Hz.
İbrahim'in erdiği bu makam, yüce bir makamdır.
Yani verilen sözü ve alınan emri gereği gibi yerine
getirdiğini bizzat yüce Allah'ın
tanıklığı ile kanıtlama makamı..
Çünkü insan, zayıflığı ve
yetersizliği sebebiyle bu anlamda vefakâr ve istikametli
olamıyor.
Bunun sonucu olarak Hz. İbrahim, şu müjdeye ya da
şu güvene lâyık oluyor, hak kazanıyor:
"Seni insanlara önder yapacağım"
İnsanların önder edinecekleri, Allah'a götüren
yolda kendilerine rehberlik edecek, onları hayra erdirecek,
kendisine bağlı olacakları ve kendisinin de
başlarında lider. olacağı bir imam yani.
İşte o anda insan fıtratı, yani soyundan
gelecek olanlar yolu ile sürekli olma eğilimi, sosyal
hayatın gelişmesi, belirlenen yolunda sürekli
ilerlemesi, öncekilerin başlattıkları işi
sonradan gelenlerin tamamlayabilmesi, bütün kuşakların
işbirliği ve kesintisizlik içinde olabilmeleri için
bizzat yüce Allah tarafından insan fıtratına
yerleştirilen o köklü bilinç Hz. İbrahim'e egemen
oluyor. Bu bilinci bazıları ortadan kaldırmaya,
engellemeye ya da baskı altına almaya
kalkışıyorlar. Oysa bu bilinç, sözünü ettiğimiz
uzak vadeli gayeyi gerçekleştirmek için insan fıtratının
özüne yerleştirilmiştir.
İslâm, miras hukukunu bu fıtrî bilince dayalı
olarak, onun gereğini gözönünde tutarak, onun etkisini
göstermesini teşvik ederek, yapabileceğinin azamisini
yapmasına meydan vermek üzere düzenledi. Bu temel bilinci
yok etmeye yönelik girişimler, insan
fıtratını temelden yok etmeye
kalkışmaktan ve sapıklıktan kaynaklanan
bazı sosyal bozuklukları tedavi edeyim derken düşülmüş
bir zorlamadan, kısa görüşlülükten ve işi
yokuşa sürmekten başka birşey değildir.
Elimizde, fıtrî yapıyı yıkmadan, sözkonusu
sosyal sapmayı düzeltecek başka bir çözüm yolu,
vardır. Fakat bu çözüm yolu hidayeti, imanı, insan
psikolojisi konusunda derinlemesine uzmanlaşmayı,
insan benliğinin oluşumu konusunda ince ve
ayrıntılı bilgiye sahip olmayı, bunun
yanında yapmaktan ve düzeltmekten çok yıkmayı
ve yok etmeyi amaçlayan taşkın kinlerden
arınmış bir bakış açısını
gerektirir. Yukardaki ayeti okumaya devam edelim:
"...İbrahim; `soyumdan da' dedi..."
Hz. İbrahim'in bu dileğine, kendisini imtihan
ederek seçmiş olan Rabbi tarafından (daha önce öğrendiğimiz)
son derece önemli bir kuralı belirleyen şu cevap
veriliyor: Önderlik; davranışları, bilinci,
yapıcılığı ve imanı ile buna lâyık
olanlarındır, yoksa soya ve nesebe dayanan bir miras
değildir. Akrabalık et ve kan ilişkisi değil,
din ve inanç ilişkisidir. Kan, milliyet ve ırk
akrabalığı davası, hakk İslâm düşüncesi
ile taban tabana çatışan bir cahiliye dönemi davasından
başka birşey değildir. Devam ediyoruz:
"...Allah `Zalimler bu taahhüdümün kapsamına
asla giremezler' buyurdu..."
Zulüm çeşit çeşit ve renk renktir. Allah'a ortak
koşmak insanın kendi kendine zulmetmesi,
başkalarının hakkını çiğnemek ise
insanlara zulmetmesidir. Zalimlere yasaklanan imamlık (önderlik);
peygamberlik, halifelik ve namaz imamlığı da
dahil olmak üzere imamlığın bütün anlamlarını,
liderliğin her türlüsünü kapsamına alır. Buna
göre bütün anlamları ile adalet, hangi biçimi ile
olursa olsun imamlığın (önderliğin) temel
şartını oluşturur. Kim zulmederse
-yaptığı zulmün türü ne olursa olsun- kendini
her anlamı ile imam olma yeterliliğinden
uzaklaştırmış, bu hakkını kendi
eli ile kaybetmiş olur.
Yüce Allah tarafından Hz. İbrahim'e verilen bu
cevap, kaypaklığa ve belirsizliğe yer vermeyen bu
ilâhi taahhüt, yahudilerin zalimlikleri, fasıklıkları,
yüce Allah'ın emrinden saptıkları ve
ataları Hz. İbrahim'in inancından
ayrıldıkları için önderlikten ve öncülükten
uzaklaştırıldıklarını kesinlikle
kanıtlar. Yüce Allah tarafından Hz. İbrahim'e
verilen bu cevap aynı zamanda günümüzde kendilerine
müslüman sıfatını
yakıştıranların insanlık önderliği
ve öncülüğünden uzaklaştırılmalarına
da kesin bir cevap ve kânıt oluşturur. Bunun sebebi,
bu sözde müslümanların, zalimlik etmeleri,
fasıklıkları, Allah yolundan
uzaklaşmaları, Allah'ın şeriatını
arkalarına atmaları, O'nun şeriatını ve
önerdiği yaşama biçimini sosyal hayattan söküp attıkları
halde halâ müslüman olduklarını iddia etmeleridir
ki, bu iddia yukardaki ilâhî taahhüdün hiçbir esası
ile bağdaşmayan yalancı bir iddiadır.
İslâmi düşünce sistemi, inanç ve amel (pratik
uygulama ve davranış) temeline dayalı olmayan
insanlararası bütün bağları ve ilişkileri
kesik ve geçersiz sayar; inanç bağı olmayan
yakınlık ve akrabalık ilişkilerini
tanımaz; inanç ve amel kulpuna bağlı olmayan bütün
sosyal ilişkileri ve dayanışma geleneklerini kökünden
yok sayar. Yine bu düşünce sistemi aralarında inanç
çelişkisi bulunan aynı milletin iki
kuşağını birbirinden ayırır. Hâtta
aralarındaki inanç bağı kopan ana baba ile evlâdlarını
ve karı-kocayı tüle birbirinden ayrı kabul eder.