Kitleleri aldatmak amacıyla peygamberler için normal
insanların kullandığı
alışılmış ifadelere uymayan,
Kureyş'in ileri gelenleri tarafından peygamberimize
karşı başlatılan soğuk savaşta (propaganda)
`Muhammed cinlerin etkisine girmiştir' şeklindeki acayip
sözleri söylüyorlardı.
Kureyş'in ileri gelenleri yalancı
olduklarını biliyorlardı! Peygamberin -salât ve
selâm üzerine olsun- çağrısı hususunda
onların gerçeği bildiklerini, bu Kur'an'a kulak vermeme
ve ondan en derin biçimde etkilenmeme konusunda kendilerini
alamadıklarını belirten pekçok rivayetler vardır.
Ahnes b. Şurayk, Ebu Süfyan b. Harb ve Amr b. Hişam'ın
(Ebu Cehil) üç gece üstüste gizlice Kur'an dinlemeye gelişlerinin
kıssası ve onların bundan ne kadar etkilendikleri
bilinmektedir. Peygamberden -salât ve selâm üzerine olsun-
insanın bünyesini sarsan Fussilet suresini dinleyip
etkileyici tesirleri karşısında sarsılan Utbe
b. Rebia'nın olayı da meşhurdur. Kureyş'in Hac
mevsimi gelmeden önce Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine
olsun- ve Peygamberimizle beraber bulunan Kur'an hakkındaki görüşlerini
belirlemek için yaptıkları toplantı olayı da
bunun gibidir. Velid b. Muğire'nin bu toplantı sonunda
en tutarlı görüşün, Kur'an'ın insanı
etkileyin bir büyü olduğunu söyleyenlerin görüşü
olduğu kararına varması da ilginçtir. Bütün bu
rivayetler gösteriyor ki, onlar peygamberliğin gerçek
durumundan habersiz değillerdi. Ona karşı büyüklük
taslıyorlardı. "Allah'tan başka ilâh yoktur
ve Muhammed Allah'ın elçisidir. Onaylanmasının
saltanatlarını kökten tehdit ettiğini,
insanların Allah'ın dışında başka ilâhlara
kul olmalarını engellediğini ve genel olarak islâmın
bütün beşeri putları, ilâhları
sarstığını gayet iyi biliyorlardı!
İşte bu nedenle herkesin karşısında
apışıp kaldığı Kur'an'ın
insanların alışageldiği sözlerden apayrı
ve onların söylediklerinden tamamen farklı üslubunu
istismar ediyorlardı. Bu toplumda ve önceki toplumlarda alışagelen
şekli yapıyı da sömürmeye çalışıyorlardı.
Gaybten haber verme ve cinlerle ilişki kurma ile peygamberlik
arasında bir bağ kurma çabası içinde
bulunuyorlardı! Birtakım delilerin saçma, tutarsız
sözlerini istedikleri şekilde yorumlayan ve onların bu
sözlerinin ve işaretlerinin onlara görülmeyen gayb
aleminden geldiklerini ileri sürmeye çalışıyorlardı!
Müşrikler bu toplantıların tortularını
kullanarak Hz. Muhammed'in söylediklerinin cinlerin etkisinde
kalmasından kaynaklandığını, bu ilginç
ve hayat verici sözleri deli olduğundan dolayı söylediğini
kitlelere kabul ettirmeye gayret ediyorlardı! (Bkz. Müddesir
suresi tefsiri.)
Kur'an-ı Kerim onları daha önceden tanıdıkları
ve bildikleri Peygamberimizin mesajı hakkında muhakeme
etmeye ve düşünmeye çağırmaktadır. Onlar
daha önce onun dürüstlüğüne gölge düşürecek bir
açığını tesbit etmiş değillerdi.
Onun güvenilir ve doğru sözlü olduğuna kendileri de
şahitlik etmişlerdi. Ayrıca onun hikmet sahibi biri
olduğuna tanıklık etmişler, onu Haceri Esved'i
yerine koyma konusunda çıkan anlaşmazlıkla hakem
tayin etmişler, onun hükmünü gönülden benimsemişler
ve bu hükümle aralarında patlak vermek üzere bulunan bir
fitneden kurtulmuş ve değerli mallarını ona
emanet etmişlerdi. Bu mallar Mekke'den hicret edinceye kadar
onun yanında kalmış, hicretinden sonra
amcasının oğlu Ali (Kerremellahu vechehu)
onları sahiplerine iade etmiştir!
Kur'an-ı Kerim bütün geçmişi, kendileri
tarafından bilinen ve davası apaçık biçimde
gözler önünde olan bu peygamberin durumunu güzelce muhakeme
etmelerini ve düşünmelerini istemektedir... Bu mu deliydi?
Bu mu delilerin sözü, delilerin işiydi?.. Asla!..
"Arkadaşları Muhammed'in bir deliliği
yoktur. O sadece apaçık bir uyarıcıdır?"
Ne onun aklında ne de sözlerinde hiçbir karışıklık
yoktur. O sadece bir uyarıcı, bir açıklayıcı
ve bir bildiriciydi. Onun sözleri delilerin sözleriyle karıştırılacak
nitelikte değildi. Onun durumu da delilerin durumuna
benzemiyordu.
Sonra...
Bu hayret edilecek olaylarla dolup taşan evren önünde başka
bir sarsılıştır. Açık bir kalb ve görebilen
bir göz ile bu korkunç ölçüde büyük ve geniş evrene yönelmek,
fıtratın sis katmanlarından kurtulması için
silkinmesine tek başına yeterli olacaktır.
Evrendeki gizli gerçeği, ona tanıklık eden üstün
sanatı ve kudret sahibi bir yaratıcısını
gösteren icazını kavraması için insanın
yeteneklerini ve organizmasını harekete geçirecektir.
Yerin ve göklerin sisteminde insanın kalbini ürperten, düşüncesini
hayrete düşüren öyle eşya var ki... Allah'ın
yarattığı herhangi bir şeye bakan insanın
kalbi dehşete kapılır, düşüncesi
şaşırıp kalır, aklı bunların
hepsinin kaynağını araştırmaya yönelir.
Bu yaratıkları gözler önündeki amaçlı sisteme göre
yaratan iradeyi incelemeye başlar.
Yaratıklar niçin bugünkü şekilde
olmuşlardır da haddi hesabı olmayan imkân
dahilindeki başka bir şekilde
olmamışlardır? Neden imkân dahilinde bulunan başka
yollardan birine girmemişlerdir de bu yolda yürümüşlerdir?
Neden bu yolda bu istikameti tutturmuşlardır?
Onların bu şekilde varlıklarını sürdürmelerini
sağlayan kimdir? Eğer bu, tek bir iradeden kaynaklanan sürekli
ve planlı bir takdirin direktiflerine göre işleyen
aynı yasal sistem değilse, onların tabiatında
egemen olan bu vahdetin sırrı nedir?
Canlı zerrecikler, hatta canlı hücre insanı
hayretten hayrete sevkeden bir mucizedir. Hücrenin varlığı...
Bünyesini oluşturan sistem... Hücrenin hareketleri... Her
an varlığını korumakla beraber, içerisinde
meydana gelen sürekli değişme operasyonları...
Kendi neslini sürdürmek için kapsadığı yenilenme
vasıtaları. Kendi görevini bilmesi... Nesiller boyunca
bu görevini aksatmadan sürdürmesi! İşte bu
özelliklere sahip bulunan bu canlı hücreye bakıp
inceledikten sonra kimin aklı, hatta fıtratı ve
vicdanı bu evrenin bir ilahı olmadığına
veya burada Allah'tan başka ilâhların da
bulunabileceğine kanaat getirebilir?
Hayatın evlilik ve nesil yolu ile
varlığını sürdürmesi her kalbe ve her akla
tek bir yaratıcının plan ve idaresini haykıran
bir tanık durumundadır. Yoksa kim nesiller boyunca bu
evliliği mükemmel biçimde karşılayacak ölçüde
erkekleri ve kadınları hayatta dengede tutabilir. Neden
hayatın herhangi bir döneminde sadece erkekler veya sadece
kadınlar dünyaya gelmemektedir? Eğer böyle bir
şey meydana gelse insanlığın nesli hemen o
nesilde tükeniverir. Öyleyse bütün nesiller boyunca kadın-erkek
arasındaki bu dengenin direksiyonunu elinde bulunduran kimdir?
Denge yalnız bu canlı olayda değil, yerin ve göklerin
her alanında ve bütün olaylarda gözetilmiştir. Bir
atomun yapısında bu denge ilkesi gözönünde
bulundurulduğu gibi, galaksilerin kuruluşunda da denge
ilkesine riayet edilmiştir! Bu denge ilkesi canlılar
arasında şaşmaz bir ölçü olduğu gibi,
cansız varlıkların arasında da
değişmez bir yasadır. Eğer bu denge ilkesi
kılpayı kadar sarsılacak olursa, bu evren bir an
bile ayakta duramaz! Öyleyse yerdeki ve gökdeki tüm büyük
dengelerin dizginini elinde bulunduran kimdir?
Bu Kur'an'ın ilk muhatabı olan Arabistan
Yarımadası'nın Arapları o zamanki bilimleri
bilgileriyle yerde gökde ve Allah'ın
yarattığı herşeyde, bu denge ve ahengin
boyutlarını tam anlamıyla kavrayacak durumda
değillerdi. Şu var ki, insanın fıtratı,
bu evrenle engin bir uyum içindedir. İnsanın
fıtratı, bu enginliklerde seslerle ifade edilemeyen
dilini kullanarak evrenle diyaloğa geçer. Kâinatın
etkileyici ve yol gösterici mesajlarını,
ilhamlarını alabilmesi için insanın açık bir
kalp ve gören bir gözle bu evrene bakması yeterlidir.
