Bu, anne-babalarının hikâyesinin ve şeytanla
başlarından geçen olayların ve Rabblerinin emrini
unutup düşmanların vesvesesine kulak vermeleri
nedeniyle, düşmanlarının başlarına
getirdiği çıplaklık sahnesinin ardından yer
alan değerlendirme amaçlı duraklamanın içinde
Ademoğulları'na yapılan ikinci çağrıdır.
Bu çağrı, Allah'ın evini çıplak tavaf
etme hikâyesi ve atalarının yapa geldikleri
şeylerin Allah'ın emri ve hükmü olduğunu ileri sürmeleri
konusundaki cahiliye geleneklerine ilişkin söylediklerimizle
anlaşılmış oluyor.
Birinci çağrı; Ademoğulları'na
anne-babalarının yaşadığı sahneyi ve
ayıp yerlerini örten iç elbiseyle insanı güzelleştiren
dış elbiseyi göndermedeki yüce Allah'ın nimetini
hatırlatma amacına yöneliktir. Şu ikinci çağrı
ise; genelde tüm insanlara ilk günlerinde islâmın
karşılaştığı müşriklere yönelik
şeytana teslim olmamalarına ilişkin bir
sakındırma mahiyetindedir. Hayatları için
seçtikleri sistem, yasa ve gelenekler noktasında ona uyup
fitneye kapılmamaları için bir uyarıdır.
Nitekim şeytan daha önce anne-babalarının
cennetten çıkarılmalarına neden olmuş, avret
yerlerini göstermek için elbiselerini çıkarıp çıplak
bırakmıştı. Dolayısıyla eski ve yeni
cahiliye toplumlarının karakteristik özelliği olan
çıplaklık ve açık-saçıklık,
şeytanın saptırması sonucu işlenen
eylemlerden biridir. Adem ve çocuklarını yoldan çıkarmaya
yönelik inatçı düşmanın planını
uygulamasıdır.
Bu, insanla düşmanı arasında süren savaşın
bir cephesidir. O halde Ademoğulları kendilerini,
tuzağa düşürmek için düşmanlarına
fırsat vermemelidirler. Bu savaşta galip gelip en
sonunda cehennemi onlarla doldurmasına imkân tanımamalıdırlar.
"Ey insanoğulları, şeytan
ana-babanızı elbiselerinden soyundurup ayıp
yerlerini meydana çıkararak cennetten çıkardığı
gibi sizleri de ayartıp tuzağa düşürmesin."
Yüce Allah, sakındırmayı artırmak,
sakınma duygusunu ön planda tutmak için onlara şeytan
ve yardakçılarının kendilerinin göremeyeceği
yerlerden onları görebildiklerini haber vermektedir. O halde
şeytan, gizli yöntemleriyle onları tuzağa düşürme
açısından son derece güçlüdür. Dolayısıyla
kendilerini saptırmaması için çok daha ihtiyatlı
olmaya, fazlasıyla uyanık olmaya ve sürekli hazırlıklı
bulunmaya ihtiyaçları vardır.
"Sizin şeytanın ve adamlarının göremeyeceği
Sonra da sakınma gereğini ifade eden etkin ve
anlamlı bir mesaj yer alıyor... Kuşkusuz yüce
Allah, şeytanların mü'min olmayanlara dost olmalarını
takdir etmiştir. Dostu düşman olan kişinin vay
haline... O zaman düşmanı onu boyunduruğu
altına alacak, saptıracak, Allah'dan bir yardım,
bir destek ve bir dostluk görmeden dilediği yöne
sürükleyecektir.
"Biz şeytanları, inanmayanlara dost yaptık."
Bu bir gerçektir. Allah müminlerin dostu olduğu gibi,
şeytan da mümin olmayanların dostudur. Bu aynı
zamanda ürkütücü bir gerçektir. Ve son derece tehlikeli
sonuçlar doğurmaktadır. Bu gerçek bu şekilde
kesin olarak ifade edildikten sonra müşrikler olmuş bir
durum gibi bununla karşı karşıya
bırakılmaktadır. Biz de şeytanın
dostluğunun nasıl olduğunu, insanların düşüncelerinde
ve hayatlarında ne şekilde hareket ettiğini gözlerimizle
görüyoruz. Bu, onün örneklerinden biridir:
"Onlar bir kötülük işlediklerinde "Biz
atalarımızdan böyle gördük, böyle yapmamızı
emreden Allah'dır derler."
