O |
A´raf
|
O |
|
KOLAYLIK VE BAĞIŞLAMA
199- "Affı, kolaylaştırmayı prensip
edin, iyi olanı emret ve cahillere aldırış
etme! "
200- "Eğer şeytandan gelen bir dürtmeye, bir kışkırtmaya
uğrayacak olursan Allah'a sığın. Çünkü O,
her şeyi işiten ve her şeyi bilendir. "
201- "Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye
bir kışkırtmaya uğradıklarında,
Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen
gerçeği görürler. "
Sohbetlerinde, normal ilişkilerinde mümkün olduğu
kadar insanların bağışlama ve
kolaylaştırma ahlâkını esas al. Onlardan tam
olgunluk isteme. Onları ahlâkın zor olan yükümlülüklerinden
sorumlu tutma. Yanlışlıklarını,
noksanlıklarını ve zaaflarını
bağışla. Bütün bunlar kişisel
ilişkilerde böyledir. Dini akide ve şer'i görevlerde
böyle değildir. İslâm akidesinde ve Allah'ın
şeriatında görmezlikten gelmek ve toleranslı
davranmak yoktur. Yalnız bir şey alırken, bir
şey verirken, sohbette ve komşuluk ilişkilerinde
tolerans sözkonusu olabilir. Böylece hayat kolay ve rahat bir
şekilde seyrine devam eder. Beşeri zaafları görmezlikten
gelmek, onlara şefkatle muamele etmek, toleranslı
davranmak güçlü erdemli kişilerin zayıf ve
zavallı kişilere karşı görevidir...
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- koruyan, gözeten,
doğru yolu gösteren, eğiten ve öğreten bir
şahsiyetti. Öyleyse insanların en fazla
toleranslısı, kolaylaştırıcısı
ve beşeri zaafları görmezlikten gelicisi de olmalıydı...
Aynı şekilde Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- kendisine yapılan bir hareketten dolayı asla
öfkelenmemiştir. Allah'ın dini konusunda ise hiçbir
şey onun öfkesini engelleyemezdi. İslâma davet ile uğraşan
herkes de yüce Allah'ın Peygamberimize -salât ve selâm
üzerine olsun- emrettiği bu direktiflere bağlı
kalmak durumundadır. İnsanları doğru yola
iletmek için onlarla ilişki içine girmek hiç kuşkusuz
geniş bir gönül, toleranslı bir karakter,
Allah'ın dininde küçümsemeye ve hafife almaya meydan
vermeyecek bir kolaylığı ve
kolaylaştırmayı ister.
"İyi olanı emret"... İyi olan
şey, hiçbir münakaşa ve tartışmaya yer
bırakmayacak şekilde açıkça kabul edilen güzel işlerdir.
Bozulmamış fıtratların ve sağduyu
sahiplerinin güzel olduğunda anlaştıkları
konulardır. İnsanın nefsi bu iyi şeyleri
alışkanlık haline getirdiğinde onları
kumanda etmek kolaylaşır. Bundan sonra hiç zorlanmadan
iyi yolun renkleri kendiliğinden belirir. Giriftlik, zorluk
ve daha işin başındayken bir dizi yükümlülükler
getirmenin insanları iyi yoldan alıkoyduğu gibi hiçbir
şey alıkoymaz! İnsanları eğitmenin yolu,
işin başında onları herkesce kabul edilen bu tür
kolay yükümlülüklerle alıştırmayı
gerektirmektedir. Ahşana ve kumandayı eline geçirene
kadar onlara tolerans tanımayı öngörür. Bundan sonra
zaten insanın kendisi, kolaylıkla, rahatça ve seve seve
daha büyük ve ağır yükümlülüklerin altına
girmek için harekete geçer.
"Cahillere aldırış etme.. ."
Gerek
olgunluğun zıddı olan cahilliğe, gerekse
bilginin zıddı olan cahilliğe
aldırış etme... Bu iki cahillik türü birbirine
yakındır... Aldırış etmemek, onları
kendi haline bırakmak, önemsememek, cahilliklerine dayalı
olarak yaptıkları işleri, söyledikleri sözleri
basit görmek, onların bu hareketlerini olgunlukla
karşılamak; onlarla,
bağlılıklarını ve cezbelerini
arttırmaktan, zamanın ve enerjinin boşa gitmesinden
başka hiçbir sonuç getirmeyecek olan tartışmalara
dalmamak şeklinde gerçekleşir. Onlar
karşısında susmak, cahilliklerine
aldırış etmemek, bazan onların nefislerini küçültür
ve terbiye eder. Aşırı tepkilerini ve
tartışmadaki inatlarını engeller. Eğer
onları bu şekilde eğitmese bile kalplerinde iyilik
bulunan diğer insanlardan ayrılmalarını
sağlar. Çünkü insanlar, mesaj sahibinin zorluklara katlandığını
ve boş sözlerden yüz çevirdiğini görecekleri gibi,
bu cahillerin ukalâlık yaptıklarını, cahillik
ettiklerini gözleyecekler, böylece onların gözünden düşecekler
ve dışlanacaklardır!
