmeliler,
ama dualarının hemencecik kabul edilmesini beklemeleri,
bu konuda aceleci davranmaları da doğru değildir.
Herşeyi en ince ayrıntısına kadar karara
bağlamış olan Allah onların
dualarını kabul edeceği en uygun zamanı
kendilerinden daha iyi bilir.
Nitekim İbn-i Meymun'un sahabilerden Hz. Selman-ı
Farisî'ye (Allah onlardan razı olsun) dayanarak
bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle
buyuruyor:
"Kul, iki elini açarak Allah'tan hayırlı bir
şey dileyince yüce Allah bu iki açık eli boş
olarak geri çevirmekten haya eder." (Ebu Davud, Tirmizi,
İbn-i Mace)'
Abdullah b. Abdurrahman Daremî'nin sahabilerden Hz. Sevban'a,
ve İmam-ı Ahmed Hanbel'in yine sahabilerden Ubbade b.
Samit'e (Allah hepsinden razı olsun) dayanarak
bildirdiğine göre Peygamber efendimiz (salât ve selâm
üzerine olsun) şöyle buyuruyor:
"Yeryüzünde hiçbir müslüman kişi yoktur ki, yüce
Allah'tan birşey istesin de Allah onun isteğini
karşılamasın, ya da onu dileği kadar olan
bir kötülükten, terslikten uzak tutmasın. Yalnız bu
duanın günah ya da akrabalık ilişkisini kesme
anlamına gelmemesi gerekir." (Tirmizi)
Öteyandan yine Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"İçinizden biri `Dua ettim, fakat kabul olmadı'
diyerek acele etmediği sürece yaptığı dua
mutlaka kabul edilir." (Buhari, Müsl im)
Yine Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Kul, günah ya da akrabalık ilişkisini kesme
anlamına gelen bir dilekte bulunmadıkça ve acele
etmedikçe mutlaka duası kabul edilir."
Sahabilerden birinin; "Ya Resulallah, dua edenin acele
etmesi ne demektir?" diye sorması üzerine de
Peygamberimiz sözlerini şöyle bağladı:
"Adam `Dua ettim, dua ettim, fakat ettiğim
duaların kabul edildiğini görmedim' der ve bu durum
karşısında hayal
kırıklığına düşerek dua etmeyi
bırakır." (Müslim)
Öteyandan oruçlunun duası, kabul edilme ihtimali en yüksek
dualar arasındadır.
Nitekim İmam Ebu Davud Tayalisî'nin "Müsned"
adlı hadis derlemesinde yeraldığına göre,
sahabilerden Hz. Abdullah b. Ömer (Allah her ikisinden de razı
olsun) Peygamberimiz; "Oruçlunun iftar açarken yaptığı
dua kesinlikle kabul edilir, buyurdu" demiştir. Zaten
Abdullah b. Ömer iftar ederken ailesini ve çocuklarını
yanına çağırır ve onlar ile birlikte dua
ederdi.
Öteyandan İbn-i Mace'nin "Sünen" adlı
adlı hadis kitabında yine Abdullah b. Ömer'e
dayanarak naklettiğine göre Peygamberimiz, şöyle
buyuruyor:
"Oruçlunun iftar açarken yapacağı dua asla
reddedilmez."
Bunların yanısıra sahabilerden Hz. Ebu
Hureyre'nin (Allah ondan razı olsun) bildirdiğine göre
Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:
"Şu üç grup kimsenin duası asla r eddedilmez:
1- Adaletli hükümdar (imam)
2- Oruçlu kimse, iftar edinceye kadar
3- Mazlumun, haksızlığa uğrayanın
bedduası. Yüce Allah Kıyamet günü bu bedduayı
bulutların üzerinden aşırarak ona bütün gök
kapılarını açar, ayrıca zulme uğrayana
`ululuğum hakkı için bir süre sonra olsa da sana
kesinlikle yardım edeceğim' diye buyuruyor."
İşte bundan dolayıdır ki, oruçtan söz
eden ayetlerin arasında dua konusuna yer verilmektedir.
Okuyacağımız bu bölümde müslümanlara orucun
bazı hükümleri hakkında bilgi veriliyor, onlara güneş
batımı ile tanyerinin ağarması (fecr)
arasında eşlerine yanaşmanın helâl olduğu,
bu süre içinde yemelerinin ve içmelerinin de serbest olduğu
anlatılıyor. Bunun yanısıra gündelik oruç
süresinin tanyerinin ağardığı andan
başlayıp güneşin batması ile bittiği,
ayrıca mescidlerde geçirecekleri itikâf döneminde kadınlara
yanaşmanın hükmü anlatılıyor:
|
|