Arap müşriklerinin yaptığı ve söylediği
buydu. Aralarında kadınlar da bulunduğu halde
Allah'ın evini çıplak tavaf etme kötülüğünü işliyor
sonra böyle yapmalarını emredenin yüce Allah olduğunu
ileri sürüyorlardı! Oysa ataları böyle emredip yapmışlardı.
Onlar da bu davranışı atalarından miras
alıp uyguluyorlardı.
Onlar -müşrik olmalarına rağmen- dinin
hayatın problemleri ile ne işi var? diyen ve
Allah'ın dışında sistem, yasa, değer
yargıları, ölçüler, gelenek ve görenekler belirleme
hakkına sahip olduğunu ileri süren modern cahiliye
toplumları gibi büyüklenmiyorlardı. Bir yalan
uyduruyor, bir yasa belirliyorlardı. Sonra da "böyle
yapmamızı emreden Allah'dır" diyorlardı.
Kuşkusuz bu, son derece iğrenç ve alçakça bir plandır.
Çünkü gönüllerinde dini duyguların
kalıntıları bulunan kimseleri kandırıp bu
uydurmalarının Allah katından gelmiş bir
şeriat olduğu kuruntusuna kapılmalarına neden
olmaktadır. Bununla beraber bunlar Allah'ın
dışında insanların durumlarına en uygun
olanı görüp, onlar için kanun koyma yetkisine sahip olduğunu
iddia edenden daha az küstahtılar.
Yüce Allah Peygamberine, -salât ve selâm üzerine olsun-
Allah'a yapılan bu iftirayı yalanlamak, O'nun
şeriatının tabiatını ve kötülükten
uzak oluşunu açıklamakla onları
karşılamasını emretmektedir. Çünkü yüce
Allah'ın kötülüğü emretmesi O'nun yüce
şanına yaraşır bir şey değildir:
"Onlara de ki; "Allah kötülük işlemeyi
emretmez. Allah adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"
Yüce Allah kesinlikle kötülüğü emretmez. Kötülük
ise; aşırı yani sınırı aşan her
şey demektir. Çıplaklık da bu tür
kötülüklerden biridir. Yüce Allah'ın böyle bir şeyi
emretmesi mümkün değildir. Yüce Allah belirlediği
sınırlara tecavüz edilmesini, örtü, haya ve takvaya
ilişkin emirlerine karşı çıkılmasını
nasıl emreder? Sonra yüce Allah'ın emir ve
yasaları iddiayla olmaz. O'nun emirleri ve hükümleri
peygamberlerine indirdiği kitaplarında yer alır.
Allah'ın sözlerinin ve hükümlerinin öğrenileceği
diğer bir kaynağın varlığı sözkonusu
değildir. Allah'ın kitabına ve Allah'ın
peygamberinin tebliğine dayanmadığı sürece
bir insanın herhangi bir emrin Allah'ın hükmü olduğunu
ileri sürmesi geçersiz bir iddiadır. Çünkü Allah'ın
dini hakkında söz söyleyen birinin dayanacağı
şey Allah'ın sözü ile kanıtlanmış kesin
bilgi olmalıdır. Yoksa her insan kendi arzusunu öne
sürüp, bu Allah'ın dinidir iddiasında bulunduğu
zaman, bir kargaşanın baş gösterme imkânı
doğmuş olur.
Kuşkusuz cahiliye aynı cahiliyedir. Ve o, her zaman
temel özelliklerini korur. İnsanlar cahiliyeye geriye dönüş
yaptıkları her seferse, benzer sözleri söylemiş,
zaman ve mekân farklılığına rağmen
aralarında benzer düşünceler gelişmiştir. Günümüzde
içinde yaşadığımız şu cahiliye
toplumunda bir yalancının çıkıp kendi
arzusunun yönelttiği birtakım şeyler söyleyip
sonra da "İşte Allah'ın
şeriatı" demediği gün olmuyor. Gün geçmiyor
ki, küstah ve büyüklük taslayan birinin çıkıp dinin
belirlenmiş emir ve yasaklarını inkâr edip
"dinin böyle olması mümkün değildir",
"dinin böyle emretmesi imkânsızdır",
"dinin bunu yasaklamış olması mümkün değildir"
demesin... Kanıt ise; kendi arzusudur tabii...
"Allah adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"
Bu kötülüğü işlemelerini emredenin yüce Allah
olduğuna ilişkin iddiaları reddedildikten sonra yüce
Allah'ın emrinin aksi yönden belirdiği açıklanmaktadır.
Yüce Allah her işte adalet ve dengeyi emretmiştir, kötülük
ve aşırılığı değil. İbadet
ve ayinlerde Allah'ın hayat metoduna uygunluğu,
Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- indirdiği
kitaba başvurmayı emretmiştir. Sorunu her
insanın arzusuna uyarak birtakım şeyler söyleyip
sonra da bunun Allah'ın dini olduğunu iddia edeceği
şekilde başıboş
bırakmamıştır. Boyun eğmenin sırf
kendisine yönelik olmasını, kulluğun eksiksiz bir
şekilde kendisi için olmasını emretmiştir. Hiç
kimse hiç kimsenin şahsından kaynaklanan kurallara
uyamaz. Aynı şekilde hiç kimse de bir başkasının
şahsından kaynaklanan buyruklarına boyun
eğemez.
"De ki; "Rabbim bana ölçülü ve dengeli olmayı
emretti. Her secde yerinde ve anında tüm varlığınızla
O'na yönelerek müşriklikten tamamen arınmış
bir bağlılıkla O'na dua ediniz."
Allah'ın emrettiği budur. Bu da onların söylediklerinin
aksi bir durumdur. Bunları bize emreden Allah'dır
iddiasında bulunmalarına rağmen atalarına ve
kendileri gibi kulların koyduğu yasalara
uymalarına, çıplaklık ve açık-saçıklığa
karşıt bir açıklamadır. Çünkü yüce Allah,
Ademoğulları'na ayıp yerlerini örten ve onları
süsleyen elbiseyi göndermekte lütufta bulunduğunu
belirtmektedir. Ayrıca bu, hayatları ve ibadetleri için
hükümler koyan iki ayrı kaynak edinmek suretiyle içinde
yüzdükleri şirk durumuyla da uyuşmayan bir durumdur.
Açıklamanın bu kesitinde hatırlatma ve
uyarı yer almaktadır. Sınanmaları için
kendilerine belirlenen surenin sonunda yüce Allah'a dönüşlerine,
bu esnada biri Allah'ın emrine, biri de şeytanın
emrine uyan ïki gruba ayrılacaklarına işaret
edilmektedir.
"...Sizi ilkin yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."
"Allah, insanların bir kesimini doğru yola
iletti, bir kesimi de sapıklığı haketti.
Çünkü onlar Allah'ı bir yana bırakarak
şeytanları dost edindiler ve (buna rağmen)
doğru yolda olduklarını sanıyorlar."
Bu büyük yolculuğa başlama noktası ile
bitiş noktasını, ilk hareket noktasını ve
sona ulaşma noktasını birleştiren tek ve
olağanüstü bir açıklamadır.
"...Sizi ilkin yarattığı gibi yine O'na döneceksini
Yolculuğa iki grup halinde
başlamışlardı; biri Adem ve eşi, biri de
şeytan ve adamları... Aynı şekilde de dönecekler.
İtaatkârlar babaları Adem ve anneleri Havva ile
birlikte Allah'a teslim olmuş, O'na inanmış ve
O'nun emirlerine uymuşların grubu olarak dönecekler
(isyancılar da iblis ve adamlarıyla birlikte dönecekler).
İblisi dost edinmeleri, O'nun da onları dost edinmesi
nedeniyle yüce Allah cehennemi onlarla dolduracaktır.
Halbuki kendilerinin doğru yolda olduklarını
sanıyorlardı.
Kuşkusuz yüce Allah, dostluğu Allah'a yönelik olanı
doğru yola iletmiş, dost olarak şeytanı seçenleri
de saptırmıştır. İşte onlar, iki
grup halinde geri dönüyorlar:
"Allah insanların bir kesimini doğru yola
iletti, bir kesimi de sapıklığı haketti.
Çünkü onlar Allah'ı bir yana bırakarak
şeytanları dost edindiler ve (buna rağmen)
doğru yolda olduklarını sanıyorlar."
Bakın, işte dönüyorlar. Hem de yolculuğun iki
yanını da kapsayan bir tabloda... Tabii ki,
Kur'an'ın yöntemi üzere... Kur'an'ın ifade
tarzının dışında böyle bir şeyin
gerçekleşmesi imkânsız bir şey çünkü.
İSRAF VE ALLÀH'IN NİMETLERİ
Sonra surenin akışı, belirlenen yolda süren
uzun yolculuğu sunmadan önce bu duraklamada da "Ademoğulları"na
yönelik çağrı yinelenmektedir: