ayetini
indirdi."
Öteyandan Şa'bî'nin bildirdiğine göre Esaf adlı
put Safa tepesi ve Naile adlı put da Merve tepesi üzerinde
bulunuyordu. Araplar cahiliye döneminde bu putlara el-yüz
sürüyor, onlara selâm duruyorlardı. Bu yüzden ilk
müslümanlar bu iki tepenin arasında tavaf yapmaktan
çekiniyorlar, bu işi içlerine sindiremiyorlardı.
Bunun üzerine bu ayet indi.
Kaynaklarda bu ayetin hangi tarihte indiğini belirleyen
bir bilgiye rastlanmıyor. Fakat en akla yatkın ihtimal;
onun kıble değişimi olayı ile ilgili
ayetlerden sonraki bir tarihte inmiş olmasıdır.
Gerçi o yıllarda Mekke, müslümanlar hesabına bir
darulharp, bir düşman bölgesi olmuştu. Fakat böyle
de olsa bazı müslümanların tek-tük olarak Hacc ve
Umre yapma imkânı bulmuş olabileceklerini düşünebiliriz.
İşte Safa ile Merve arasında tavaf yapmaktan
çekinen müslümanlar bunlardı.
Bu çekingenlik, uzun bir eğitim döneminin meyvesi,
vicdanlarında kökleşen imana dayalı düşüncenin
belirgin yansımasıydı. Bu düşünce berraklığı
onları cahiliye dönemindeki bütün gelenek ve uygulamalarından
kaçınmaya, kuşku duymaya sürüklüyordu. Çünkü bu
konuda vicdanları o kadar duyarlılık
kazanmıştı ki, cahiliye döneminin herşeyinden
ürküyor, onun İslâm tarafından
yasaklanmış olabileceğinden
kuşkulanıyorlardı. Bu duyarlılık birçok
olay vesilesi ile açıkça meydana çıkmıştı.
İslâm çağrısı onların
ruhlarını büyük bir sarsıntıya
uğrattı, derinliklerine kök saldı ve orada
eksiksiz bir psikolojik ve duygusal devrim gerçekleştirdi.
Öyle ki, cahiliye döneminde kalan geçmişlerine
soğuk ve çekingen gözlerle bakıyor,
hayatlarının bu döneminden kendilerini tamamen kopmuş,
onunla hiçbir ilişkileri kalmamış
sayıyorlardı. Artık ne o dönem onlardandı
ve ne onların o dönemle uzaktan-yakından
ilişkileri olabilirdi. Artık o dönem dokunmaktan kaçındıkları
bir pislik, bir kirlilik sembolü idi!
Müslümanların bu dönemini dikkatle izleyen bir araştırmacı,
bu şaşırtıcı inanç sisteminin o
vicdanlarda meydana getirdiği etkinin ne kadar güçlü
olduğunu mutlaka görecek, onların hayat ile ilgili görüşlerinin
tamamen değiştiğini somut biçimde, algılayacaktır.
Öyle ki, sanki Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun)
bu vicdanları eli ile tutup kaldırarak son derece
kuvvetli biçimde silkelemiş ve bu silkeleme sonunda
üzerlerinde çöreklenen bütün kir ve pasları
dışarıya dökmüş ve hücrelerinin bileşimini
yeniden düzenlemişti. Tıpkı elektrik
akımının, etkilediği cismin elementlerini
eski yerlerinden oynatarak yeni bir bileşim düzenine
sokması olayı gibi!
İşte İslâm budur. Yani cahiliye ile ilgili
herşeyden tamamen sıyrılmak, cahiliye döneminin
bütün düşünce, gelenek ve uygulamalarından
titizlikle çekinmek, cahiliye döneminden vicdanların
tanışık oldukları bütün duygulardan ve
davranışlardan sürekli biçimde kaçınmak, böylece
kalbin yeni zihniyete bütün gerekleri ile sımsıkı
sarılmasını sağlamak.