Mesaj sahiplerinin insanın bütün iç alemini bilen bu
ilahi direktiflere bağlılık göstermeleri, onlara
göre hareket etmeleri ne güzel olacaktır!
Ne var ki, Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- de
bir insandı. Cahillerin cahillikleri, beyinsizlerin
beyinsizlikleri ve ahmakların ahmaklıkları
karşısında öfkelenmesi mümkündü...
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun bu konuda başarılı
olsa da ondan sonraki islâm davetçileri bundan aciz
kalabilirlerdi... Öfke halinde şeytan nefsin
ayağını kaydırır. Çünkü bu sırada
nefis hareket halinde, heyecanlı ve hakimiyetini elinden kaçırmış
durumdadır! İşte bu nedenle yüce Allah kızgınlığının
yatışması ve şeytana rağmen yoluna devam
etmesi için Allah'a sığınmasını
emretmektedir:
"Eğer şeytandan gelen bir dürtmeye, bir kışkırtmaya
uğrayacak olursan, Allah'a sığın. Çünkü O,
her şeyi işiten ve bilendir."
"O her şeyi işiten ve her şeyi
bilendir." Yorum cümlesi gösteriyor ki, yüce Allah
cahillerin ve hafif meşreb insanların cahilliklerini
işitmektedir. Senin onların eziyetlerine
katlandığını bilmektedir. Bu ise, insanın
gönlünü ferahlatmakta ve onu sevindirmektedir. Yüce ve ulu
Allah'ın bu olayları bilmesi ve işitmesi ona yeter!
Cahilleri Allah'ın yoluna çağırırken,
onlardan gördüğü cahillik ve basitliklerin Allah tarafından
işitildiği ve bilindiğini öğrendikten sonra
bir insan daha ne isteyebilir?
Daha sonra Kur'an-ı Kerim, dava adamının gönlünde
kabul ve hoşnutluk duygularını yerleştirmesi,
şeytanın ve çirkin dürtmelerinin önüne geçmesi bağlamında
başka bir yönteme başvuruyor:
"Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye,
bir kışkırtmaya uğradıklarında
Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen
gerçeği görürler."
Bu kısa ayeti kerime hayrete düşüren direktifleri
ve son derece engin gerçekleri, Kur'an-ı Kerim'in güzel ve
veciz ifade gücü ile ortaya koymaktadır. Ayeti kerimenin: "Hemen
gerçeği görürler" cümlesiyle bitmiş
olması ayetin baş tarafına son derece büyük
anlamlar katmaktadır. Baş tarafta bunları
karşılayabilecek sözcükler bulmak çok zordur.
Böylece anlaşılıyor ki, şeytanın
dokunması insanı kör eder, gözlerini, basiretini bağlar
ve kapatır. Yalnız, Allah'tan korkma, Allah'ın gözetiminde
olduğunun bilincinde olma, öfkesinden ve azabından
endişe etme gibi bağlar, kalpleri Allah'a bağlar ve
onları gafletten kurtarıp doğru yola iletir. Takva
sahiplerine hatırlatır. Onları da
hatırladıklarında basiretleri açılır, gözlerinin
önündeki perde kalkar. "Ve hemen gerçeği görürler."
Şüphesiz ki, şeytanın dokunuşu
insanı kör etmektedir. Allah'ı hatırlamak ise, gözlerin
açılmasını sağlamaktadır.
Şeytanın dokunuşu karanlıktır. Allah'a yönelmek
ise, aydınlıktır. Şeytanın
dokunuşunu takva söküp atabilir, şeytanın takva
sahipleri üzerinde hiçbir nüfuzu yoktur...
KUR'AN VE CAHİLİYYE
İşte takva sahiplerinin durumu budur: "Şeytandan
gelen bir dürtmeye, bir kışkırtmaya
uğradıklarında Allah'ın
uyarılarını hatırlarlar ve hemen gerçeği
görürler." Takva sahiplerine ilişkin bu açıklama,
yüce Allah'ın cahillere aldırış edilmemesi
şeklindeki emri ile bu cahilleri günlük hayatlarında
yaşadıkları cahilliğe, ahmaklığa ve
hafif meşrepliğe itenlerin kimler ve neler olduğu
hakkındaki açıklaması arasında parantez içinde
verilmiştir. Bu kısa açıklama
yapıldıktan sonra tekrar cahillerin durumlarına dönülmüştür:
|
|
O |
|
O |
|