Yüce Allah'ın sıkıntılarla ve sevinçlerle,
zorluklarla ve nimetlerle denemeye, ilişkin yasası (sünnetullah)
ortada iken, kendilerinden önce bu ülkeleri onardıkları,
imar ettikleri halde, onları yüzüstü bırakan ve
kendilerine terkedip giden eski milletlerin,
şaşkına dönen yalanlayıcıların
acı akıbetleri gözlerinin önünde olduğu halde,
yine de kasabaların halkı güven içinde miydi? Onlar
gafletlerinin birine daldıkları bir sırada,
dalgınlıklarının biri içinde debelendikleri
bir sırada, Allah'ın cezasının kendilerini
yakalayıp darmadağın hale getirmesinden yok
etmesinden emin mi oldular? Uyku halinde insanın iradesi
elinden alınır, gücü elinden alınır. Önlem
alma imkânına sahip değildir. En küçük bir böcekten
bile kendisini koruyamaz. Yüce kudret sahibi olan Allah'ın
cezasına karşı kendisini nasıl
koruyabilecektir? Çünkü bu, ulu kudretin karşısında
değil uyurken, en fazla uyanık, güçlü ve önlemlerini
aldığı anlarda bile karşı koyamaz!
Yoksa onlar Allah'ın cezasının kuşluk
vaktinde oyuna daldıkları sırada kendilerini
yakalamasından emin mi oldular? Oyuna dalmak insanın
uyanıklığını ve tedbir almasını
engeller. Hazırlık yapmasına ve ihtiyatlı
bulunmasına fırsat vermez. İnsan oyuna,
eğlenceye daldığı sırada bir
saldırgan karşısında kendisini koruyamaz. Hal
böyleyken, insanın en ciddi ve tedbirli sıralarda,
savunma için gerekli bütün önlemlerini aldığı
hallerde ile bir varlık gösteremediği Allah'ın
saldırısı karşısında durumu ne
olacaktır?
Allah'ın cezası o kadar şiddetlidir ki,
insanların ona karşı ne uyku halinde, ne
uyanık haldeyken, ne oyunda, ne hazırlıklı
oldukları sıralarda karşı koymaları asla
mümkün değildir. Fakat Kur'an-ı Kerim'in anlatım
tarzı, insanın vicdanını derinden sarsmak,
onun sakınma ve uyanma duygularını harekete geçirmek
için onun en zayıf anlarını yakalıyor.
Derinden sarsan büyük saldırıyı beklerken onu
zaafın, gafletin ve beklenmedik bir zaman diliminin içinde
uyarıyor. Bu durumda o ister uyanık olsun, ister gaflet
içinde olsun asla kurtulamaz. Hem uyanık olmak, hem de
gaflet içinde debelenmek Allah'ın cezası
karşısında farketmez. Aynıdır!
"Allah'ın cezasından emin mi oldular?"
Allah'ın insanlar tarafından bilinmeyen gizli
planından emin mi oldular ki Ondan korunsunlar ve
sakınsınlar...
"Oysa hüsrana uğrayan toplum dışında,
hiç kimse kendini Allah'ın tuzağından emin sayamaz."
Kendini güven içinde hissetmenin, gafletin ve vurdumduymazlığın
ardında hüsrandan başka bir şey yoktur. Bu hüsrana
müstehak olanlardan başkası Allah'ın
cezasından bu derece güven içinde olamazlar! Yoksa onlar
günahları yüzünden yok edilen, gafletlerinin cezasına
çarptırılan tarihin derinliklerine gömülmüş
önceki toplumlardan bu yeryüzünün hakimiyetini devraldıkları
halde Allah'ın cezasından emin mi oldular? Kendilerinden
önce gelip geçenlerin acı akıbetleri onlara yol göstermeli
ve yollarını aydınlatmalı değil miydi?
"Üzerinde yaşadıkları toprakları eski
yerlilerinden miras alanlar, istesek kendilerini günahları yüzünden
musibetlere çarptırabileceğimizi, kalplerini mühürleyebileceğimizi
ve kulaklarının işitemez olabileceğini, bu
tarihi sürecin ışığında halâ kavrayamadılar
mı?"
Allah'ın yasası (sünnetullah) kesinlikle değişmez.
Allah'ın iradesi asla duraklamaz. Şu halde Cenab-ı
Allah'ın önceki milletleri cezalandırdığı
gibi, kendilerini de günahları yüzünden cezalandırmayacağını
garanti eden nedir? Kalplerine mühür vurmasına, bundan böyle
doğru yolu bulamaz hale gelmelerine, hatta hidayete erdirecek
belgelere kulak asmaz bir duruma düşmelerine, neticede hem dünyada,
hem de ahirette sapıklıklarının cezasına
çarptırılmalarına engel olacak neleri vardır?..
Hiç şüphesiz önceki milletlerin acı akıbetleri,
kendilerinin onların yerine geçmeleri ve Allah'ın yürürlükteki
değişmez yasaları... Evet bunların hepsi
korunmaları ve sakınmaları, yalancı (sahte) güven
havasından, şaşkına döndüren vurdumduymazlıktan,
uçuruma götüren gafletten kurtulmaları için bir uyarıcı
olmalıydı. Kendilerinden önceki milletlerin akıbetlerinden
ders almalıydılar. Belki bu şekilde aynı
akıbete uğramazlardı! Keşke buna kulak
verselerdi!
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de yer alan bu
sakındırıcı direktifle, insanların sürekli
korku ve endişe içinde yaşamalarını, gecenin
veya gündüzün herhangi bir saatinde ölümün ve yok oluşun
kendilerini yakalayacağının endişesiyle tir
tir titremelerini istememiştir. Bilinmeyen gizemli
şeylerden sürekli korku, istikbalden sürekli endişe içinde
hareket etme, her an ölüm tehdidi ile yaşama, insanın
enerjisini sekteye uğratabilir, gücünü dağıtabilir:
Hatta onun çalışma, üretim, hayatı
geliştirme ve yeryüzünü imar etme umudunu kırabilir.
umutsuzluk içine itebilir... Bu ayetlerle yüce Allah'ın
insanlardan istediği tek şey uyanıklık,
duyarlılık, Allah korkusu, otokontrol (nefis murakabesi),
insanlığın deneyimlerinden ibret almak,
insanlık tarihini harekete geçiren dinamikleri görmek,
Allah ile sürekli bir bağ içinde olmak, geçimin güzel
şartlarında ve hayatın bolluk ve saadetine
aldanmamaktır.
Yüce Allah, insanlar bütün duyarlılıklarıyla
O'na yöneldiklerinde, kulluklarını, ibadetlerini
yalnız O'na sunduklarında, onlara hem dünya, hem ahiret
güvenini, huzurunu, mutluluğunu ve kurtuluşunu söz
veriyor. İnsanlar Allah'tan korktuklarında hayatın
tadını kaçıran her kirli şeyden
kurtulacaklardır. Yani yüce Allah onları
aldatıcı maddi nimetlerin himayesindeki güvene değil,
Allah'ın himayesindeki güvene, emniyete çağırıyor.
Geçici maddi kuvvetlerine değil, Allah'ın gücüne
güvenmeye davet ediyor. Dünya mallarına değil,
Allah'ın katındaki nimetlere dayanmaya dikkat çekiyor.
Müminlerin önünde Allah'a iman eden, Allah'tan korkan ve
O'nun cezasından emin olmayan, O'ndan başkasına
dayanmayan bir nesil vardır. Bu neslin sözü edilen sıfatları
onların kalplerini imanla onarmış, Allah'ın
zikri ile huzura kavuşmuş, şeytana, arzu ve
isteklerine karşı güçlü bir konuma gelmiş,
Allah'ın gösterdiği yol ile yeryüzünde iyiliği
yaygınlaştırmış, insanlardan
korkmamış, Allah'ı korkulmaya daha lâyık görmüş
olmalarıdır.
İşte hiçbir şekilde karşı konulmayan
Allah'ın cezasından ve asla farkına
varılmayacak olan Allah`ın tuzağından, sürekli
olarak korkulmasını aşılayan ayetlerden
anlamamız gereken budur. Çünkü yüce Allah bizi kararsızlığa
çağırmaz, yalnızca uyanık olmaya çağırır.
Bizi endişeye sürüklemez, sadece duyarlı
olmamızı ister. Hayatı durdurmak istemez. Fakat onu
umursamazlıktan ve azgınlıktan korumayı
öngörür.
Kur'an-ı Kerim'in metodu bunun yanında
değişmekte olan ruhların ve kalplerin
gelişmelerini, değişik milletlerin ve
toplulukların gelişme aşamalarını ele
alır ve onları uygun bir zaman diliminde, uygun bir
tedavi şekliyle tedavi eder. Buna bağlı olarak
insanın, yeryüzünün güçlerinden ve hayatın
cilvelerinden korktuğu sıralarda Allah'ın
himayesindeki güvenden, emniyetten ve huzurdan bir yudum verilir
ona. Yeryüzünün güçlerine ve hayatın aldatıcı
nimetlerine dayanmaya başladığında ise, ona
bir yudum korku, sakınma ve Allah'ın cezasını
bekleme duygusu verir. Ve şüphesiz Allah yarattıklarını
en iyi bilendir. Yüce hikmet sahibidir ve her şeyden haberi
olandır.
Kur'an-ı Kerim'in ifade tarzı yürürlükteki yasayı
belirledikten ve insanın vicdanına onca kuvvetli
temaslara dokunduktan sonra, hitabını Peygamberimize
-salât ve selâm üzerine olsun- yöneltiyor. Bütün bu
kasabaların sınanmasına ilişkin evrensel
sonucu kendisine açıklıyor.