"Rabblerinden onlara mağfiret (salâvat) vardır."
Yüce Allah bu ifade ile sözkonusu seçkin müminleri bizzat
kendisinin ve meleklerinin üzerine salâvat getirdiğini
bildirmiş olduğu Peygamber'in payına ortak olma
bahtiyarlığına yüceltiyor. Bu son derece onurlu
bir makamdır. Ayrıca Rabblerinin rahmeti de
onların üzerinde! Son olarak da "doğru yolda
olduklarını" belirten yüce Allah'ın
şahitliği! Bu saydıklarımızın
herbiri olağanüstü derecede önemli ve çarpıcı
mazhariyetler...
Şimdi de ancak çeşitli meşakkatler sonucunda
ulaşılabilen mutlu son ve bunun gerekleri üzerinde
duralım biraz da. Evet, topyekün seferberlik tablosu.
Müslümanlar sıkıntı çekiyor, şehit oluyor,
musibetle karşılaşıyor. Daha? Açlıklar,
korkular, mal can ve ürün kayıplarıyla yüzyüze
geliyor. Kısaca müslümanlar başlarına gelen bu
felaketlerle eğitimden geçiriliyor ki, ileride
yüklenecekleri ağır yükümlülüklere, zorlu ve uzun
mücadeleye hazır olsunlar...
Yüce Allah sözünü ettiğimiz bütün bu fedakârlıkları
terazinin bir kefesine koyduktan sonra öbür kefeye tek bir
şey koyuyor: "Rabblerinin mağfiret (salâvat) ve
rahmet" ile "doğru yolda olduklarını"
bildiren "şahitliğini (tanıklığını)"
Başka bir deyimle yüce Allah bu ayette müslüman cemaate
ne zafer, ne egemenlik ve ne de savaş ganimetleri vadediyor;
O'nun tek vaadettiği şey; mağfireti, rahmeti ve
onların doğru yolda olduklarını belgeleyen
şahitliği!..
Yüce Allah bu müslüman cemaati, kendi şahsî varlığından
ve hayatından daha önemli bir şeye
hazırlıyordu. Bunun için onu bütün amaçlardan,
bütün hedeflerden, inancının zaferi de dahil olmak
üzere bütün beşeri arzulardan
arındırıyordu. O, bu cemaati, mutlak anlamda
kendine, kendi kulluğuna, kendi çağrısına
sarılmaya leke konduran her şeyden soyutluyordu. Müslümanlar,
Allah'ın rızasından, mağfiretinden,
rahmetinden ve doğru yolda olduklarını belgeleyen
tanıklığından başka hiçbir şey
beklemeksizin yollarına devam etmeliydiler.
İşte hedef buydu. İşte amaç buydu.
İşte kalblerinin uğrunda çarptığı
biricik tatlı meyve buydu. Bunun ötesinde, yüce Allah'ın
kendilerine nasip edeceği zafere ve egemenliğe gelince
bunlar, onların kendilerine değil, yükünü sırtlarında
taşıdıkları ilâhi çağrıya aitti.
Yüce Allah'ın mağfireti, rahmeti ve doğru
yolda olduklarını perçinleyen şahitliği
onların mükâfatını oluşturuyordu.
Uğradıkları mal, can ve ürün kayıplarının
mükâfatını; çektikleri açlıkların,
korkuların ve ağır belâların mükâfatını;
katlandıkları öldürülmelerin ve şehit düşmelerin
mükâfatını. Terazinin bu
bağışları içeren kefesi ağır
basar. Çünkü bunlar tartıda diğer bütün bağışlardan,
bu arada zaferden, yeryüzü egemenliğinden ve gönüllerde
birikmiş öclerin alınmasından daha
ağır basan bağışlardır.
İşte yüce Allah'ın müslüman cemaati o bildiğimiz
akıl almaz fedakârlıklara hazırlamak amacı
ile uyguladığı eğitim metodu budur. Bu
eğitim metodu, yüce Allah'ın, sırf kendine, çağrısına
ve dinine bağlı kalmak üzere insanların
arasından seçip beğendiği herkesin
eğitiminde geçerli ve zorunlu olan metoddur.
Bakara suresinin bu bölümü, imana dayalı doğru düşünceye
temel oluşturan birkaç ana ilkeyi doğru olarak
yerlerine oturtmayı amaçlıyor. Bu arada bu ana
ilkelerle ilgili olarak, hakk ile batılı birbirine
karıştırmaktan bir türlü el çekmeyen, bu ana
temeller hakkında bildikleri gerçeği saklayarak
onları kavram kargaşalığına ve
yaygaraya boğmaya çalışan Medine yahudilerine
karşı koymaya da devam ediliyor. Fakat bu ayetlerde
genelleme üslubu benimseniyor. Yani yahudi olsun, olmasın
İslâm çağrısının önünde pusu kuran
bütün düşmanları içeren genel ilkeler gözler
önüne seriliyor. Bu arada, yine genel olarak, müslümanlar,
yolları üzerinde bulunan tökezleme noktaları
konusunda uyarılıyor.
