202- "Şeytanın kardeşleri, dostları
azgınlıkta şeytanlara yardakçılık
ederler, sonra da ellerinden geleni yapmaya devam ederler. "
203- "Sen onlara bir ayet sunmadığın zaman
"kendin bir ayet uydursaydın ya " derler. De ki;
"Ben ancak Rabbim tarafından bana indirilen vahye
uyuyorum. Bu Kur'an'daki ayetler müminler topluluğu için
uyarıcı kanıtlar,. doğru yol kılavuzu ve
rahmettir. "
Onlara azgınlıkta yardakçılık yapan
kardeşleri cinlerden olan şeytanlardır... Bunlar
aynı zamanda insanlardan olan şeytanlar da olabilirler.
Bunlar onların sapıklıklarını
arttırırlar. Onları kendi hallerine
bırakmazlar, bıkmaz, usanmazlar ve asla susmazlar!
İşte onlar bu nedenle ahmaklaşıyor,
cahilleşiyorlar! İçinde bulundukları
şaşkınlığı sürdürüyorlar.
Müşrikler Peyamberimizden -salât ve selâm üzerine
olsun- olağanüstü olayları meydana getirmesi için
sürekli ısrar ediyor ve bu isteklerinden vazgeçmiyorlardı.
İşte bu bağlamda Kur'an-ı Kerim onların
peygamberlik gerçeği ve peygamberin özellikleri konularında
cahilliklerini gösteren bazı sözlerini aktarmaktadır:
"Sen onlara bir ayet (mucize) sunmadığın
zaman, "Kendin bir ayet (mucize) getirseydin ya" derler."
Yani, bir mucize indirene kadar Rabbine ısrar etseydin ya!
Ve sen bir peygamber değil misin? Kendin bir mucize meydana
getirseydin ya!
Onlar peygamberin özelliklerini ve görevini bilmiyor, anlamıyorlardı.
Bunu bilmedikleri gibi, bir peygamberin Rabbine karşı
nasıl edebini takındığını da
anlamıyorlardı. Peygamberin, Rabbinin verdiklerini
aldığını, Rabbinin önüne geçemeyeceğini
ve ona hiçbir öneride bulunamayacağını, kendi
isteğiyle bir şey yapamayacağını
kavrayamıyorlardı... Şimdi yüce Allah peygamberin
onlara açıklama yapmasını emrediyor:
"De ki; Ben ancak Rabbim tarafından bana indirilen
vahye uyuyorum."
Ben kendiliğimden bir görüş ileri sürmem. Yeni bir
şey icad etmem. Rabbimin bana vahyettiğinden başka
bir şeye gücüm yetmez. O'nun bana emrettiğinden
başkasını getiremem...
Cahiliye dönemindeki Araplar, peygamber deyince çeşitli
cahiliyelerde gün yüzüne çıkan gayb haberleriyle
uğraşan sahte peygamberleri zihinlerinde
canlandırıyorlardı. Peygamberlik gerçeği ve
peygamberin özellikleri hakkında hiçbir bilgileri ve sağlıklı
bir anlayışları yoktu.
Aynı şekilde Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- kendisiyle peygamber olarak görevlendirildiği bu
Kur'an'da neler olduğunu, kendisinden habersiz oldukları
Kur'an'ın gerçeğini, önlerinde kendisinden habersiz
oldukları bu doğru yol olduğu halde, onu
bırakıp maddi/somut harikalar istemelerinin
anlamsızlığını açıklamakla
emrolunuyor:
"Bu Kur'an'daki ayetler, müminler topluluğu için
uyarıcı kanıtlar, doğru yol kılavuzu ve
rahmettir."
Gerçekten de bu Kur'an kendisine iman eden ve bu engin bereket
kaynağını ganimet olarak kabul edenler için doğru
yolu gösteren uyarıcı kanıtlar ve coşup gelen
bir rahmet kaynağıdır.