Müslüman cemaatin vicdanlarında bu süreç tamamlanıp
amacına ulaşınca, İslâm sakıncasız
gördüğü için yaşatmak istediği bazı eski
gelenekleri diğerlerinden ayrıştırmaya geçti.
Fakat bu geleneği veya kültür unsurunu eski cahiliye
kökünden kopardıktan, onu o ortamdan iyice izale ettikten
sonra İslâm kulpuna bağlıyor; böylece bu geleneği,
bu kültür unsurunu bir müslüman uygularken ona, cahiliye
döneminde yapılıyordu diye değil, kökü
İslâm'a dayalı yeni bir İslâm geleneği
veya kültür unsuru olarak uyguluyor, benimsiyordu.
Burada radikal eğitim metodunun pratik bir örneği
ile karşı karşıyayız. Çünkü yukarda
okuduğumuz ayet, Safa ile Merve'nin Allah'a ibadet
sembolleri arasında yeraldıklarını
belirleyerek söze giriyor.
"Hiç şüphesiz, Safa ile Merve Allah'a ibadet
sembollerindendir."
Buna göre, bu iki tepe arasında tavaf yapan bir ziyaretçi,
yüce Allah'a ibadet etme anlamı taşıyan bir
hareket yapmış, bu iki tepe arasındaki tavaf ile
Allah'a yönelmiş oluyor. Bu yeni tavaf ile cahiliye döneminden
miras kalan eski tavaf arasındaki ilişki kesinlikle
kopmuştur. Artık bu işlem, Esaf ve Naile
adlı putlara ya da diğer cahiliye dönemi putlarına
değil, yüce Allah'a yöneliktir.
Bu yüzden herhangi bir sakıncası, günahı
yoktur. Davranış; artık o eski
davranıştan başka bir davranış, yöneliş;
o yönelişten tamamen farklı bir yöneliştir.
"Buna göre kim Hacc ve Umre amacı ile Kâbe`yi
ziyaret ederse bu iki tepeyi tavaf etmesinde hiçbir sakınca
yoktur."
Nitekim İslâm, daha önce Araplar arasında Hacc
hareketlerinin büyük bir çoğunluğunu onayladı,
bu hareketlerin sadece putlara ve asılsız
birtakım cahiliye saplantılarına ilişkin
olanlarını reddetti ve onayladığı Hacc
hareketlerini de yüce Allah tarafından vaktiyle Hz.
İbrahim'e (selâm üzerine olsun) öğretilmiş
ibadet amaçlı davranışlar oldukları gerçeğinden
hareket ederek yeni İslâm düşüncesine bağladı.
(Bu surenin akışı içinde, yeri gelince Hacc
farizasından söz ederken bu mesele ayrıntılı
olarak. açıklanacaktır.)
Umre'ye gelince onun hareketleri de Hacc'ınki gibidir.
Yalnız bu ziyarette Arafat'ta vakfeye durma şartı
olmadığı gibi, zaman bakımında Hacc
mevsimi ile sınırlı değildir. Safa ile Merve
arasındaki tavaf ise Hacc'ın da Umre'nin de
yapılması gerekli hareketleri (şeairi)
arasındadır.
Bu ayet gönüllü olarak mutlak anlamda hayır
işlemeye övgü yönelterek sona eriyor:
"Kim gönüllü olarak bir hayır işlerse,
bilsin ki, Allah karşılığını verir
(ona müteşekkirdir) ve yaptığını
bilir."
Bu ifade ile bu tavafın hayırlı bir iş
olduğuna işaret edilerek vicdanları rahatsız
eden bütün çekingenlikler gideriliyor; böylece kalpler
rahatlatılıyor; yüce Allah'ın bu tavafı
hayırlı bir iş saydığına ve
karşılığında mükâfat vereceğine
dair gönüllere güvence aşılanıyor. Son olarak
yüce Allah'ın kalplerin içerdiği niyetleri ve
duyguları iyi bildiği vurgulanıyor.
Bu ayetin sonunda yeralan,