17/18- Onların durumu karanlıkta ateş yakan
kimseler gibidir. Ateş etraflarını
aydınlattığı zaman Allah onların
aydınlıklarını gidererek kendilerini hiçbir
şey göremeyecekleri koyu bir karanlıkta
bırakır. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler.
Bu yüzden geri dönemezler.
Bilindiği gibi münafıklar, kâfirler gibi, daha baştan
hidayete yüz çevirmiş; kulaklarını
işitmekten, gözlerini görmekten ve kalplerini algılamaktan
alıkoymuş değillerdir. Fakat onlar işin içyüzünü
açık-seçik biçimde anladıktan sonra körlüğü
hidayete tercih ettiler. Yani ateş yakmak istemişler ve
yakmışlar, yaktıkları ateş çevrelerini
aydınlatmaya başlayınca kendi istekleri ile
yaktıkları bu ateşten
yararlanmamışlardır. O zaman yüce Allah önce
isteyip sonra yararlanmaktan vazgeçtikleri "aydınlıklarını
gidererek" kendilerini "hiçbir şey göremeyecekleri
koyu bir karanlıkta bıraktı". Tabii ki,
aydınlıktan yüz çevirmiş olmalarının
cezası olarak.
Kulaklar, diller ve gözler sesleri,
ışıkları algılamak hidayetten ve
aydınlıktan yararlanmak için yaratıldığına
göre, bunlar kulaklarını fonksiyonsuz
bıraktıklarından dolayı "sağır",
dillerini fonksiyonsuz bıraktıklarından dolayı
"dilsiz", ve gözlerini fonksiyonsuz bıraktıklarından
dolayı "kör"dürler. Bu yüzden hakka dönmeleri,
hidayete yönelmeleri, başka bir deyimle hidayete ve
ışığa kavuşmaları sözkonusu değildir.
Ayette verilen şu örnek de onların içinde
bulundukları durumu tasvir etmekte, duygu dünyalarına
egemen olan kargaşayı,
şaşkınlığı, endişeyi ve
kaygıyı gözlerimizin önüne sermektedir: