65- "Ad kavminde de kardeşleri Hud'u peygamber olarak
gönderdik. Hud onlara `Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk
ediniz, O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. O'ndan
korkmuyor musunuz?' dedi. "
66- "Soydaşlarının ileri gelen kâfirleri
O'na `Biz seni aptal olarak görüyoruz ve bir yalancı
olduğunu sanıyoruz' dediler. "
67- "Hud onlara dedi ki; `Bende bir aptallık yoktur,
tersine tüm varlıkların Rabbi tarafından gönderilen
bir peygamberim. "
68- "Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum, sizin
için güvenilir bir öğüt vericiyim. "
69- "Sizi uyarmak üzere içinizden biri aracılığı
ile Rabbiniz tarafından size mesaj olması
tuhafınıza mı gidiyor? Allah'ın sizi Nuh
kavminin yerine geçirdiğini, sizi vücud yapısı
bakımından onlardan daha güçlü yarattığını
hatırlayınız. Allah'ın nimetlerini
hatırlayınız ki kurtuluşa eresiniz. "
70- "Soydaşları ona dedi ki, :Sen bize tek
Allah'a kulluk edelim, atalarımızın
taptıkları ilâhları bırakalım diye mi
geldin. Eğer söylediklerin doğru ise ilerde çarpılacağımızı
söylediğin azabı şimdi başımıza
getir, bakalım. "
71- "Hud onlara dedi ki, `Rabbinizin azabı ve öfkesi
hakkınızda kesinleşti. Allah'ın
haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve
atalarınız tarafından takılmış
birtakım adlar üzerine benimle tartışmaya mı
girişiyorsunuz? O halde bekleyin bakalım, ben de sizin
ile birlikte bekliyorum. "
72- "Hud'u ve beraberindekileri rahmetimizin sonucu olarak
kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayarak inanmamış
olanların ise kökünü kuruttuk. "
İşte, aynı peygamberlik, aynı
tartışma ve aynı netice... Bu aynı kanun, yürürlükteki
yasa ve ilâhi adettir...
Ad kavmi, Nuh'un ve gemide, sayılarının 13
olduğu söylenen, yanında olup, kurtulanların
torunlarıdır.. Şüphe yok ki, bunların
ataları, gemide kurtulan müminler, Nuh'un dininde -ki
islâmdı- idiler ve kendisinden başka ilâh olmayan
biricik Allah'a tapınıyorlar ve O'nun alemlerin Rabbi
olduğuna inanıyorlardı. Zaten Nuh da onlara `Fakat
ben alemlerin Rabbinin elçisiyim' demişti. Uzun bir süre
geçti. Yeryüzüne dağıldılar. Şeytan her
zamanki oyunlarını onlara da oynadı. Onları -öncelikle
mülk ve mal sevgisi olmak üzere- Allah'ın
şeriatına değil, kendi isteklerine göre arzuları
doğrultusunda yöneltti. Hud'un kavmi peygamberlerinin tek
olan Allah' a tekrar kulluğa çağırmasını
hoş görmeme sapıklığına düşdüler.
"Ad kavmine de kardeşleri Hud'u peygamber olarak gönderdik.
Hud onlara `Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz,
O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. O'ndan kor
kmuyor
musunuz?' dedi."
Bu sözleri daha önce Nuh söylemiş, kavmi O'nu
yalanlamış, bu nedenle başlarına gelen
gelmişti. Allah onların ardından Ad kavmini gönderdi.
Burada onların yurtları belirtilmiyor. Başka
surelerden öğreniyoruz ki, onlar, Yemen
sınırında Yemame ve Hadramut arasında yüksekçe
yerler olan Ahkaf'lıdırlar. -Bunlar da daha önce Nuh'un
kavminin gittiği yolu izliyorlar. Bu yolu izleyenlerin
başlarına gelenleri ne düşünüyorlar, ne de hatırlıyorlar.
Bu yüzden Hud Allah'dan ve bu korkunç sonuçtan korkmamalarından
endişe ederek, onlara seslenirken `O'ndan korkmuyor musunuz?'
sorusunu da, sözlerine ekledi.
Kavminin ileri gelenlerine, soydaşlarından birinin
onları hidayete çağırması ve çok az sakınmalarını
hoş görmemesi ağır geldi ve haddi aşarak,
O'nu deli ve ahmak saydılar. Ne kötü değer takdiri!
Utanmadan ve hayasızca, hep beraber peygamberlerini delilik
ve yalancılıkla suçlamaya kalkıştılar:
"Soydaşlarının ileri gelen kâfirleri O'na
`Biz seni aptal olarak görüyoruz ve bir yalancı
olduğunu sanıyoruz'
dediler."
Araştırmadan, düşünmeden ve hiçbir delile
dayanmadan, böyle ölçüsüzce davrandılar.
"Hud onlara dedi ki; Bende bir aptallık yoktur,
tersine tüm varlıkların Rabbi tarafından gönderilen
bir peygamberim. Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum,
sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim."
Kendisinden, -sapıklık iddiasını
reddettiği gibi- aptal olduğu iddiasını da
kesinlikle ve doğrulukla reddetti. -Daha önce Nuh'un ortaya
koyduğu gibi- onlara, elçiliğinin
kaynağını ve hedefini açıkladı, bu
konuda onlara öğüt verdiğini ve tebliğinde
doğru sözlü olduğunu da ortaya koydu. 'Tüm bunları,
onlara bir davetçinin yumuşaklığı ve güvenilir
bir kişinin doğruluğu ile söyledi.
Daha önce Nuh kavminin tuhaf karşıladığı
gibi, onların da peygamberlikten kaynaklanan bu misyonun içeriğini
garipsemiş olmalılar ki, sanki her ikisi de aynı
ruhu taşıyan bir kişilikmişçesine, Hud da
onlara daha önce Nuh'un söylediği sözleri tekrarlıyor:
"Sizi uyarmak üzere içinizden biri aracılığı
ile Rabbinizden size mesaj gelmesi tuhafınıza mı
gid
iyor?"
Sonra sözlerine, onlara sunulan bir gerçeği ekliyor...
Nuh kavminden sonra yeryüzüne halef olmaları,
dağlık bölgede türemeleri nedeniyle vücutça sağlam
ve kuvvetli olmaları, yanısıra otorite ve saltanat
verilmesi gerçeğini:
"Allah'ın sizi Nuh kavminin yerine geçirdiğini,
sizi vücud yapısı bakımından onlardan daha güçlü
yarattığını hatırlayınız.
Allah'ın nimetlerini hatırlayınız ki
kurtuluşa eresiniz."
Nimetlere şükürle karşılık verme,
azgınlıktan kaçınma, geçmişlerin sonundan
sakınma, bu halef olmanın, bu güç ve kuvvetin
gereklerindendir. Onlar değişmeyen, şaşmaz ilâhi
kanuna uygun olan ve belirli bir kadere göre işleyen
yasaların işlemeyeceğine dair Allah'dan yemin mi
aldılar? Nimetleri sayıp dökmek, insanlarda şükrü
doğurur. Nimete şükür ise, sebeplerin korunmasını
ister. Bunun ardından da, dünya ve öte dünyada kurtuluş
sağlanır.
Fakat fıtrat değiştiği zaman, ne düşünüyor,
ne uyarıları değerlendiriyor, ne de öğütleri
dinliyor. İşte böylece kavmin ileri gelenleri günah
içinde, gurura kapıldılar, tartışmayı
kısa kestiler ve ögütleri ağır bulanın
aceleciliği ile uyarıları alaya aldılar ve
azabın çabuk gelmesini istediler:
Soydaşları ona dedi ki, Sen bize tek Allah'a kulluk
edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları
bırakalım diye mi geldin. Eğer söylediklerin doğru
ise, ilerde çarpılacağımızı söylediğin
azabı şimdi başımıza getir, bakalım.'
Sanki bakmaya dayanamadıkları ve dinlemeye
sabredemedikleri kötü bir işe çağırılıyorlar!
Soydaşları ona dedi ki, `Sen bize tek Allah'a kulluk
edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları
bırakalım diye mi geldin.'
Gönüllerin ve akılların ülfet peydah ettiği
realiteye tutsaklık duygusuna dair ne kötü bir manzara! Bu
tutsaklık duygusu insanı, inceleme ve değerlendirme
hürriyeti, düşünce ve inanç hürriyeti gibi insanlık
özelliklerinden soyutluyor. Kişiyi gelenek ve göreneklerin,
örf ve adetlerin kulu, kendisi ve kendi gibi diğer kölelerin
arzularının kulu yapar ve bilgi ve
aydınlığın tüm yollarını ona
kapatır.
Böylece kavim, gerçekle yüzyüze gelmekten, daha doğrusu
kulu oldukları batılın saçmalığını
düşünmekten kaçınarak, azabın çabuk gelmesini
istiyor ve güvenilir öğütçü peygamberlerine şöyle
diyorlar:
"Eğer söylediklerin doğru ise, ilerde çarpılacağımızı
söylediğin azabı şimdi başımıza
getir, bakalım"
Daha sonra, Peygamberin kesin ve hızlı
karşı cevabı geliyor:
"Hud onlara dedi ki, `Rabbinizin azabı ve öfkesi
hakkınızda kesinleşti. Allah'ın
haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve
atalarınız tarafından tartışmaya mı
girişiyorsunuz? O halde bekleyin bakalım, ben de sizin i
le
birlikte bekliyorum."
Rabbinin kendisine bildirdiği, hakettikleri ve kaçacak
hiçbir sığınakları bulunmayan
akıbetlerini onlara ulaştırıyor... Bu
beraberinde Allah'ın gazabı olan, defedilemez bir azab.
Sonra azaba dair bu aceleleri peşisıra azap
hızlandırılıyor. Düşünce ve inançlarının
bayağılığı ortaya konuyor.
"Allah'ın haklarında hiçbir kanıt
indirmediği, kendiniz ve atalarınız tarafından
takılmış birtakım adlar üzerine benimle tartışmaya
mı girişiyorsunuz?
Allah'la birlikte kulluk ettiğiniz şeylerin hiçbir
gerçekliği yoktur. Kendiniz ve atalarınız
tarafından takılmış birtakım
adlardır. Allah onlar hakkında bir kanıt
indirmemiş ve izin de vermemiştir. Bu durumda ne
onların bir otoriteleri, ne de sizin buna dair bir
kanıtınız vardır.
Kur'an'da tekrar edilen `Allah'ın haklarında hiçbir
kanıt indirmediği' ifadesi, temel bir gerçeği düşündürüyor...
Allah'ın indirmediği her söz, kanun, örf veya düşüncenin
bir ağırlığı yoktur, etkisi azdır ve
kayboluşu çabuk olur... Fıtrat, tüm bunları
hafife alır. Eğer sözler, Allah'dan geliyorsa, Allah'ın
onlara yerleştirdiği bir yetki nedeniyle, bir
ağırlığı vardır ve gönüllere işler,
yerleşir.
Nice alımlı düşünce, nice süslü ve otorite
destekli sosyal kurum ve uygulama vardır, ama Allah'ın
otoritesinden kaynaklanan bir güç içeren sözleri karşısında
eriyip gider. Huzurlu bir güven ve yetkinliğin verdiği
sağlamlık içerisinde Hud soydaşlarına meydan
okudu:
"O halde bekleyin bakalım, ben de sizin ile birlikte
bekliyorum."
Bu güven, Allah'a çağıranların hissettiği
gücün kaynağıdır... Hud, getirdiği
hakkın Allah'ın otoritesinden aldığı gücü
ve kuvveti bildiği gibi, batılın -her ne kadar
yaygın ve güçlü görünse de- gerçekte zayıf,
etkisiz ve güçsüz olduğunu da yakinen bilir.
Bekleyiş pek uzun sürmüyor:
"Hud'u ve beraberindekileri rahmetimizin sonucu olarak
kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayarak inanmamış
olanların ise kökünü kuruttuk."
Bu, geriye bir kişi bile bırakılmadan gerçekleşen
tam bir yokediştir. Bu olay hakkında, son ferdine kadar
bütün kavim yok edildiği için, `kökleri kazındı'
ifadesi kullanılabilir.
Böylece yalanlayanların defterinden bir sayfa daha
kapanmaktadır. Uyarı yarar
sağlamadığı halde, başka bir uyarı
daha yapılıyor... Başka surede bu azap
hakkında ayrıntılı bilgi verildiği halde,
burada ayrıntıya girilmiyor. Biz de, konuları
hızlı geçmeyi amaçlayan bu ayetleri izleyerek,
durmuyoruz ve bu ayetteki yerler hakkında fazla
ayrıntıya girmiyoruz.