Yüce Allah burada müminlere, kendisi ile onlar arasında
ilişki kuran sıfatları (müminlikleri) ile
seslenmekte; böylece onlara yasalarının
kaynağı olarak sadece kendisini bilmelerini, neyin helâl
ve neyin haram olduğunu sırf O'ndan öğrenmelerini
dolaylı biçimde telkin etmekte; tek rızık verici
sıfatı ile kendilerine
bağışlamış olduğu
rızıkları hatırlatmakta; bu
rızıkların temiz olanlarından
yararlanmalarını ~serbest tuttuğunu belirtmekte;
böylece hiçbir temiz şeyi onlara
yasaklamadığını, eğer onlara herhangi
bir maddeyi yasakladı ise bunu onları bu maddenin
yararından mahrum etmek ya da baskı altında
tutmak istediği için değil, sözkonusu madde temiz
olmadığı için yaptığını,
çünkü başlangıçta rızıkları
yararlarına sunanın kendisi olduğunu dolaylı
yoldan anlatmakta; eğer Allah'a ortak
koşmaksızın sırf O'na kulluk etmeyi
istiyorlarsa Allah'a şükretmeleri gerektiğini telkin
etmekte; böylece de şükretmenin kullara yüce Allah'ın
rızasını kazandırıcı bir ibadet
olduğunu ima etmektedir. Bütün bu anlamlar, az kelimeli
tek bir ayete sığdırılmıştır.
Okuyalım:
"Ey müminler, size vermiş olduğumuz
rızıkların tertemiz (helâl) olanlarından
yiyin ve eğer gerçekten sırf Allah'a kulluk
ediyorsanız, O'na şükredin."
Bundan sonraki ayette müminlere haram yiyeceklerin neler
olduğu, tek tek sayılarak ve ayete başlarken
"innema (sadece, ancak)" sınırlama
edatı kullanılarak açıklanıyor:
"Allah size sadece leşi, kanı, domuz etini ve
Allah'tan başkası adına boğazlanan
hayvanın etini kesinlikle haram kıldı."
Sağlıklı her insan organizması ölü
hayvan etinden tiksinir. Kandan da öyle. Üstelik Kur'an-ı
Kerim'in ve daha önce Tevrat'ın yüce Allah'ın
onayı ile bu maddeleri yasaklamasından yüzyıllarca
sonra, tıp bilimi, ölü hayvan eti ile kanda çeşitli
mikroplar ve başka birtakım sağlığa
zararlı maddeler bulunduğunu tespit etmiştir. Bu
durumda acaba modern tıp bilimi bu iki maddenin
sağlığa zararlı yönlerini tümü ile tespit
edebilmiş midir, yoksa bu ilâhî yasağın henüz
insanlar tarafından keşfedilmemiş daha başka
sebepleri var mıdır, bunu bilmiyoruz.
Domuza gelince; bu hayvanın etini yemenin haram
oluşunu günümüzde bazı kimseler tartışma
konusu yapıyorlar. Temiz, bozulmamış her insan,
aslında domuzdan nefret eder. Yüce Allah onun etini uzun
yüzyıllar önce haram kıldı. Oysa
insanların bilimi ancak çok kısa bir süre önce bu
hayvanın etinde, kanında ve barsaklarında
sağlık açısından çok tehlikeli kurtçukların
(şerit biçiminde kurtçuklar ile bunların bir torba içinde
saklanmış yumurtacıklarının)
bulunduğunu ortaya koydu.
Simdi de bazıları diyor ki; "Modern
pişirme ve kızartma araçları çok gelişti.
Bu yüzden sözkonusu kurtçuklar ile onların
yumurtacıkları artık tehlike kaynağı
olmaktan çıktı. Çünkü bu araçların
sağladığı yüksek dereceli ısı
sayesinde bu kurtçuklar ile yumurtacıklarının
yok edilmesi garantiye bağlandı."
Fakat böyle diyenler şunu unutuyorlar: Onların
bilimlerinin bu hayvanın bir tek zararını
keşfedebilmesi için uzun yüzyıllar geçmesi gerekti.
Buna göre domuz etinde henüz bilim tarafından
keşfedilmemiş başka bir zararlının
bulunmadığını kim,garanti edebilir? Acaba bu
konuda insanların bilimini yüzlerce yıl gerilerde
bırakan İslâm şériatı, kendisine güvenmemizi;
son sözü, her şeyi iyi bilen ve her emri yerinde olan yüce
Allah'a dayanan bu kaynağa bırakarak haram
dediğini haram, helâl dediğini helâl bilmemizi
hakketmiş değil mi?
Yüce Allah'tan başkası adına kesilmiş
olan hayvanların etlerinin haram oluşu ise bu etlerin
sağlığa zararlı olmalarından değil,
Allah'tan başkasına adanmış
olmalarından ötürüdür. Yani bu etler; sağlıklı
düşünce, kalp selâmeti, ruh temizliği, gönül
ihlâsı ve yön birliği açılarından
zararlı ve hastalıklı oldukları için
yasaklandılar. Bu manevi hastalığın mikrobu,
pislik kavramının geniş anlamı içinde
maddî pisliklere ve somut mikroplara eklenmiş,
onların devamı sayılmıştır. Bu
yasakla inanç sistemi arasında ondan önceki yasaklara
göre daha sıkı bir ilişki vardır. İslâm
ortaksız ve tek Allah'a yönelmeyi herşeyde titizlikle
ön-plânda tutmuştur.
İşte meseleye bu açıdan bakınca, bu
ayetlerde dile gelen helâl ve haram hükümleri ile az önce
okuduğumuz ayetlerde yüce Allah'ın birliğinden
ve rahmetinden sözedilmiş olması arasındaki
ilişki meydana çıkar. Sebebine gelince; bir tek
Allah'ın varlığına inanmak ile herhangi bir
yiyecek maddesinin helâl ya da haram kılınma
yetkisini veya hukukî düzenleme gerektiren diğer bütün
problemlerin çözüm yetkisini sırf Allah'a tanımak
arasında güçlü ve dolaysız bir bağ vardır.
Bununla birlikte, İslâm, zarurî durumları hesaba
alarak bu durumlarda yasakları mübah kılar, serbest
sayar. Sözkonusu sıkışık zamanlarda zaruret
sınırlarını aşmamak, ölçüyü kaçırmamak
şartıyla bu zaruretleri savacak,
karşılayacak miktardaki haramları helâl kabul
eder:
"Fakat darda kalana, başkasının
payına el uzatmamak, ve zaruret miktarını
aşmamak üzere bu etlerden yemek günah değildir. Hiç
şüphesiz, Allah bağışlayıcıdır
ve merhametlidir."
Bu hüküm genel bir ilkedir. Burada bu ayetle sözü
geçen haramlar için geçerli olmakla birlikte mutlak olması
sebebiyle başka yerlerde diğer haramları da
kapsamı içine alır. Buna göre, hayatî tehlike taşıyan
hangi zaruret ile karşılaşılırsa
karşılaşılsın, bu zaruret ile
karşılaşan kimsenin içine düştüğü sıkıntıyı,
bu zarureti atlatacak miktarda harama girerek savması
caizdir. Ancak, işlenecek haramın miktarı
zaruretin sınırını
aşmamalıdır.
Yalnız bu hükmün birkaç noktasında
fıkıh bilginleri arasında görüş
ayrılığı vardır. Bù tartışmalı
noktalardan biri zaruret konuları üzerindedir. Acaba bu
konularda Kıyas (karşılaştırma)
kuralı geçerli midir, yoksa sadece yüce Allah'ın
Kur'an'da belirttiği durumlar mı zaruret durumu
sayılır? Ayrıca zarureti savacak miktarın ne
olduğu konusu da tartışmalıdır. Acaba
bu miktar, kullanılacak haramın en alt birimi midir,
yoksa tam olarak yemek ya da içmek anlamına gelir mi?
Burada biz bu fıkhî tartışmaya girecek
değiliz. Kur'an'ın ışığı
altında yaptığımız bu kısa açıklama
ile yetinmeyi uygun görüyoruz.
Kur'an-ı Kerim'in helâl ve haram kıldığı
maddeler konusunda yahudiler çok tartışmalar
yapmışlardır. Çünkü bir defa sırf
yahudiler için konmuş bazı haramlar vardı ki,
bunlara başka bir surede değiniliyor. Okuyalım:
"Biz yahudilere bütün tırnaklı
hayvanları haram kıldık. Onlara
sığır ve davarın sırt,
bağırsak ve kemik yağları
dışında kalan iç yağlarını da
haram kıldık." (En'am Suresi, 46)
Oysa bunlar müslümanlara mübahtı. Belki de onlar
kendileri için haram kılınmış olan bu et ve
yağların müslümanlara helal kılınmasını
sindiremeyerek karşı çıkmışlar, bu hükmü
tartışma konusu yapmışlardı.
Ayrıca bize ulaşan bilgilere göre yukardaki ayette
açıklanan haramlara da karşı çıkmışlar,
onları tartışma konusu yapmışlardı.
Oysa bu ayette yeralan haramlar Tevrat'ta onlara da haram
kılınmıştı. Bu tür itirazlardaki değişmez
amaçları,Kur'an'ın emirlerinin doğruluğunu
ve yüce Allah tarafından vahyedilmiş olduğu
realitesi hakkında zihinlerde şüphe uyandırmaktı.
Okumaya devam ediyoruz:
ALLAH'IN AYETLERİNİ GİZLEYENLER
"Allah'ın indirdiği kitapta bulunan bir açıklamayı
gizleyerek onu birkaç para karşılığında
satanlar var ya; onlar karınlarına ateşten
başka birşey indirmiyorlar. Allah Kıyamet günü
onlarla konuşmaz ve kendilerini günahlardan arındırmaz.
Onları acı bir azap beklemektedir.
Onlar hidayet karşılığında
sapıklığı, mağfiret
karşılığında azabı satın
alanlardır. Onlar Cehennem ateşine karşı ne
kadar da dayanıklıdı
Burada yüce Allah'ın indirmiş olduğu kitapta
yer alan bazı açıklamaları gizli tutma eylemine
yöneltilen kınama, öncelikle yahudiler ile hıristiyanları
hedef almıştır. Fakat ayetin genel karakterli hükmü,
bildikleri gerçeği gizleyerek bu eylemleri
karşılığında birkaç para alan bütün
dinlerin bağlıları için geçerlidir. Sözkonusu
"birkaç para" ister gerçeği gizlemek
karşılığında elde etmeyi umdukları
şahsî bir menfaat olsun, ister gerçeği gizleme
karşılığında kondukları ve
eğer doğruyu söylerlerse kaybedeceklerinden
korktukları çeşitli kişisel yararlar olsun,
isterse dünyanın tümü olsun, farketmez. Çünkü bu
adamların kaybetmiş oldukları Allah
rızası ve Ahiret sevabı ile
karşılaştırıldığı zaman
dünyanın tümü de "bir kaç para"dır.
Kur'an-ı Kerim, bu ayetlerin konusu olan yiyecek
maddeleri -helâl ve haram kısımları ile-,
konusuna uyumlu olarak bunlar hakkında şöyle
buyuruyor:
"Onlar karınlarına (midelerine) ateşten
başka birşey indirmiyorlar."
Bu cümlenin gözler önüne serdiği tablo ile daha
önceki ilâhi cümlelerin tablosu arasında uyum
vardır. Adamların gerçeği gizlemenin ve yüce
Allah'a iftira atmanın bedeli olarak yedikleri şey,
sanki midelerine indirilmiş bir ateştir! Onlar sanki
aslında ateş yiyor gibidirler! Bu durum Ahirete
varacakları zaman gerçekten öyle olacaktır. Görülecek
ki, orada elbiseleri de yiyecekleri de ateş
olacaktır!,
Yüce Allah'ın ayetlerini gizli tutmuş
olmalarının cezası olarak Allah onlara ilgi göstermeyecek,
kendilerini horlamışlık ve
aşağılanmışlık ile
başbaşa bırakacaktır. Kur'ana Kerim bu
ilgisizliği, horlanmayı ve
aşağılanmayı şöyle dile getiriyor:
"Allah, Kıyamet günü, onlarla konuşmaz ve
kendilerini günahlardan arındırmaz."
Bu ifade, sözkonusu ihmal olgusunu insana somut biçimde algılatacak,
.idrak ettirecek canlılıktadır. Onlarla ne
konuşulacak, ne yüzlerine bakılacak ve ne de günahlarından
arındırılıp affedileceklerdir. Devam
ediyoruz:
İşte bir başka canlı ve doyurucu ifade
daha:
"Onlar, hidayet karşılığında
sapıklığı, mağfiret
karşılığında azabı satın
alanlardır."
Burada, sanki adamların hidayeti vererek
karşılığında
sapıklığı, mağfireti vererek
karşılığında azabı
aldıkları somut bir alış-veriş sahnesi
ile karşı karşıyayız. Ne kadar
zararlı ve aldanma içeren bir alış-veriş!
Adamların satın aldıkları, tercih ettikleri
şeyler ne kadar kötü! Bu benzetme aslında somut bir
gerçeği ifade ediyor. Sebebine gelince; hidayet,
fazlasıyla bu adamların önündeydi, fakat onlar onu bırakıp
sapıklığı aldılar. Aynı
şekilde mağfiret de kendilerine sunulmuş
duruyordu; fakat onu bir yana iterek azabı aldılar.
Okumaya devam edelim:
"Onlar Cehennem ateşine karşı ne kadar da
dayanıklıdırlar!"
Bile bile seçtikleri ve ısrarla hedef edindikleri
Cehennem ateşine karşı sabırları ne
kadar uzun süreliymiş!
Uzun süreli Cehennem azabına katlanmaya hazır
olmaları, ne kadar küçük düşürücü bir mizah
üslubu ile alaya alınıyor!
Bu ceza, işledikleri suçun alçaklığına
denk düşen bir cezadır. İnsanlara açıkça
anlatılsın, yeryüzünde uygulamaya geçirilsin,
toplumların hukuk sistemi ve sosyal düzeni olsun diye
yüce Allah tarafından indirilmiş olan kitabı,
gizli tutma, saklama suçunun cezası. Kim bu kitabı
insanların bilgisinden gizlerse onu uygulamadan
alıkoymuş olur. Oysa bu kitap, uygulamaya geçirilsin
diye indirilmiş bir gerçektir:
"Çünkü Allah, bu kitabı hakk içerikli olarak
indirdi."
Kim bu kitaba uyarsa o doğru yoldadır; gerçekle,
doğru yoldan giden insanlarla, evrenin köklü yaratılışı
ve kanunlar bütünü ile uyum halindedir. Fakat;
"Bu kitap üzerinde görüş
ayrılığına düşenler, gerçekten derin
bir anlaşmazlık, uyuşmazlık içindedirler."
Böyleleri, gerçekle uyuşmazlık halindedirler;
evrenin tabiî kanunlar sistemi ile uyuşmazlık
halindedirler; aralarında ve kendi iç dünyalarının
dengeleri ile uyuşmazlık, bağdaşmazlık
halindedirler...
Böyleleri, gerçekten eskiden de öyle idiler, şimdide
öyledirler. Kitapları hakkında görüş
ayrılığına düşen, bu kitabı bütünüyle
benimsemeyerek bölümleri arasında keyfine göre ayırımlar
yapan her ümmet bu kategoriye girer, bu ayette sözü
edilenlere eklenir. Bu ayetin hükmü, farklı zaman
dilimlerine ve değişen milletlere rağmen
aynı kalarak her zaman ve her yerde gerçekleşen bir
ilâhî vaaddir. Biz onun pratik olarak doğrulanışını
şu anda içinde yaşadığımız dünyada
açıkça görüyoruz.