|
159- İndirdiğimiz belgeleri, biz onları
Kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, onlara
hem Allah hem de bütün lânet edebilenler lânet eder.
160- Yalnız tevbe edenler, ıslâh olanlar ve gerçeği
ortaya koyanlar müstesna; onları ben
bağışlarım. Zira ben tevbeleri kabul ederim
ve merhametliyim.
161- Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş
olanlara gelince Allah'ın, meleklerin ve insanların
ortak lâneti onların üzerinedir.
162- Bunlar (sürekli lânetlenmiş olarak) orada
ebediyen kalırlar. Ne azapları hafifletilir ve ne de
kendilerine mühlet verilir.
Yahudiler ile hıristiyanlar, Peygamberimizin
peygamberliğinin ne kadar gerçek olduğunu ve
insanlara tebliğ ettiği emirlerin ne kadar doğru
olduğunu ellerindeki kutsal kitabın verdiği
bilgilere dayanarak kesinlikle biliyorlardı. Fakat böyle
olmasına rağmen yüce Allah'ın kutsal
kitaplarında kendilerine açıklamış
olduğu gerçekleri gizli tutuyorlardı. Gerek onlar ve
gerekse tarihin herhangi bir dönemindeki benzerleri, yüce
Allah tarafından indirilen gerçeği, çeşitli
sebeplerin dürtüsü ile, gizli tutarlar. İnsanlar böylelerine
çeşitli dönemlerde ve çeşitli yerlerde
rastlıyorlar. Bunların ortak tutumu şöyle
özetlenebilir: Bunlar bile bile hakkı, gerçeği söylemezler;
gerçeği anlatan sözleri, belgeleri, kesinliklerinden emin
olmalarına rağmen saklı tutarlar; yüce Allah'ın
kitabında yeralan kimi ayetlerden uzak dururlar,
onları günyüzüne çıkarmazlar, tersine onları
sessizce geçiştirirler, dikkatlerden saklarlar. Bunu, sözkonusu
ayetlerin içerdiği gerçekleri saptırmak, onu
insanların kulaklarından ve diğer duyu
organlarının algısından gizlemek için
yaparlar. Bu tutumlarının ardında mutlaka dünyalarına
dönük bir menfaat yatar. Bu tutumu biz birçok durumlarda ve
bu dinin birçok gerçekleriyle ilgili olarak sık
sık görüyoruz. İşte, "Onlara
hem Allah ve hem de bütün lânet edebilenler lânet eder."
Onlar sanki bir lânet çukuruna dönüşmüş
gibidirler. Her yerden üzerine lânet yağan, lânet akan
bir çukur olmuşlardır. Yüce Allah'ın lânetinden
sonra, lânet edebilen herkes bu çukurun üzerine üşüşmüştür
sanki. Lânet, sözlük anlamı ile, birini öfke içinde
kovmak, paylayarak yanından uzaklaştırmak
demektir. Buna göre bu kimselere, onları rahmetinden kovma
anlamında lânet eder. Aynı zamanda bütün lânet
edebilenler de onları her yerden kovarlar. Böylece onlar
hem yüce Allah tarafından ve hem de O'nun kulları
tarafından her yerden kovulmaktadırlar. Ama şunu
da unutmamak gerekir:
"Yalnız tevbe edenler, ıslâh olanlar ve
gerçeği ortaya koyanlar müstesna; onları ben
bağışlarım. Zira ben, tevbeleri kabul ederim
ve merhametliyim."
Kur'an-ı Kerim, bunların yüzüne bu aydınlık
pencereyi, yani tevbe penceresini açarak yüreklerine umut
meltemi estiriyor ve kalplerini ışık
kaynağına yönlendiriyor. Demek oluyor ki, yüce
Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, O'nun bağışlayıcılığını
hesaptan çıkarmak yok. İsteyen, iyi niyetli olarak bu
güvenli limana sığınabilir. Tevbenin
samimiliğinin göstergesi ise, yanlış
davranışı düzeltmek, açık yüreklilikle
konuşmayı benimsemek, gerçeği açıklamak,
itiraf etmek ve bu gerçeğin gerektirdiğini
yapmaktır. Bundan sonra yüce Allah'ın rahmetinden ve
yapılmış tevbeyi kabul edeceğinden emin
olmak gerekir. Çünkü O, bize; "Zira
ben tevbeleri kabul ederim ve merhametliyim" buyuruyor
ve O söz söyleyenlerin en doğru söyleyenidir.
Bu tutumlarında ısrar ederek tevbe etmeyenlere ve böylece
ellerindeki fırsatı kaçıranlara, kendilerine
tanınan mühleti harcayanlara gelince; bu kimseler, yüce
Allah'ın daha önce ayrıntılı olarak,
vurgulayarak ve fazlası ile anlatarak vermiş
olduğu kara haberli akıbetle
karşılaşacaklardır.
"Ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş
olanlara gelince; Allah'ın, meleklerin ve insanların
ortak lâneti onların üzerin edir."
Çünkü bu kimseler yüzlerine açılan kapıyı
kendi elleriyle kapatmışlar, önlerine çıkan
fırsatı kaçırmışlar, kendilerine
tanınan mühleti harcamışlar; gerçeği
saklamayı, kâfirliği ve sapıklığı
ısrarla sürdürmüşlerdir. Bu yüzden, "Allah'ın
meleklerin ve insanların ortak lâneti onların
üzerinedir." Bu, insanı çepeçevre kuşatma
altına alan bir lânettir. Ne kurtuluşu var ve ne de
sığınılacak şefkatli bir kucak!
Kur'an-ı Kerim, bu çepeçevre kuşatıcı lânet
dışında, onlar için başka bir azaptan sözetmiyor.
Bunun yerine, bu azabın hafifletilmeyecek, ertelenmeyecek
ve mühlet verilmeyecek bir azap olduğunu vurguluyor. Hiç
kuşkusuz bu azap, diğer bütün azap türlerinden daha
ağır bir azaptır. Kovma, uzaklaştırma,
reddetme ve horlama azabı. Bu azaba çarpılanlar,
kendilerine acıyacak hiçbir şefkatli kucak, hiçbir
hoşgörülü bakış ve hiçbir avutucu söz
söyleyen dil bulamazlar. Onlar hem yüce Allah katından,
hem insanlar tarafından, yeryüzünde de yüce ruhlar
aleminde de lânetlenmişler, kovulmuşlar,
dışlanmışlardır. İşte
acı ve onur kırıcı azap budur.
Ayetlerin bundan sonra okuyacağımız bölümünde
imana dayalı düşünce, bu düşüncenin en önemli
temeli olan Tevhid ilkesine oturtuluyor ve bu gerçeği
tartışma götürmez bir kesinlikle belgeleyen bazı
evrensel tablolar gözönüne seriliyor. Arkasından,
başka birtakım şeyleri Allah'a ortak koşanlar
kınanıyor ve Ahirette çekecekleri azabı gördüklerinde
takınacakları perişan tutum sergileniyor. Böyleleri
o zaman birbirleri ile ilişkilerini kesecekler, fakat bu
ilişki kesimi kendilerine hiçbir fayda sağlamayacak,
pişmanlık ve hayıflanma duygularını
dindiremeyecek ve kendilerini Cehennem ateşinden
kurtaramayacaktır. Devam ediyoruz:
|
|