Vicdanların mutlaka musibetler yolu ile eğitimleri,
hakk mücadelesi uğrundaki kararlılık derecesinin
ise korkularla, ağır belâlarla, açlıkla, mal,
can ve ürün kayıplarıyla denenmeli, sınavdan geçirilmelidir.
Mü'minin, inancının yükümlülüklerini yerine
getirebilmesi için bu musibetler kaçınılmazdır.
Çünkü müminler inançları uğrunda ne kadar yükümlülüklere
katlanırlarsa, inançlarının vicdanlarında
kazanacağı değer o oranda yükselir. Bağlılarının,
uğrunda yükümlülüklere katlanmadıkları ucuz
ve düşük maliyetli inançlar daha ilk darbe ile karşılaşılır
- karşılaşılmaz kolayca feda edilebilir.
Demek oluyor ki, bu durumlarda katlanılan yükümlülükler,
herhangi bir inanca, bağlılarının
vicdanında değer kazandıran, psikolojik bir
bedeldir. Sözkonusu inancın başkalarının
vicdanında değer kazanabilmesi için bağlılarının
bu psikolojik bedeli ödemeleri gerekir. Yeni kazanılacak
kişiler ancak bu fedakârlığın sonucunda
ortaya çıkar. Müminler inançları uğrunda ne
derece acılara katlanırlarsa, ne oranda fedakârlıklara
girişirlerse inançlarının vicdanlarındaki
değeri daha da artar, ona daha sıkı biçimde bağlanırlar.
Bu böyle olduğu gibi, sözkonusu inancın
değerini yabancıların kavrayabilmeleri için bağlılarının
onun uğrunda musibetler ile
karşılaştıklarını ve
karşılaştıkları musibetlere
sabretmelerini görmeleri gerekir. O zaman bu inanca yabancı
olanlar içlerinden şöyle diyecekler; "Eğer bu
inanç sistemi, bu adamların onun uğrunda çektikleri
musibetlerden daha hayırlı ve büyük olmasaydı,
bu adamlar onun uğrunda belâlara katlanmazlar, bu sıkıntılara
sabretmezlerdi." O zaman da bu inancın düşmanları
onun mahiyetini araştırmaya, ona değer vermeye ve
ona sempati ile yaklaşmaya yönelirler. Bütün bunların
sonucu olarak yüce Allah'ın desteği ve "fetih dönemi
gelerek, insanlar akın akın O'nun dinine girerler.
Ayrıca sözünü ettiğimiz musibetler, bu
inancın bağlılarının bel kemiklerinin
sağlamlaşması ve dinamiklik derecelerinin
artması için de gereklidir. Sebebine gelince, sıkıntılar;
müminin potansiyel güçlerini, saklı enerjilerini
harekete geçirir, onun kalbinde ancak musibetlerin darbeleri
altında keşfedebileceği gizli çıkış
ve nüfuz kanalları açar, vicdanında ancak gözlerdeki
perdeyi kaldıran, kalplerin pasını silen
sıkıntı ortamı içinde yeşerebilecek
doğru değer yargılarının, ince
ölçülerin ve isabetli düşüncelerin gelişip
serpilmesini sağlar.
Bunların hepsinden daha önemlisi, yahut da bunların
tümünün temel dayanağı, bütün dayanakların
sarsıldığı, türlü türlü saplantıların
kayboluverdiği ve diğer bütün dayanaklarını
yitirmiş olan kalbin sırf Allah ile başbaşa
kaldığı kritik anda sırf O'na
sığınmasıdır. Sadece o anda gözlerdeki
perdeler düşerek basiret açılabilir ve
bakışların önündeki ufuk açık-seçik hale
gelebilir. O anda mümin için yüce Allah'tan başka hiçbir
şey, O'nun yüzünden başka hiçbir güç, O'nun
iradesi dışında hiçbir irade ve O'ndan başka
sığınılacak hiçbir merci yoktur.
İşte o zaman müminin ruhu, doğru düşüncenin
dayanağı olan tek gerçekle, biricik realite ile
bütünleşmiş olur.
Nitekim yukardaki ayetlerin şu cümleleri, müminin
vicdanı ufuktaki bu doruk noktasına yükseltiyor:
"Sabredenleri müjdele. Ki, onların
başlarına bir musibet geldiğinde; `Biz Allah için
varız ve sonunda O'na döneceğiz' derler."
Biz yalnız Allah için varız. Hepimiz, varolan her
şeyimizle, bütün varlığımızla, dönüşümüz,
nihaî başvurumuz sadece O'nadır. Teslimiyet... Mutlak
teslimiyet... Biricik realite ile ve doğru düşünce
ile yüzyüze gelmekten, bütünleşmeden kaynaklanan nihaî
sığınmanın teslimiyeti!..