Bu, cahiliyeyi yaşayan cahil Araplar'ın
kendisinden yüz çevirip daha önceki peygamberlerin eliyle
gerçekleşen maddi/somut harikalar gibi bir harika
istedikleri Kur'an'dır. Halbuki daha önceki mucizeler insanlığın
çocukluk devresinde, evrensel olmayan bölgesel peygamberliklerde
gerçekleşiyorlardı. Ayrıca bu harikalar her yerde
ve her zaman için uygun düşmezlerdi. Ancak kendisini görüp
gözlemleyenleri etkileyebilir, onlara yöneltilebilirlerdi. Ya
onlardan sonra gelen nesiller ne yapacaklardı? Bu
harikaları görmeyen daha sonraki dönemlerin ulusları
onlardan nasıl yararlanabileceklerdi?
Bu hiçbir maddi/somut harikanın mucizevi niteliğine
(aciz bırakıcı, bağlayıcı) asla
kavuşamayacağı Kur'an'dır. Hangi yönden bakılırsa
bakılsın, nerede ve ne zaman olursa olsun,
insanların onun gibi bir mucizeye ulaşmaları mümkün
değildir. Bu meydan okuyuş ve mucize şimdiye kadar
var olan insanlar için sözkonusu olduğu gibi kıyamete
kadar var olacak insanlar için de geçerlidir!
Bu sadece Kur'an'ın ifade tarzıdır. Diğer
milletlere oranla edebi üslûb ve ifade gücü yönünden gelişmiş
ve panayırlarında bu özellikleriyle övünen cahiliye
Araplar'ı ile bir karşılaştırma
yaptığımızda Kur'an'ın edebi üslûbunun
o günden bugüne mucize niteliğini koruduğunu ve buna
hiçbir beşer elinin ulaşmadığını
rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Yüce Allah edebiyatta bunca
ileri Araplar'a meydan okumuş ve O'nun bu meydan okuyuşu
halâ yürürlükten kaldırılmamıştır!
İnsanların ifade sanatı ile uğraşanlar ve
bu konuda insanların ne kadarlık bir güce sahip
olduklarını anlayanlar, Kur'an'ın ifade
tarzının mucizenin mucizesi olduğunu daha iyi
kavrarlar. Bunlar ister inanç yönünden bu dine iman etmiş
olsun, ister iman etmemiş olsun farketmez. Bu konudaki meydan
okuyuş bilimsel, rasyonal ilkelere
dayandırılmıştır. Bu konuda iman
edenlerle, inkâr edenler arasında bir fark gözetilmesine
gerek yoktu. Nasıl ki cahiliye döneminde Kureyş'in
ileri gelenleri bu Kur'an-ı inkâr etseler de, etmeseler de
zevk alıyorlar, karşı koyamayacakları
şekilde ondan etkileniyorlardı ise, bugün de yarın
da cahiliye mantığı taşıyan her inkârcı
istemese de cahiliye Araplarının etkilendiği gibi
Kur'an'dan etkilenecektir!
Bu eşsiz Kitap'ta yer alan, mucize sırrının
ötesinde kalan bir özellik daha var. Bir an dahi fıtratla yüzyüze
geldiğinde Kur'an'ın fıtrat üzerindeki büyük
etkisine değinmek gerekir. Bu Kur'an'da kulak verdiklerinde
kalplerinin üzerleri perdelerle örtülmüş, sis
bulutları ile üzerleri ağır şekilde
kaplanmış olan insanların kalplerini bu etkisinin
baskısı altında bazan harekete geçiren, bazan
onların kalplerini kıvrandıran manevi güç vardır.
Söz eden insanlar pek çoktur... İnsanların söyledikleri
bu sözler birtakım ilkeleri, görüşleri, düşünceleri
ve yönelişleri de kapsayabilirler. Ne var ki, bu sözler ile
Kur'an'ın söyledikleri arasında büyük fark vardır.
Kur'an'ın ifade ettiği sözler insanın
fıtratı ve kalbi üzerinde etki bırakması açısından
gerçekten eşsizdirler! Bu üstün etkisiyle Kur'an sürekli
egemen ve üstün bir niteliğe sahiptir!.. Kureyş'in
önde gelen liderleri de egemenlikleri altında
bulundurdukları insanlara:
"Bu
Kur'an-ı dinlemeyin ve onun etki gücünü kırmaya çalışın,
belki böylece O'na üstün gelirsiniz" (Fussulet Suresi: 26)
diyorlardı. İşin gerçeğine
bakılırsa, onlar bu sözleri kendilerine söylemiş
oluyorlardı. Çünkü onlar bizzat kendi içlerinde bu
Kur'an'ın etkisini ve karşı konulmaz
ağırlığını duyuyorlardı! Bugünün
ileri gelenleri de insanların kalplerini
hazırladıkları kütüphanelerle bu Kur'an'dan
uzaklaştırmaya çalışıyorlar! Ama bütün
bu çabalara rağmen Kur'an yine de üstünlüğünü
sürdürüyor... İnsanların sözleri arasında bir
ayete veya birkaç ayete rastladığımızda bu
ayetlerin etkileriyle öne çıktıklarını ve
farklı bir yapı arz ettiklerini görüyoruz. Bu ayetler
dinleyenlerin iç duygularına egemen oluyorlar.
Kur'an'ın sözleri söyleyenlerin ifade ederken onca
yoruldukları, beşerin en etkili sözlerinden bile kolaylıkla
ayrılıyorlar!
Bütün bunların ötesinde bir de bu Kur'an'ın
hammaddesi ve konusu vardır... Fî Zılâl-il Kur'an'ın
sınırlı sayfaları Kur'an'ın hammaddesi ve
konusundan söz etmeye yetmez. Bu konuda söylenecek sözler
tükenmez ve bu alanın sınırı yoktur!
Sayılı sayfada ne söylenebilir ki?
Bir kere Kur'an'ın varlığın gerçekleriyle
beşerin yapısına fıtratına hitap ederken
kullandığı metod gerçekten hayret vericidir.,
Kur'an'ın bu hitab şekli insanın bünyesini bir
bütün olarak karşısına almakta hiçbir tarafını
ihmal etmeden hepsine yönelir. Sadece bir bağlamda ona hitap
etmez. Kendisine ulaşmak için açık olan hiçbir
pencereyi boş vermez. Orada yer alan hiçbir duyguyu karşılıksız,
hiçbir seslenişi cevapsız bırakmaz!
Kur'an'ın bu evrenle ilgili olayları ele alırken
kullandığı metod da gerçekten hayret edilecek
kadar üstündür. Kur'an bu metoda bağlı olarak kâinatla
ilgili olayları ele alırken, insanın
fıtratı, kalbi ve aklı tarafından tam bir
teslimiyet, canlı bir karşılama ve net bir görüşle
karşılanacak, aynı şekilde bu
fıtratın ihtiyaçlarına uygun düşecek, onda
depolanmış halde duran potansiyel enerjileri harekete geçirecek
ve ona sağlıklı bir yön verecek olayları
ustalıkla seçer.
Kur'an'ın insan fıtratının elinden tutarak
adım adım, aşama aşama yumuşaklıkla,
kolaylıkla, canlılık ve aynı zamanda
sıcaklıkla, açıklıkla ve bilinçli bir
şekilde onu merdivenin basamaklarından çıkarırken
tepeye doğru tırmandırırken
kullandığı metod da gerçekten hayret edilecek
niteliktedir... İnsanı bilgide ve görüşte, tepki
gösterme ve kabul etmede, şekillendirmede ve doğru yolu
seçmede, kesin inançta ve güvende, rahat ve huzur içinde bu
evrenin büyük-küçük gerçeklerine iletirken, onu bu konuda
zirveye ulaştırırken, gerçekten ulaşılmaz
bir yöntem kullanmıştır.
Kur'an'ın hiçbir beşer tarafından
dokunulması gerektiği veya insanın kabullenmesine
kapı aralayabileceği hesaba katılmayan açılardan
insanın fıtratına dokunmada
kullandığı metod da gerçekten hayret vericidir! Bu
metodla bir de bakarsınız ki, fıtrat silkinmiş,
karşılık vermiş ve dili çözülmüştür.
Çünkü bu Kur'an yarattıklarını çok iyi bilen
insanın yaratıcısı olan Allah tarafından
gönderilmiştir. Ve o insana şah damarından daha
yakındır!
Bu sadece metod mudur?.. Yoksa Kur'an'ın bu metod ile
sunmaya çalıştığı hammaddenin kendisi
midir?.. Burada saha o kadar genişliyor ki, sözün onun
engin ufkuna ulaşması asla mümkün olmuyor: "De
ki, Rabbimin kelimelerini yazmak için deniz mürekkeb olsaydı,
Rabbimin kelimeleri bitmeden önce o tükenirdi. Birkaç kere daha
mürekkeb haline getirseydik, yine tükenirdi." (Kehf Suresi:
109) "Şayet yeryüzünde bulunan ağaçların
hepsi kalem, denizler de mürekkep olsaydı ve arkasından
da yedi deniz daha gelseydi, Allah'ın sözleri yine de
tükenmezdi
."
(Lokman Suresi: 27)
Bu satırların yazarı Allah'a binlerce hamd ve
şükürler olsun ki, yirmibeş senesini bu kitabın
bilinçli diyaloğuna, birlikteliğine, sohbetine, onu
incelemeye vermiştir Bu kitabın bilimsel, rasyonel çeşitli
yönleri üzerinde çalışmıştır.
İnsan bilgisinin çeşitli dallarında insanlar
tarafından tesbit edilen ve edilmeyen bilimlere ilişkin
alanlar üzerinde çalışmıştır. Bu çalışmanın
yanısıra bu yönlerin herbiriyle ilgili beşeri çalışmaların
ürünlerini de zaman zaman gözden geçirmiştir... Neticede
görmüştür ki, bu Kur'an son derece engin, ardı
arkası kesilmeyen bol ve bereketli bir deniz ise, insanlar
tarafından ortaya konan çalışmalar kaynakla
arası kesilmiş göletler, küçük oyuklara dolmuş
sular ve bataklıkta birikmiş birikintiler olmaktan
öteye geçemez!
Bu varlıklar alemine, özelliklerine, gerçekliliğine,
değişik yönlerine, aslına ve
yaradılışına, onların gerisindeki gizli
sırlara, yapısında var olan gizli kapalı
şeylere, içinde yer alan canlılara ve cansız
varlıklara... Kısacası beşerin ``felsefe"
adını verdiği konuların hepsine kapsamlı
ve dikkatli bir göz atalım!
"İnsana, insanın ruhuna, nefsine, aslına,
yaradılışına, potansiyel enerjilerine, çalışma,
gelişme alanlarına, oluşum özelliklerine
tepkilerine, ihtiyaçları-na, isteklerine, durumlarına
ve sırlarına... Hasılı insanların
biyoloji, pedagoji, sosyoloji, biyoloji bilimleri tarafından
ayrıca dinler ve inançlarla ilgili bilimler tarafından
incelenen meselelerine köklü bir bakışla bakalım.
İnsan hayatının düzenine, realiteye dayalı
hareket alanlarına, iletişim ve sürtüşme
alanlarına, sürekli değişen ihtiyaçlarına ve
bu ihtiyaçların düzenlenmesine... Yani siyasal, sosyal ve
ekonomik teorilerin, görüşlerin kapsamına giren
konulara bir göz atalım.
Evet bunlar ve diğer bütün konularda bu Kur'an'a
yönelen, bilinçli bir şekilde onu inceleyen herkes, o kadar
çok hükümlerle, direktiflerle karşılaşır
ki, çokluğunda ve bolluğunda hayretten hayrete düşer!
Bu bolluğun da ötesinde muhtevasında gerçek bir
orijinallik asalet, doğruluk, enginlik, kapsamlılık
ve kaliteli bir bilgi hazinesi ile
karşılaşacaktır!
Ben bu tür temel konular karşısında bir kere
olsun bu Kur'an'ın dışında başka
kaynaklara başvurma ihtiyacı duymadım. Sadece bu
Kur'an'ın etkilerindeıı oluşan Peygamberimizin
-salât ve selâm üzerine olsun- sözleri hariç. Bu hayret
verici Kur'an'ın araştırıcısı
karşısında başkalarının sözleri doğru
dahi olsa, çok basit ve gülünç kalmaktadır...
Bunlar, bu açıklamalarla, bu konularda görme, araştırma
ve incelemenin ihtiyacı gölgesinde gerçekleşen
senelerce süren uzun boylu beraberlik ile tam bir uyum sağlayan
denenmiş gerçeklerdir... Yoksa ben bu Kitab'a övgüler
dizecek değilim. Ben kim oluyorum ki, bu insanların
hepsi kim oluyorlar ki, kendi övgü yetenekleri ile Allah'ın
kitabını övebilsinler!
Bu kitap insanların eşsiz bir neslinin biricik bilgi,
eğitim, yönlendirme ve oluşum kaynağı
olmuştu. Bu nesil ne kendilerinden önce ne de kendilerinden
sonra beşer tarihinde eşine rastlanmayan Sahabe-i Kiram
neslidir. Bu nesil beşer tarihinde öyle dehşet verici,
engin boyutlara uzanan bir olay meydana getirmiştir ki,
onların tarihte gerçekleştirdiği olay (inkılâb)
şu ana kadar gerçekçi ve lâyık olduğu biçimde
incelenmemiştir bile...
Allah'ın dilemesi ve kaderi ile beşer dünyasında
bu somut mucizeyi yaratan bizzat bu kaynağın kendisiydi.
Bu öyle bir mucizedir ki, diğer bütün peygamberliklere eşlik
yapmış bulunan mucizelerin ve harikaların hepsi
asla ona ulaşamaz. Bu gözler önünde bulunan gerçek bir
mucizedir. Çünkü bu eşsiz nesil beşer tarihinde gerçekten
benzeri bulunmayan bir nesildir.
Birinci olarak, bu nesilden meydana gelen ve bin seneden fazla
varlığını sürdürebilen topluma bu kitabın
getirmiş olduğu şeriat hükmediyor, onun ortaya
koyduğu değerler, ölçüler, yönlendirmeler ve
direktiflerin esası üzerinde duruyordu. İşte bu
toplumda, insanlık tarihinde başka bir mucizedir. Bu
toplum ile madde dünyasında beşeriyetin elde
ettiği deneyimlerin geliştirilmesi ve ilerletilmesi
yardımıyla büyük maddi imkânlara sahip bulunan diğer
beşer toplumlarını
karşılaştırdığımızda,
bunların insanî medeniyette o topluma ulaşamadığını
rahatlıkla görebiliyor, ve bu mucizeyi daha iyi
anlayabiliyoruz!
Bugünkü modern cahiliyede insanlar kendi kişisel,
toplumsal ihtiyaçlarını ve hayata ilişkin
gereksinimlerini bu Kur'an'ın dışında
aramaktadırlar! Nitekim Arap cahiliyesinde yaşayan
insanlarda bu Kur'an'ın dışında birtakım
harikalar istiyorlardı! Arap cahiliyesinde yaşayan bu
insanların basit cahiliyeleri ve derin cehaletleri
onları bu hayret verici kitapta ifadesini bulan korkunç
kâinat harikasını görmekten alıkoyduğu gibi
arzu ve istekleri de, kişisel menfaatleri de onları bu
gerçeği görmekten alıkoyuyordu! Şu anki modern
cahiliyede yaşayan insanlara gelince, bunları da
Kur'an'dan alıkoyan Allah'ın madde aleminde insanlara açmış
olduğu beşeri bilimlerin gururudur. Bugünkü beşer
hayatının girift hale gelmesiyle komplekslerin,
sistemlerin ve organizelerin vermiş olduğu
aldatıcı şımarıklıktır. Bu
sistemlerin ve organizelerin düzenleme ve organize planı açısından
daha da gelişmesi ve olgunlaşmasıdır.
Aslında hayatın gelişmesi, deneyimlerin birikimi,
ihtiyaçların yenilenmesi ve bu konularda hayatın gittikçe
giriftleşmesi çok normaldir! Bütün bunların
yanısıra modern cahiliye insanıyla Kur'an
arasına gerilen en büyük engellerden biri de yahudilerin,
hristiyanların ve haçlıların bu dine ve
sağlam kitabına karşı başlatmış
oldukları savaşın ondört asır boyunca bir an
dahi dinmeyen kinleridir. Müslümanları bu kitaptan
alıkoyma ve onu insanları doğrudan yönlendirmekten
uzaklaştırmaya yönelik çabalarıdır. Çünkü
yahudiler ve haçlılar uzun bir zaman alan deneyimleri
boyunca şu gerçeği öğrenmişlerdir. Bu dine
sarılan müslümanları ilk neslin bu kitaba
sarıldığı gibi ona sarıldıkları
müddetçe mağlûp etmek mümkün değildir. Fakat
Kur'an'ın ayetlerine sırf musiki ve teganni yönünden
yönelirken hayatları bütünüyle onun direktiflerinden uzak
durduğu müddetçe onlara egemen olmak kolay olacaktır!..
Aslında bu ısrarla yürütülen iğrenç, çirkin,
pis ve alçakça bir hile bir tuzaktır. Ve bu hilenin en son
ürünü bugün kendisine müslüman diyen insanların
yaşadıkları sosyal hayattır. Aslında
onlar sosyal hayatlarında bu dinin şeriatını
uygulamadıkları müddetçe müslüman olamazlar. Bu
dinin etkilerini azaltmak bu dinin Kur'an-ı
dışında başka Kur'an-ı tatbik etmek için
her yerde başvurulan diğer çalışma yöntemleri
de bu alçakça oyunun ürünleridir. Hayatın bütün
düzenlemelerinde esas alınan, her türlü ayrılıkta
hakem olarak kabul edilen bu hayatı hukukî ve kanunî
bütün sürtüşmelerinde esas alınan bu Kur'an'ın
mesajını kırmak, önceki müslümanların bütün
bu konularda Allah'ın kitabını esas almaları
gibi bir düşüncenin önüne geçmeye yönelik bütün çalışmalar
da bu kapsama girer!..
Bu Kur'an bugün ona iman edenler tarafından
bilinmemektedir. Çünkü onlar Kur'an-ı sadece güzel sesle
okunan, terennüm edilen dua ve tesbihlerden ibaret olarak
bilmektedirler. Bu alçakça oyunun, katmerli cehaletin, aldatıcı
direktiflerin düşünceyi, kalbi, ve realiteyi kapsamlı
biçimde bozan iğrenç ve uğursuz bozgunculuğun
üzerinden asırların geçmesiyle Kur'an taraftarları
bu hale düşmüşlerdir!
Bu, önceki klasik cahillerin kitleleri, maddi harikalar
talebiyle kendisinden uzaklaştırmaya çalıştıkları
Kur'an'dır. Aynı şekilde bugünkü modern cahiller
de kitleleri kendilerinin uydurdukları ile yani, Kuran'larla
ondan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar.
Bunlar çeşitli basın ve yönlendirme vasıtalarıyla
insanları ondan uzaklaştırıyorlar! Bu her
şeyi bilen ve her şeyden haberi olan Allah'tan gelen ve
kendisi hakkında şöyle buyurduğu Kur'an'dır.
"Bu müminler topluluğu için Rabbinizin katından
gelen uyarıcı kanıtlar doğru yol kılavuzu
ve rahmettir."
Ortaya çıkaran ve aydınlatan uyarıcı
kanıtlar, yol gösteren, doğru yolu gösteren bir
hidayet kaynağı, coşan ve kaynayan bir rahmettir. "Müminler
topluluğu için" işte Kur'an-ı Kerim'de bu
özelliklerin hepsini bulacak olanlar sadece müminlerdir!
MÜMİNLERE SESLENİŞ
Bu Kur'an böyle doğrudan bir hidayet rehberi
olduğundan, müminlerin yönlendirilmesi bağlamında
şu direktife yer vermektedir: