O |
|
O |
|
8/16- Kimi insanlar var ki; `Allah'a ve Ahiret gününe
inandık " derler, ama aslında
inanmamışlardır. Bunlar Allah'ı ve müminleri
aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini
aldatıyorlar, ama bunun farkında değildirler.
Onların kalplerinde hastalık vardır, Allah da
bu hastalıklarını
arttırmıştır, bu
yakıncılıkları yüzünden onları
acı bir azab beklemektedir.
Onlara "yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın"
denildiği vakit "Biz yapıcı, düzeltici
kimseleriz" derler. !yi bilesiniz ki, onlar bozguncuların
ta kendileridir, fakat bunun farkında değildirler. .
Onlara "Halk nasıl iman etti ise siz de öyle
iman edin" denildiği zaman "Biz hiç beyinsiz
ayaktakımı gibi iman eder miyiz?" derler.
Asıl beyinsiz ayak takımı kendileridir, ama
bunu bilmiyorlar.
Onlar müminler ile karşılaştıkları
zaman "inandık" derler. Fakat
şeytanları, elebaşları ile
başbaşa kaldıkları zaman "Biz sizin
yanınızdayız, onlarla sadece alay ediyoruz"
derler. Aslında onlarla alay eden ve kendilerini
azgınlıkları içinde debelenmeye bırakan
Allah'tır. Onlar hidayet
karşılığında
sapıklığı satın alan kimselerdir. Bu
yüzden yaptıkları ticaretten kazanç elde edememişler
ve de hidayete erememişlerdir.
Bu tablo, o günlerin Medine'sinde canlı bir realite
olarak gerçekten vardı. Fakat zaman ve mekân sınırlarını
aşınca; bu tablonun, insanlığın bütün
kuşakları boyunca tekrarlanan, yeniden yaşanan
bir örnek olduğunu görürüz. Bu tür münafıklara
toplumların üst tabakasını oluşturan
kesiminde rastlanır. Bunlar hakk
karşısında ne onu açıkça kabul edecek
cesareti ve ne de onu açıktan açığa inkar
edecek cüreti gösterebilirler. Bunlar aynı zamanda
kendilerini halk kitlelerinden üstün görürler ve her
şeyi onlardan daha iyi bildiklerine inanırlar.
Bundan dolayı biz bu ayetleri belirli bölge ve zaman sınırlamasından
soyutlayarak algılama eğilimindeyiz. Onları her
kuşaktan münafıklara ve insan nefsinin her
kuşakta değişmez kalan özüne dönük olarak
yorumlayacağız.
İnsanların bu kesimini oluşturan kimseler
Allah'a ve Ahiret gününe inandıklarını ileri
sürerler, ama aslında bu dediklerine inanmış
değillerdir. Onlar inkârcı olduklarını söylemeye
ve "müminlere karşı gerçekten ne düşündüklerini
açıkça ortaya koymaya cesaret edemeyen ikiyüzlü
münafıklardır.
Onlar kendilerini sıradan halk kitlelerini aldatabilen
zeki, hatta dahi kimseler sanırlar. Oysa Kur'an-ı
Kerim onların bu eylemlerinin mahiyetini
tanımlıyor. Bu tanıma göre onlar müminleri değil,
doğrudan doğruya Allah'ı aldatıyor, daha
doğrusu aldatmaya yelteniyorlar.
Bu ve buna benzer ayetlerde önemli bir gerçekle, yüce
Allah'ın onurlandırıcı büyük bir iltifatı
ile karşılaşırız. Kur'an-ı
Kerim'in sürekli biçimde vurguladığı, gözler
önüne serdiği bu önemli gerçek; yüce Allah ile
müminler arasında sıkı bir ilişki
olduğu realitesidir. Bu realitenin ifadesi olarak yüce
Allah müminlerin safını kendi safı, müminlerin
işlerini kendi işi ve müminlerin durumunu kendi
durumu sayıyor. Onları kendi zatına ekliyor,
himayesi altına alıyor, düşmanlarını
kendi düşmanı biliyor ve onlara yöneltilmiş
olan hile ve tuzakları kendine dönük kabul ediyor.
Bu, yüce ve onur bağışlayıcı bir
iltifattır. Müminlerin statülerini ve gerçek
mahiyetlerini en yüksek düzeye yükselten, bu evrende iman
realitesinden daha büyük ve daha onurlu bir realite olmadığını
düşündüren bir iltifat... Ayrıca müminin kalbini
sınırsız bir güvenle dolduran bir iltifat.
Sebebine gelince mümin, bu ayetleri okurken yüce Allah'ın,
onun problemini kendi problemi, onun kavgasını kendi
kavgası, onun düşmanını kendi düşmanı
saydığını, onu kendi safına
aldığını ve kendi yakınına yücelttiğini
görür. Bu durumda olan bir mümin için, düşmanların
hileleri, aldatmaları, baskı ve eziyetlerinin ne
anlamı olabilir, ne değer ifade edebilir ki!..
Bu iltifat, aynı zamanda, müminleri aldatmaya, onlara
tuzak kurmaya ve eziyet etmeye kalkışanlara
karşı da korkunç bir tehdittir. Bu olumsuz tavırlarıyla
sadece müminlere karşı değil, güçlü, cebbar
ve kahredici olan yüce Allah'a karşı mücadeleye
giriştiklerini, Allah'ın dostlarına
karşı savaş açmakla aslında Allah'ın
kendisine karşı savaş açmış
sayıldıklarını ve böyle alçakça bir
eyleme girişmekle Allah'ın sillesini yemekten
kurtulamayacaklarını kendilerine bildiren bir tehdit.
Bu gerçek, bir yandan müminler tarafından
değerlendirilip onların hiçbir hilekârın
hilesini, hiçbir sahtekârın aldatmacasını ve
hiçbir zorbanın eziyetini umursamadan, güvenle ve
sebatla, yollarına devam etmelerini
sağlayıcı bir nitelik taşırken öte
yandan müminlerin düşmanları tarafından da
değerlendirilip korkmalarına, ürkmelerine, kimle
savaştıklarını öğrenmelerine ve müminlere
sataşınca kimin sillesini yemeyi hak edeceklerini
anlamalarına yolaçacak bir ağırlık
taşır.
Şimdi tekrar "Allah'a ve Ahiret gününe inandık"
diyerek Allah'ı ve müminleri aldatmaya kalkışan
o kendini beğenmiş, kendilerini beyinlerinden zekâ
fışkıran birer dahi sanan kimselere dönelim.
Onların burunları böyle havadadır. Fakat aman
Allah'ım':. Ayetin şu son cümlesinde üzerlerine ne
ağır bir hakaret yağdırılıyor!
Tekrar okuyalım:
"Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar, ama bunun
farkında değildirler."
Onlar öyle ağır bir gaflet, bir sarhoşluk içindedirler
ki, farkında olmadan sadece kendilerini aldatıyorlar.
Çünkü yüce Allah onların aldatma girişimlerini
biliyor. Bunun yanında müminler de yüce Allah'ın
himayesi altında oldukları için O, onları bu
aşağılık aldatma girişimi
karşısında koruyor. Fakat o hilebazlar gaflet içinde
yüzdükleri için kendi kendilerini aldatıyorlar, kendi
kendilerine oyun oynuyorlar. Kendilerini aldatıyorlar;
çünkü bu iki yüzlülükle kazançlı çıktıklarını,
istedikleri kârı elde ettiklerini ve müminler arasında
kâfirliklerini açıklamanın
sakıncalarından korunduklarını
sanıyorlar. Bunun yanında içlerinde kâfirlik
gizlerken dışarda takındıkları münafıklık
çehresi yüzünden kendilerini tehlikeye atmış,
kendilerini kötü bir sonuca mahkûm etmiş oluyorlar.
Fakat acaba münafıklar neden böyle çirkin bir yola başvuruyor,
niçin böylesine bir hile yapmaya girişiyorlar? Sorunun
cevabını yüce Allah veriyor:
"Onların kalplerinde hastalık vardır."
Yani karakterleri bozuktur, hasta ruhludurlar. Açık
ve dosdoğru yoldan sapmalarına ve bu yüzden yüce
Allah'ın bu anormalliklerini daha da
arttırmasını hak etmelerine tek sebep
ruhlarının hasta oluşudur.
"Allah da bu hastalıklarını
arttırmıştır."
Sebebine gelince; hastalık, başka bir
hastalık doğurur. Sapıklık, işin
başında basit, önemsiz görünür. Fakat yanlışa
doğru atılan her adım sonunda doğru çizgi
ile aradaki açı genişler, böylece sapma büyür.
Bu değişmez bir kanundur. Bütün nesnelerde,
bütün şartlarda, bütün duygu ve davranışlarda
geçerli olan ilâhî bir kanun.
Bu duruma göre onlar belli bir akıbete, yüce Allah'ı
ve müminleri aldatmaya girişenlerin hak ettikleri kaçınılmaz
akıbete doğru doludizgin ilerlemektedirler. Bu
akıbet şudur:
"Bu yalancılıkları yüzünden onları
acı bir azap beklemektedir"
Bu münafıkların, özellikle Hicret olayının
başlarında kavimleri arasında sosyal mevkii,
otoritesi, liderliği olan Abdullah b. Ubeyy b. Selul gibi
ileri gelenlerin bir başka sıfatı daha var. Bu
sıfat, toplumda yolaçtıkları bozgunculuğu
ısrarla savunma ve yaptıklarının
cezasını görmemenin verdiği
şımarıklıkla tutumlarının
doğru olduğunu inatla ileri sürme sıfatıdır.
Yüce Allah onların bu niteliğini bize şöyle
tanıtıyor:
"Onlara "yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın"
denildiği zaman "Biz yapıcı, düzeltici
kimseleriz" derler. İyi bilesiniz ki, onlar
bozguncuların ta kendileridirler, fakat bunun
farkında değildirler."
Yani, bunlar sadece yalancılık ve aldatma ile
yetinmiyorlar, bu kötü sıfatlarına küstahlığı
ve kör inadı da ekliyorlar. Bunun sonucu olarak
kendilerine "Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın"
denilince bozguncu olmadıklarını söylemekle
yetinmiyorlar, "Biz yapıcı, düzeltici
kimseleriz" demekle daha da ileri giderek işi
şımarıklığa ve
yaptıklarını haklı göstermeye
dökmektedirler
En iğrenç bozgunculuğu yaptıkları
halde kendilerinin yapıcı ve düzeltici olduklarını
ileri sürenlerin sayısı her devirde çoktur. Bunlar
böyle derler, çünkü ellerindeki değer ölçüleri,
kriterler bozuktur. Çünkü insanın vicdanındaki
ihlâs ve sırf Allah'ı amaç bilme ölçüsü
bozulunca diğer ölçülerinin ve değer
yargılarının da bozulması kaçınılmaz
olur. Başka bir deyimle yüce Allah'a ihlâsla bağlı
olmayanların, kalplerinde böylesine kesin inanç barındırmayanların
bozguncu davranışlarının farkına
varmaları imkânsızdır. Sebebine gelince; böylelerinin
vicdanlarındaki iyilik-kötülük, yapıcılık
ve bozgunculuk ölçüleri kişisel arzu ve
ihtiraslarına göre sık sık değişir,
hiçbir zaman ilâhî bir kaidenin üzerine oturamaz.
İşte bundan dolayı şu gerçekçi tanım
ve kesin akibet bildirimi ile karşı
karşıya geliyorlar:
"İyi bilesiniz ki, onlar bozguncuların ta
kendileridirler, fakat bunun farkında değildirler"
Onların diğer bir özellikleri de halk kitleleri
karşısında büyüklük taslamaları,
kendilerini üstün görmeye kalkışmalarıdır.
Onlar bu yolla halkın gözünde sahte bir mevki kazanmayı
amaçlarlar. Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor:
"Onlara "Halk nasıl iman etti ise siz de
öyle iman edin" denildiği zaman "Biz hiç
aptal ayak takımı gibi iman eder miyiz?" derler.
Asıl aptal ayak takımı kendileridir, ama bunu
bilmiyorlar"
Şüphesiz ki, Medine'de bunlara yöneltilen çağrı
ihlâslı, dosdoğru, ihtiraslardan
arınmış bir inançla iman etmeleri idi. Yani
bütün varlıkları ile İslâm'a giren,
yönlerini sırf Allah'a doğru çeviren, Peygamber
efendimizin eğitici ve yön verici telkinlerine
kalplerini açarak samimi ve art niyetsiz bir yaklaşımla
ve bütün varlıkları ile O'nun direktiflerini
benimseyen içten müslümanlar. gibi iman etmeleri.
İşte münafıkların örnek almaya çağrıldıkları,
açık, dosdoğru ve samimi biçimde iman eden "halk
kitlesi" bunlardı.
Öyle anlaşılıyor ki, münafıklar,
Peygamberimize böylesine bir içtenlikle teslim olmayı
reddediyorlar, bu tutumu, yoksul halka yaraşan, toplumda
mevkii olan seçkinlerin itibarı ile
bağdaşmayacak bir şey sayıyorlardı.
Bu düşünce ile "Biz hiç aptal ayak takımı
gibi iman eder miyiz?" demişlerdi. Yine bu gerekçe
ile yüce Allah'ın şu kesin tanımlamasına
ve susturucu cevabına muhatap oldular:
"Asıl aptal ayak takımı kendileridir,
ama bunu bilmiyorlar"
Öyle ya, aptal, aptallığı ne zaman
anlayabilmiş ve yine sapık, ne zaman doğru
yoldan uzak düştüğünü fark edebilmiştir!..
MEDİNE'DE MÜNAFIK-YAHUDİ
İŞBİRLİĞİ
Daha sonra Medine'deki münafıklar ile kindar
yahudiler arasındaki ilişkilerin ne derece
sıkı olduğunu açıklayan sonuncu özelliğe
sıra geliyor. Münafıklar; yalancılık,
aldatmaca, aptallık ve kof iddiacılıkla
yetinmiyorlar, bu çirkin niteliklerine ödlekliği, alçaklığı
ve karanlık köşelerde entrika çevirmeyi de
ekliyorlardı. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Onlar müminler ile karşılaştıkları
zaman "inandık"
derler. Fakat şeytanları, elebaşları ile
başbaşa kaldıkları zaman "Biz sizinle
birlikteyiz, onlarla sadece alay ediyoruz" derler."
Bazıları alçaklığı,
kalleşliği ve çirkin entrikacılığı
güçlülük ve erişilmez bir marifet sanırlar. Oysa
bunlar, aslında zayıflık ve seviyesizlik göstergesidir.
Çünkü güçlü olan kimse hiçbir zaman alçaklık,
iğrençlik, aldatıcılık, kalleşlik,
entrikacılık ve hakaret yapmaz.
Fakat müminler ile açıkça karşı
karşıya gelmekten kaçınarak sözde iman etmiş
görünen ve böylece başlarına gelebilecek
sıkıntıları peşin olarak
savdıkları gibi bu kaypak tutumlarını müslümanlara
zarar verebilmek için avantaj olarak kullanan münafıklara
gelince, bunlar çoğunlukla yahudilerden oluşan
şeytanları ve elebaşları ile
başbaşa kalanca "Biz aslında sizinle
birlikteyiz, iman etmiş ve dinlerini onaylamış
gibi görünürken müminlerle sadece alay ediyor, onlarla eğleniyoruz."
derler. Bu kirli ve çok yönlü oyun içinde yahudiler,
münafıkları müslümanların
saflarını bölmek ve parçalamak için araç olarak
kullanırken, münafıklar da yahudileri dayanak ve
sığınak olarak görüyorlardı.
Kur'an-ı Kerim, onların bu alçaklıklarını
ve çirkin sözlerini anlattıktan hemen sonra, onlara,
sıradağları bile sarsacak şu tehdidi
indiriyor:
"Aslında onlarla alay eden ve kendilerini
azgınlıkları içinde yuvarlanmaya bırakan
Allah'dır!"
Göklerin ve yeryüzünün cebbar sıfatlı
yaratıcısı tarafından alay edilen bir
kimseden daha perişan ve daha bedbaht biri düşünülebilir
mi? Gerçekten insan "Aslında onlarla alay eden ve
kendilerini azgınlıkları içinde debelenmeye bırakan
Allah'dır" ayetini okurken hayalinde son derece
ürkütücü ve son derece korkunç bir manzara canlanır.
Yüce Allah bu küstahları nereye varacaklarını
bilmedikleri bir çıkmaz yolda kılavuzsuz bir
şaşkınlıkla debelenmeye
bırakıyor. Arkasından cebbar ve son derece güçlü
bir el, yani yüce Allah'ın kudret eli onlara pençe atıyor.
Tıpkı gizli kapandan habersiz biçimde tuzak yerine
sıçrayan zavallı fareler gibi! İşte öyle
korkunç bir alay ve istihza ki, onların zavallı
alaycılıklarına hiç benzemez.
Burada, daha önce varlığını
bildirdiğimiz realite yine karşımıza çıkıyor.
Müminleri hedef alan savaşlarda yüce Allah'ın müslümanların
tarafını tutması, onlara sahip çıkması
gerçeği yani. Bu taraf
tutma ve sahiplenme imtiyazı Allah'ın
dostlarına eksiksiz bir güven bağışlarken
Allah'ın şaşkın düşmanları için
son derece çirkin ve korkunç bir akıbet
hazırlıyor. Bu şaşkınlar
azgınlıklarına devam etmelerini sağlayan
bir toleransla aldatılarak ve içlerindeki düşmanlığı
dışa kusmalarına biraz daha fırsat
tanınarak kör gidişlerinde debelenmeye, sürünmeye
bırakılıyor. Fakat az ötede pusu kuran
korkunç akıbet kendilerini bekliyor, onlar ise bundan
habersiz olarak gözleri kapalı bir şekilde yürüyorlar.
Yüce Allah'ın şu ayeti onların gerçek
durumunu ve uğradıkları zararın çapını
açıkça gözler önüne serici niteliktedir:
"Onlar hidayet karşılığında
sapıklığı satın alan kimselerdir. Bu
yüzden yaptıkları ticaretten kazanç elde edememişler
ve de hidayete erememişlerdir"
Çünkü, eğer isteselerdi hidayete ererlerdi. Bu imkân
önlerinde idi, hidayeti tercih etmek ellerinde idi. Fakat en
şaşkın bir tüccar gibi davranarak "Hidayet
karşılığında
sapıklığı satın aldılar".
Bu şaşkın tercihlerinin sonucu olarak "Yaptıkları
ticaretten kazanç elde edememişler ve de hidayete
erememişlerdir."
Zannederim, gözlem altında tuttuğumuz bu
üçüncü tabloya bu ayetlerde; birinci ve ikinci tabloya ayrılan
yerden daha geniş bir yer verildiği dikkatlerden kaçmamıştır.
Bunun sebebi şudur: Birinci ve ikinci tabloya tek yönlülük
ve yalınlık (karmaşıksızlık)
egemendir. Şöyle ki, birinci tablo, seçtiği yönde
doğrultusunu belirlemiş, saf bir psikolojik
yapıyı yansıtırken, ikinci tablo da,
rayından çıkmış, fakat belirlediği yönde
doludizgin ilerleyen bir psikolojik yapının durumunu
tasvir ediyor. Üçüncü tabloya gelince, burada sürekli
zikzak çizen, hasta, karmaşık ve istikrarsız
bir psikolojik yapı ile karşı
karşıyayız. Bundan dolayı bu tablonun
belirginlik kazanabilmesi ve içinde barındırdığı
çok sayıdaki farklı özelliğin
tanınabilmesi için çok sayıda fırça
darbesini ve daha çok çizgiyi gerektirmiştir.
Bu tablo hakkında uzun uzun bilgi verilmesinin
bir başka sebebi de şudur: Medine'de münafıkların,
müslüman cemaate sıkıntı verme konusundaki
rollerinin önemi, yolaçtıkları tasanın,
endişenin ve kargaşanın ne kadar geniş
çaplı olduğu vurgulanmak istenmiştir.
Ayrıca bu ayrıntılı açıklamanın
bir başka amacı da, münafıkların her dönemde
müslümanların iç cephesinde yıkım meydana
getirme açısından önemli rol oynayabileceklerine,
onların oyunlarını ve çirkin hilelerini keşfetmenin
ne kadar gerekli olduğuna dikkatleri çekmektir.
MÜNAFIKLARIN KARAKTERİ
Bu ayetlerin devamında bu grubun karakter
yapısı daha açık ve net biçimde ortaya çıksın
diye yüce Allah bize onlarla ilgili aşağıdaki
örnekleri veriyor:
|
|
O |
|
O |
|