Bundan dolayı bu ayetlerin ilk bölümünde Safa ve
Merve tepelerini tavaf etme konusundaki bir açıklama ile
karşılaşıyoruz. Çünkü bu konunun cahiliye
geleneklerini çağrıştıran, andıran bir
özelliği vardır. Bu açıklama, aynı zamanda,
namazda Kâbe'ye doğru dönme ve Hacc ibadetiyle ilgili
hareketleri bu merkeze bağlama meselesi ile de
ilişkilidir.
Bu yüzden bu açıklamayı, yüce Allah'ın
indirmiş olduğu belgeleri ve hidayeti
başkalarından saklayan Kitap Ehli (yahudiler ve
hıristiyanlar) ile ilgili bir açıklama ve yine onlara
dönük sert bir hücum izliyor. Tabii bu arada tevbe etmek
isteyenlerin yüzüne tevbe kapısı da açık
tutuluyor. Fakat kâfir kalmakta ısrar edenlere,
kapsamlı bir lânet ile sürekli ağır bir
azabın kara haberi veriliyor.
Arkasından, yüce Allah'ın ortaksız
birliği vurgulanıyor, bu gerçeği belgeleyen
evrensel ayetlere, delillere dikkat çekiliyor; yüce Allah'a başka
şeyleri ortak koşanlar kınanıyor. Bu arada kâfirlerin
liderleri ve bağlıları, tavan ve taban kesimleri
ile ilgili bir Kıyamet günü tablosu gözler önüne
seriliyor. Bu tabloda yüce Allah'ın azabını gören
bu iki kesimin birbirleri ile ilişkilerini kestiklerini,
birbirlerinden koptuklarını seyrediyoruz.
Yahudiler bazı yiyecek ve içecek maddelerinin haramlığı
ve helâlliği meselesini sürekli tartışma konusu
yapıyorlardı. Oysa Kur'an ayetleri ile belirlenen bu
mesele, onların ellerinde bulunan, fakat insanlardan gizli
tuttukları Tevrat'ta da açıklığa
kavuşturulmuştu. İşte bu münasebetle
bütün insanlara, yüce Allah'ın helâl kıldığı
yiyecek ve içecek maddelerinden yararlanmalarını
duyuran bir çağrı ile
karşılaşıyoruz. Arkasından, insanlar,
kendilerine sürekli biçimde kötülüğü ve çirkin
davranışlar işlemeyi öneren Şeytan'ın
kışkırtmaları konusunda uyarılıyor.
Bu çağrıyı, sırf müminlere yönelik başka
bir çağrı izliyor. Bu çağrıda müminlere,
yüce Allah'ın helâl kılmış olduğu
yiyecek ve içecek maddelerinden yararlanmaları, haram
kılınanlarından kaçınmaları
emredildikten sonra, yahudilerin tartışma konusu
yaptıkları ve bile bile inkâr ettikleri haram
yiyecekler açıklanıyor.
Bu inkârcılığın suç sebebine bağlı
olarak, hemen arkasından, yüce Allah'ın indirmiş
olduğu kitabın bazı bölümlerini açıklamaktan
kaçınan ve bu ilâhi belgeleri "birkaç para karşılığında
satan" kimselere sert bir hücum yöneltiliyor ve
böyleleri, Ahirette kendilerini bekleyen akıbetleri ile
başbaşa bırakılma, ilâhi öfke ve horlanma
gibi ürkütücü cezalarla tehdit ediliyor.
Bu ayetlerin sonunda imanın ve salih amelin temel
dayanaklarını içeren ve "iyilik" kavramının
mahiyetini açıklayarak imana dayalı düşünceyi
gerçek yerine oturtan bir bölüm yeralıyor. Bu bölümde,
iyiliğin; dış görünüşe dönük bir
şekilcilik demek olmadığı, yüzleri Doğu
ya da Batı tarafına çevirme anlamına
gelmediği, tersine bu kavramın bilinç, davranış
ile bu bilinç ve davranışta yüce Allah'la ilişki
halinde olmak anlamına geldiği vurgulanıyor. Bu açıklama
ile kıble değişimi olayı etrafında
koparılan tartışmalar arasında
sıkı bir ilişki olduğu açıkça
görülür.