O |
A´raf
|
O |
|
MÜŞRİKLERİN ACİZLİĞİ
193- "Eğer onları doğru yola çağırırsanız
size uymazlar; onları çağırsanız da
karşılarında suskun dursanız da sizin için
birdir. "
194- "Allah'ın dışındaki
yalvardıklarınız tıpkı sizin gibi birer
kul, birer yaratıkdırlar. Eğer onlara ilişkin
düşünceniz doğru ise, çağırın
onları da, size karşılık versinler
bakalım. "
195- "Onların yürüyecek ayakları mı var,
tutacak elleri mi var, görecek gözleri mi var, yoksa işitecek
kulakları mı var? De ki, Allah'a koştuğunuz
ortakları çağırınız, sonra hiç göz
açtırmaksızın bana karşı tuzak kurunuz.
"
196- "Benim dostum, koruyucum Kitab'ı (Kur'an-ı
indiren Allah'tır. O iyileri dost edinir, koruması
altında tutar. "
197 "O'nun dışındaki
yalvardıklarınız ne size yardım edebilirler,
ne de kendilerine yardım edebilirler. "
198- "Eğer onları doğru yola çağırırsanız
işitmezler, onları sana bakar gibi görürsün, fakat
görmezler. "
Daha önce de belirttiğimiz gibi, müşrik
Araplar'ın putperestlikleri basit ve ilkel bir putperestlikti.
Bütün aşamalarında beşeri aklın
ölçülerine göre gerçekten basit bir anlayıştı.
Bu nedenle Kur'an-ı Kerim onların
akıllarını harekete geçirmeye çalışmış,
bu tür ilâhlara taptıklarından, bunları Allah'a
ortak koştuklarından onları basitlikle
nitelemiştir.
Onların bu basit putları dış görünüşleri
ile yürümelerinde kendilerini taşıyacak ayaklara,
tutabilecek ellere, görebilecek gözlere, işitebilecek
kulaklara sahip değillerdir. Onlara bu organları
sağlayanlar, onlara tapanların kendileridir. Onlar
nasıl olur da kendilerinden daha aşağı bir
seviyede bulunan bu cansız taşlara tapabilirler?
Bazan meleklerin sembolü, bazan da atalarının,
ecdadının sembolü olarak kabul ettikleri putlara
gelince, bunlar da Allah tarafından yaratılan
kullardır. Onlar hiçbir şeyi yaratamazlar. Aksine
kendileri de birer yaratıktırlar. Onlara yardım
edemedikleri gibi, kendilerine bile yardım edemezler!
Bizce müşrik Araplar'ın akidelerinde somut putlar
ile soyut sembollerin kaynaştırılması, bu
ayette onlara bu şekilde hitab edilmesine neden olmuştur.
Bazan bu sembollerin gerisindeki varlıklar kastedilerek
akıllı varlıklar için kullanılan zamirlerle,
bazan da bizzat bu putların kendilerine işaret edilerek
onların hayattan ve hareketten yoksun oldukları dile
getirilmiştir. Aslında bunların tümü Kur'an tarafından
uyandırılan ve bu gülünç gafletten kurtarılan
insan aklının, mantığının
kurallarına göre de apaçık bir sapıklıktan
başka bir anlam ifade etmez! ,
Bu karşılıklı delil getirmeden sonra yüce
Allah Peygamberimizi -salât ve selâm üzerine olsun- hem onlara
hem de onların güçsüz olan tanrılarına meydan
okumaya sevkediyor. Yalnız Allah'ı dost edindiğini
ortaya koyan saf ve yalın akidesini açıkça ilân
etmesini istiyor:
MÜŞRİKLERE MEYDAN OKUMA
"De ki, Allah'a koştuğunuz ortakları çağırınız
sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı
tuzak kurunuz. Benim dostum koruyucum Kitab'ı (Kur'an'ı)
indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir, koruması
altında tutar. O'nun dışındaki
yalvardıklarınız ne size ne de kendilerine
yardım edebilirler. Eğer onları doğru yola çağırırsanız
işitme zler,
onları sana bakar gibi görürsün, fakat görmezler."
Bunlar mesaj sahibinin, cahiliyenin yüzüne haykırdığı
sözlerdir. Gerçekten de Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- bu sözleri Rabbinin emrettiği şekilde onlara
karşı söylemiş, müşriklere ve onların
sahte ilahlarına karşı meydan okumuştur:
"De ki, Allah'a koştuğunuz ortakları çağırınız,
sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı
tuzak kurunuz..."
Gerçekten de peygamberimiz onlara ve onların sahte ilâhlarına
karşı bu meydan okuyuşla ortaya
atılmış ve onlara şöyle demiştir: Hiç
göz açtırmadan ve hiç bekletmeden sizin ne kadar
gücünüz varsa, ilâhlarınızın ne kadar gücü
varsa hepsini toplayın ve bana tuzak kurun'.. Bu sözleri
tam bir güven içinde sırtını
dayadığı desteğe gönül huzuru içinde
yaslanarak ve bu destekleyici gücün, kendisini onların
hepsinin tuzaklarına karşı koruyacağına
inanarak söylemiştir:
"Benim dostum, koruyucum Kitab'ı (Kur'an'ı)
indiren Allah'tır. O iyileri dost edinir, koruması
altında tutar."
Böylece yüce Allah, peygamberin bu işte kime
dayandığını açıkça ortaya koymuştur.
Buna göre, yüce Allah'a dayanmıştır. Allah,
Kitab'ı kendi yüce iradesine uygun olarak indirmesi,
Peygamberin bu kitabın içerdiği gerçekle insanların
karşısına çıkması gerektiğini göstermiştir.
Bunun yanısıra, bu gerçeği bozguncuların
boş çabalarına karşı üstün kılmayı
da takdir eylemiştir. Ayrıca bu gerçeği insanlara
ulaştırmak, onlara götürmek ve Peygamberine
güvenlerini sağlamak için çalışan iyi
kullarını korumayı da üstlenmiştir.
Aslında bu sözler Peygamberimizin -salât ve selâm
üzerine olsun- hayatından sonra insanları .Allah'a çağıran
her dava sahibinin her yerde ve her zaman söyleyeceği sözler
olmalıdır.
"De ki, Allah'a koştuğunuz ortakları çağırınız,
sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı
tuzak kurunuz..." Benim dostum, koruyucum Kitab'ı (Kur'an'ı)
indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir, koruması
altında tutar."
Hiç şüphesiz Allah yoluna davet edenlerin yeryüzünün
her çeşit dayanaklarından soyutlanmaları gerekiyor.
Aynı şekilde yeryüzünün dayanaklarını basit
ve önemsiz görmeleri icab ediyor.
Yeryüzünün dayanakları ne kadar güçlü ve sağlam
görünseler de aslında basit ve zayıftırlar.
"Ey insanlar: Size bir örnek verilmişti. Şimdi
ona iyi kulak verin. Sizin Allah'tan başka
taptıklarınız bir sinek bile yaratamazlar, hepsi bu
iş için yardımlaşsalar dahi. Eğer sinek o
putlardan bir şey koparsa, putlar onu sinekten kurtaramazlar.
Put da zayıf ve aciz, sinek de." (Hacc Suresi: 73)
"Allah'tan başka dost edinenlerin hali, kendine bir
yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Keşke bunu
bilselerdi!.. (Ankebut Suresi: 41)
Allah yolunda davet edenler Allah'a dayanırlar. Öyleyse,
Allah'ın dışındaki bu dostlar ve dayanaklar
neci oluyorlar? Dava adamına eziyet yapacak güçte olsalar
bile, onun gözünde kaç paralık değerleri vardır?
Onların Peygambere eziyet yapmaları da, ancak
Peygamberin dostu olan Allah'ın izni ile gerçekleşebilmektedir.
Allah'ın diğer varlıkların ona
yaptıkları eziyete izin vermesi, onu
başkalarının eziyetinden korumaktan aciz
olduğundan veya dostlarına destek vermediğinden
değildir. Yüce Allah bu tür noksanlıklardan münezzehtir.
Başkalarının eziyetlerine izin vermesinin nedeni
eğitme, arındırma ve alıştırma gibi
nedenlerle iyi kullarını denemek istemesindendir. Zalim
kullarına zaman tanıması, bu zalimlerin günahlarının
çoğalması ve sağlam bir tuzağa düşmeleri
için imkân tanımasıdır!
Müşrikler Ebu Bekir'e eziyet yaparken, mübarek yüzüne
pençeli ayakkabılarla vururken; yüzüne gözüne, darbeler
indirirken, ağzını ve gözünü tanınmaz hale
getirirken... Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun-
sonra yeryüzünün en erdemli insanı Ebu Bekir bütün bu
çirkin ve azgın saldırılar boyunca hep şöyle
diyordu: "Allah'ım sen ne kadar
sabırlısın!.. Allah'ım sen ne kadar
sabırlısın! Allah'ım, sen ne kadar
sabırlısın!.." Çünkü o kendi iç dünyasında,
bu eziyetlerin ötesindeki Rabbinin sabrını gayet iyi
biliyordu. O Rabbinin düşmanlarını yoketmekten
aciz olmadığına kesin güveniyordu. Aynı
şekilde Rabbinin dostlarını yalnız
bırakmayacağına güveni tamdı! Abdullah b.
Mesud -Allah ondan razı olsun- müşriklerin Kâbe
avlusunda yaptıkları toplantıda onlara Kur'an
okuduğu için, müşrikler tarafından yolda
doğru yürüyemeyecek ve belini doğrultamayacak kadar dövülmüş,
eziyet edilmişti!.. Fakat bunca çirkin ve azgın
eziyetlere rağmen o şöyle demişti. "Vallahi
onlar o günkü kadar hiç gözümde basitleşmemişlerdi!"
Çünkü o, müşriklerin
bu hareketleriyle aslında Allah'a karşı
geldiklerini biliyordu. Allah'a karşı gelenin ise kesin
yenilgiye uğrayacağına, Allah
karşısında basitleşeceğine kuşkusuz
inanıyordu. Bu nedenle onların Allah'ın
dostları gözünde de basitleşmeleri gerekiyordu.
Abdullah b. Ma'zun -Allah ondan razı olsun- kendi
kardeşleri Allah yolunda eziyetlere, zulümlere maruz kalırken,
bir müşrikin himayesine girip eziyetlerden,
saldırılardan kurtulmayı onuruna
yediremediğinden, müşrik Utbe b. Rebia'nın
himayesinden çıkmış, Utbe'nin himayesinden çıktıktan
sonra müşrikler başına üşüşmüşler,
gözünü çıkarıncaya kadar ona zulmetmişlerdi!..
Utbe onun bu haline acımış ve tekrar himayesine
girmeye çağırmıştı. Abdullah ise, ona
şöyle demişti: "Şüphesiz ki, ben senden daha
güçlü birinin himayesindeyim." Utbe ona: "Ey kardeşimin
oğlu, sen himayemde olduğun sırada gözüne böyle
bir darbe inmemişti" dediğinde, şu
karşılığı vermişti. "Hayır,
Allah'a yemin ederim ki, diğerini de Allah yolunda feda
etmekten çekinmem." Çünkü Abdullah, Allah'a sığınmanın
kulların himayesine girmekten çok daha onurlu bir iş
olduğunu biliyordu. Ayrıca Rabbinin kendisini
yalnız bırakmayacağına kesin inanıyordu.
Eğer yüce Allah, kendi yolunda bu eziyetlere katlanmaya izin
veriyorsa, bu mazlumların ruhen engin ufuklara yükselmesi
içindir: "Hayır, Allah'a yemin olsun ki, diğerini
de Allah yolunda feda etmekten çekinmem.''
İşte bunlar yüce Rabbani direktiflerin atmosferinde
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun-
dizi dibinde eğitim gören, Kur'an ile eğitilen
altın nesilden birkaç örnektir.
"De ki, Allah'a koştuğunuz ortakları çağırınız,
sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı
tuzak kurunuz.
Benim dostum, koruyucum Kitab'ı (Kur'an'ı) indiren
Allah'tır. O, iyileri dost edinir, koruması altına
alır."
Müşriklerin kendilerine karşı
yaptıkları bu işkencelere katlandıktan,
Kitab'ı indiren ve iyileri dost edinip koruması
altına alan Allah'a bu şekilde bağlılık gösterdikten
sonra ne oldu?
Tarihin bildiği olaylar meydana geldi! Allah'ın
dostları zafere, üstünlüğe ve egemenliğe
kavuştu. Hezimet, basitlik ve harab olma ancak ve ancak
Allah'ın iyi kullarını öldüren azgınların
payına düştü. Allah'ın gönüllerini islâma açtığı
kimseler de, Allah'a karşı asla sarsılmayan tam bir
güvenle, Allah yolunda gevşeklik göstermeyen bir azimle,
onca eziyetlere, zulümlere katlanacak o güne çıkmış
olan öncüleri her alanda izlemeye koyuldular!
Allah yoluna davet eden insanlar nerede ve ne zaman olursa
olsunlar, böyle bir güven olmadan, böyle bir azim olmadan,
böyle kesin bir inanç olmadan hiçbir yere ulaşamazlar, hiçbir
başarı elde edemezler.
"Benim dostum, koruyucum Kitab'ı (Kur'an'ı)
indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir, koruması
altında tutar."
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- müşriklere
meydan okumakla emrolunmuştu. Ve onlara meydan okudu. Müşriklere
ilâhlarının acizliğini, şirklerinin saçmalığını
açıklamakla emrolunmuştu. O da bu görevi yerine
getirdi.
"O'nun dışındaki
yalvardıklarınız ne size yardım edebilirler,
ne de kendilerine yardım edebilirler."
Eğer onları doğru yola çağırırsanız
size uymazlar, onları çağırsanız da
karşılarında suskun dursanız da sizin için
birdir."
Madem ki, bu tesbitler klasik Arap cahiliyesindeki basit
putperestliğin ilâhları için uygun düşmektedir,
öyleyse aynı tesbitler modern cahiliyenin sahte ilâhlarının
hepsine de uygun düşecektir.
Bu modern müşrikler, Allah'ı bırakıp yeryüzünün
egemenliğini ellerinde bulunduran çevrelerden dostlar
edinmekte ve onları yardımına çağırmaktadırlar!
Ne var ki, onların bu dostları ne kendilerine, ne de
başkalarına yardım etme gücüne sahip değildir.
Yüce Allah'ın takdiri, kulları için planlanan zaman
dahilinde dilediği şekilde cereyan ettiğinde,
onların gücü hiçbir şeye yetmeyecektir.
Madem ki, Araplar'ın ilkel ilâhları işitmiyordu,
boncuklardan veya kıymetli taşlardan yapılan gözleri
bakmıyor ve görmüyordu... Öyleyse bugünün modern
ilâhları olan vatan, ulus, üretim, makina ve tarihi
determinizm de işitemez ve göremez! .. Modern cahiliyenin
buna benzer sahte ilâhlarının hepsi de
aynıdır. Gören ve işiten insanlardan edindikleri
ilâhlar da aslında işitemezler ve göremezler!
İnsanlar arasında seçilen, kendilerine ilâhlık
özellikleri yakıştırılan, kendilerinin
emriyle hukukun ve yargının belirlendiği bu sahte
ilâhların durumu da farklı değildir. Bunlar
hakkında yüce Allah şöyle buyuruyor: "Andolsun
ki, birçok cini ve insanı cehennemlik olarak yarattık.
Onların kalpleri var, fakat anlamazlar; gözleri var, fakat
göremezler, kulakları var, fakat işitmezler. Onlar
hayvanlar gibidirler, hatta hayvanlardan da daha
sapıktırlar. Onlar gaflet içindedirler. (A'raf Suresi:
179)
Allah yoluna davet eden insanlar, değişik cahiliye
sistemleri tarafından aynı tepkiyle
karşılaşırlar... Onlar da, yüce Allah'ın
Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- söylemesini
emrettiği sözleri bunların yüzüne haykırmaları
gerekir:
"De ki, Allah'a koştuğunuz ortakları çağırınız,
sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı
tuzak kurunuz.
Benim dostum, koruyucum Kitab'ı (Kur'an'ı) indiren
Allah'tır. O, iyileri dost edinir, koruması altında
tutar.
O'nun dışındaki yalvardıklarınız
ne size yardım edebilirler, ne kendilerine yardım
edebilirler. Eğer onları doğru yola çağırırsanız
işitmezler, onları sana bakar gibi görürsün, fa kat
görmezler." Müşrikler
her yerde ve her zaman aynıdır.
RABBANİ DİREKTİFLER
Surenin bundan sonraki bölümünde, yüce Allah'tan dostlarına
yöneltilmiş birtakım Rabbani direktiflere yer
verilmektedir. Bunlar Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- ve onunla birlikte iman edenlerdir. Onlar yüce Allah'tan
bu direktifleri alırken daha Mekke'de bulunuyorlardı.
Arap Yarımadası'nda ve dünyanın her tarafında
egemen olan o zamanki cahiliyeye karşı koyuyorlardı.
Bu rabbani direktifler, sözkonusu azgın cahiliyeye
karşı koyuyorlardı. Bu Rabbani direktifler, sözkonusu
azgın cahiliyeye ve şu yolunu
şaşırmış insanlara karşı mesaj
sahibi olan Peygamberimizi -salât ve selâm üzerine olsun
toleranslı davranmaya, kolaylıkla muamele etmeye,
beşer fıtratının rahatlıkla kabul edip
tanıdığı iyiliği açıklıkla
emretmeye, işi çıkmaza ve yokuşa sürmemeye,
cahiliyeden yüz çevirmeyenlerin cahilliklerine aldırmamaya,
onlarla tartışmamaya, onlarla içli-dışlı
oturumlara katılmamaya çağırıyor. Onlar haddi
aştıklarında, inatları ve engellemeleri ile
onun öfkesini harekete geçirdiklerinde ve şeytan bu öfkeyi
körüklemeye kalkıştığında
sakinleşmesi, huzura kavuşması ve sabretmesi için
Allah'a sığınmalıdır: "Affı,
kolaylaştırmayı prensip edin, iyi olanı emret
ve cahillere aldırış etme." Eğer
şeytandan gelen bir dürtmeye, bir kışkırtmaya
uğrayacak olursan, Allah'a sığın. Çünkü o
her şeyi işiten ve her şeyi bilendir. Allah'tan
korkanlar şeytandan gelen bir dürtüye, bir kışkırtmaya
uğradıklarında Allah'ın
uyarılarını hatırlarlar. Ve hemen gerçeği
görürler.
Sonra ona, o cahillerin tabiatını, ardlarındaki
gizli telkinleri, azgınlık ve sapıklıkla
direnmelerini sağlayan vesveseleri tanıtıyor.
Onların peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- karşı
takındıkları tavırlara ve mucizeler
istemelerine bir ölçüde değiniyor. Peygamberliğin
tabiatı ve peygamberin gerçekliğini onlara
tanıtmak için kendilerine nasıl hitap edeceğini
bildiriyor. Cahillerin peygamberlik, peygamber ve peygamberin yüce
Rabbi ile nasıl bir bağı olduğu konulardaki
yanlış düşüncelerini düzeltmeye çalışıyor
ve şeytanların kardeşleri-dostları
azgınlıkla şeytanlara yardımcılık
ettiğini anlatıyor. Sonra da onlar ellerinden geleni
yapmaya devam ederler. Sen onlara bir ayet
sunmadığın zaman, kendin bir ayet uydursaydın
ya derler. De ki,
ben ancak Rabbim tarafından bana indirilen vahye uyuyorum. Bu
Kur'an'daki ayetler müminler topluluğu için Rabbinizden
gelen kanıtlar, doğru yol kılavuzu ve rahmettir."
Yüce Allah'ın Peygamberimize Kur'an-ı vahyetmesine
işaret etmesi nedeniyle müminlerin Kur'an-ı tam bir
edeple dinlemelerine ve Allah'ı anmanın edebine
ilişkin bir direktif veriyor. Bunun yanısıra bu
zikre devam etmeleri ve ondan gafil olmamalarına dikkat
çekiyor. Çünkü günah işlemeyen melekler Allah'ı
zikretmekte, O'nu kutsamakta ve O'na secde etmektedirler. Öyleyse
günahkâr olan insanların O'nu anmaktan, kutsamaktan ve O'na
secde etmekten hiç gafil olmamaları gerekmektedir: "Kur'an
okunduğu zaman onu dikkatle ve sessizce dinleyiniz
ki, size rahmet edilsin. Rabbinin adını yalvararak,
korkarak ve yüksek olmayan bir sesle sabah, akşam an ve
gafillerden olma. Rabbinin yanındakiler, burun
kıvırıp O'na kulluk etmekten geri durmazlar, O'nu
noksanlıklardan tenzih ederler ve yalnız O'na secde
ederler."
|
|
O |
|
O |
|