Nitekim insan, bu varlık aleminin duygularına
verdiği mesajları alarak kendi fıtratı ile
kendisinin bir ilâhı olduğunu bulmuş ve bu gerçek
onun duygularında hiçbir zaman saklı
kalmamıştır. Ancak insan bu gerçek ilâhın
sıfatlarını belirlemede hataya düşebilmiştir.
Neticede peygamberlerle gelen mesajlar onu bu konuda doğru
olan görüşe iletmiştir.
"Bilimsel Sosyalizm"in taraftarları olan modern
inkârcılara-ateistlere gelince, bunlar fıtratları
bozulmuş hayvanlaşmış yaratıklardır!
Hatta onlar ancak kendi fıtratlarını inkâr
ediyorlar. Onlar içlerinden gelen telkinlere karşı
direniyorlar, inat ediyorlar. Onlardan birinin feza
boşluğuna çıktığında, harika
manzarayı ve yerküresinin boşlukta asılı
duran manzarasını gördüğünde fıtratı
haykırıyor: "Dünyayı bu şekilde
boşlukta durduran kimdir?" Fakat yeryüzüne indiğinde
ve devletin baskısını
hatırladığında: Orada Allah'ı görmediğini
söylüyor. Ve yerin ve göklerin cüzi bir bölümü karşısında
fıtratının özünden gelen duyguları ve
vicdanının derinliklerinden gelen
haykırışları gizliyor!
Bu Kur'an ile insana hitab eden yüce Allah, insanı
yaratan ve onun fıtratını en iyi bilendir.
Son olarak onların kalplerine bir ölüm teması ile
dokunuyor. Bu ölüm, onlar kendilerinden habersiz oldukları
bir sırada bilinmeyen gayb aleminden gelip pek yakında
kendilerini yakalayabilir:
"Ecellerinin gerçekten yaklaşmış
olabileceğini düşünmüyorlar mi?"
Onlar ecellerinin yakın olduğunu nerden
bileceklerdir? Onlar Allah'ın gaybından habersiz
oldukları ve Allah'ın pençesinden kurtulamayacak bir
durumda oldukları halde, onları gaflet içinde orada bırakan
sebep nedir?
Yaklaşmış olma ihtimali de bulunan gizli ecel
ile teması gerçekleştiren bu dokunuşlar
insanın kalbini derin bir şekilde sarsar! Belki böylece
uyanır, gözlerini açar ve görmeye başlar. Bu
Kur'an-ı indiren ve bu insanı yaratan yüce Allah, bu
dokunuşun hiçbir kalbi gafil bırakmayacağını
çok iyi bilmektedir. Yalnız bazı kalpler buna inad
edebilecek ve büyüklük taslayabileceklerdir!
Bu sözden daha etkili bir şekilde kalpleri sarsacak veya
onları yumuşatacak başka bir söz yoktur...
Bir ayeti kerime içerisinde yeralan bu dokunuşlar,
Kur'an'ın bu insanın bünyesine hitab eden metodunu
ortaya koymaktadırlar. Kur'an'ın bu metodu, insanın
tüm duygularına hitab eder. Hitab etmediği bir taraf,
dokunmadığı hiçbir çizgi bırakmaz. Kur'an
metodu sırf insanın aklına hitab etmez. Yalnız
onu, tamamı ile boş da vermez.
İnsanın bütün bünyesini sarsarken, ona da dokunur
ve harekete geçirir. İnsan zihnine dokunurken kuru
tartışma metodu ile ona yanaşmaz. Hayatın
sıcaklığı içine sirayet etmişken,
cereyanı içinde hareket ederken onu diriltmek ve görüp düşünmesini
sağlamak ister. Allah yoluna davetin metodu sürekli olarak
böyle olmalıdır. Çünkü insan yine o insandır.
İlim yönünden ne kadar "tekamül ederse" etsin,
bünyesinde bir değişiklik olmayan insana Allah'ın
hitabı ve değişmez kelâmı olan Kur'an da yine
o Kur'an'dır.
HİDAYET VE SAPIKLIK
Burada ayeti kerimelerin akış seyri bir
değerlendirme yapmak için kısaca duruyor... Burada
Allah'ın hidayet ve sapıklığa ilişkin
değişmez yasası belirtiliyor. Bu yasa Allah'ın
iradesine uygun olarak hidayeti isteyen ve bu konuda çaba
sarfedenleri hidayete erdirmeyi, hidayetin delillerinden ve imanın
mesajlarından yüz çevirenleri sapıklığa
itmeyi gerektirmektedir. Bu değişmez yasa Kur'an'la
muhatap olan topluluğun haline uygun düşecek biçimde
arzedilmiştir. Çünkü Kur'an-ı Kerim, bir tek örnek
vasıtasıyla genel bir ilkeyi metod olarak arzeder.
İbret verici bir olay vesilesiyle değişmez bir
yasayı açıklar: