Yahudiler; "Yahudi olun ki, doğru yolu
bulasınız" diyorlar, hıristiyanlar ise;
"Hıristiyan olun ki, doğru yolu
bulasınız" diyorlardı. Hz. Peygamberimize (salât
ve selâm üzerine olsun) her iki grubun karşısına
aynı sözü söyleyerek çıkmayı telkin etmek
amacı ile Allah (c.c) bunların sözlerini birleştirerek
naklediyor.
"De ki; `Hayır, biz İbrahim'in dosdoğru
dinine uyarız. O müşriklerden değildi ".
Yani de ki; "Gelin siz de biz de Hz. İbrahim'in
dinine dönelim. Ortak atamız, İslâm dininin kaynağı,
bizzat Rabbi tarafından `O müşriklerden değildi'
diye hakkında garanti verilen Hz. İbrahim'in dinine.
Oysa siz Allah'a ortak (şirk) koşuyorsunuz."
Kur'an-ı Kerim, bunun arkasından, müslümanları
büyük din birliğini, yani peygamberlerin atası Hz.
İbrahim döneminden Hz. İsa'ya ve Hz. İsa'dan
İslâm'ın son mesajına kadar bütün
peygamberlerin şeriatlerinin birliğini ilân etmeye ve
Kitap Ehlini bu ortak dine dâvet etmeye çağırıyor:
"Onlara deyin ki; `Biz Allah'a, bize indirilene;
İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve
torunlarına indirilene; Musa'ya ve İsa'ya verilene ve
diğer peygamberlere Rabbleri tarafından verilene
inanırız. Onlar arasında ayrım yapmayız.
Biz Allah'a teslim olanlarız."
Bütün peygamberler ve bütün peygamber mesajları
arasındaki bu birlik, İslâm düşünce sistemini
temelini oluşturur. İslâm ümmetini, yeryüzünde
Allah'ın dinine dayalı inanç mirasını
varisi kılan, fertlerini bu kökle birbirlerine sımsıkı
bağlı birer hidayet ve aydınlık yolu yolcusu
yapan, İslâm düzenini bütün insanların
kanatları altında taassupsuz ve baskısız biçimde
yaşayabilecekleri milletlerarası bir sosyal düzen
düzeyine çıkaran, İslâm toplumunu sevgi ve barış
içinde herkese açık bir toplum haline getiren temel faktör
budur.
Bundan dolayı az önce okuduğumuz ayetlerin
devamında bir büyük gerçek vurgulanıyor ve bu inanç
sisteminin bağlıları olan müslümanlara bu
gerçeğe sımsıkı sarılmaları
öneriliyor. Sözünü ettiğimiz gerçek; bu inanç
sisteminin dosdoğru yol olduğu, ona uyanın
doğru yolu bulacağı, ondan yüz çeviren toplumun
asla istikrarlı bir hayata kavuşamayacağı,
bu yüzden böyle toplumların sürekli bunalımda olan
çeşitli grupları arasında bitmez-tükenmez çatışmaların
hüküm süreceği realitesidir. Okuyoruz:
"Eğer onlar sizin
inandıklarınızın aynısına
inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer
bu inanca arka dönerlerse mutlaka çatışmaya ve çıkmaza
düşerler."
Yüce Allah'ın bu sözü, bu açık
tanıklığı, müminin kalbine taşıdığı
inançtan ötürü ona iftihar duygusu kazandırır.
Sebebine gelince doğru yolda olan yalnız kendisidir.
Onun inandığına inanmayan kimse, gerçekle kavgalı
ve hidayete düşmandır. Hidayet
yoksunlarının, imansızların sosyal çalkantıları,
hileleri, tuzakları, saldırı girişimleri ve
düşmanlıkları mümine zarar dokunduramaz.
Çünkü yüce Allah bunlar karşısında onu
koruyacaktır. Allah'ın koruyuculuğu ona yeter de
artar bile.
"Onlara karşı Allah sana yetecektir. O
işitendir ve bilendir."
Müslümana düşen tek görev, girdiği yolda
sebatla ilerlemek, doğrudan doğruya Rabbinden gelen
gerçekle ve dostları yeryüzünde tanınsın diye
bizzat yüce Allah tarafından dostlarının yüzüne
basılan damga ile iftihar etmektir. Okuyoruz:
"Bu din, Allah'ın verdiği bir renktir. Kim
Allah'tan daha iyi bir renk verebilir?"
Bu din, yüce Allah'ın insanlığa son
mesajı olmasını dilediği bir ilâhi renktir.
Amaç; taassuba ve kine yer vermeyen, ırk ve deri rengi
ayrımı tanımayan geniş çaplı bir
insanlararası birliğe dayanak sağlamak, zemin
hazırlamaktır.
Burada Kur'an-ı Kerim'in derin anlamlı ifade
özelliklerinden birine parmak basmak istiyoruz. Yukardaki
ayetin baş tarafını oluşturan "Bu din,
Allah'ın verdiği bir renktir; kim Allah'tan daha iyi
bir renk verebilir?" cümlelerinden ilki yüce Allah'ın
belirleyici karakterli bir buyruğu, geriye kalan
kısmı ise müminlerin sözüdür. Ayet, müminlerin
sözünü, aralık vermeksizin yüce Allah'ın sözü
ile birleştiriyor. Her iki bölüm de yüce Allah tarafından
indirilmiş bir Kur'an parçasıdır, ama ilk bölüm
Allah'ın sözünü, ikinci bölüm ise müminlerin
sözünü naklediyor. Bu üslup, yani aynı ayetin
akışı içinde müminlerin sözünün yüce Allah'ın
sözünün arkasına eklenmesi, müminlere büyük bir
şeref bağışlamakta ve müminler ile Rabbleri
arasında sıkı ilişki bulunduğu, müminlerin,
Allah'a ulaştıran bir istikamet üzerinde bulundukları
gerçeğini düşündürmektedir. Kur'an'da benzerlerine
sık sık rastladığımız bu ifade
tarzı, müminler için son derece büyük bir onurlandırma
özelliği taşır.
Daha sonraki ayette susturucu kanıtlama vurgusunun son
sınırına, doruğuna
ulaştığını görürüz:
Yani, "Sizin de bizim de Rabbimiz olan Allah'ın
birliği ve ilâhlığı gerçeğini
tartışma konusu yapmak yersizdir. Biz
yaptıklarımızın hesabını
vereceğiz, siz de yaptıklarınızın yükünü
taşıyacaksınız. Bizler, bütün
samimiyetimizle Allah'a bağlıyız, O'na hiçbir
şeyi ortak koşmayız, asla O' nunla birlikte bir
başkasına dilek yöneltmeyiz."
Bu sözler müslümanların tutumunu ve inançlarını
belirler. Bu tutum ve inanç, tartışma, inatlaşma
ve kanıtlama çabası götürmez.
Böyle olduğu için ayetin akışı, sözü
bu kadarla bağlayarak diğer bir tartışma
alanına geçiyor. Yalnız bu alanın da
tartışma ve inatlaşmaya elverişli
olmadığı açıktır. Okuyalım:
"Yoksa İbrahim'in, İsmail'in,
İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının yahudi ya
da hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?"
Hz. Musa'dan ve yahudilik ile hıristiyanlıktan
önceki dönemlerde yaşamış olan bu
peygamberlerin dinlerinin özünü İslâm'ın
oluşturduğuna, yukarda değindiğimiz gibi
bizzat yüce Allah tanıklık ediyor. Devam ediyoruz:
"De ki; `Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah
mı?".
Bu sorunun cevabı yoktur. Çünkü bu karakteri itibarı
ile cevabın önünü kesecek derecede ağır bir
kınama anlamı içeriyor.
"Ey yahudiler ve hıristiyanlar, sizler adları
sayılan peygamberlerin, yahudilik ile
hıristiyanlığın ortaya çıkışlarından
önceki dönemlerde yaşadıklarını ve Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmaya yanaşmayan ilk hanif
dininin (dosdoğru dinin) birer sözcüsü olduklarını
biliyorsunuz. Bunun yanında ahir zamanda gelecek olan bir
peygamberin, Hz. İbrahim'in öncüsü olduğu
dosdoğru dini tekrar ihya edeceğine dair kutsal
kitaplarınızda kesin açıklamalar vardır.
Fakat siz yüce Allah'ın bu
tanıklığını saklıyorsunuz!?"
Buna göre:
"Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği
saklayandan daha zalim kim olabilir?"
"İyi bilin ki, gerek uhdenize emanet edilen bu ilâhi
şehadeti saklayışınız ve gerekse bu apaçık
belgeyi gözlerden saklamak ve belirsiz hale getirmek için giriştiğiniz
tartışmaları yüce Allah yakınen
biliyor." Başka bir deyimle:
"Allah asla yaptıklarınızdan gafil,
habersiz değildir"