O |
A´raf
|
O |
|
181- "Yarattığımız insanlar içinde başkalarını
hakka ileten ve hakka uygun, adil hükümler veren bir kesim varılır.
"
182- Ayetlerimizi yalanlayanları hiç farkına
varmayacakları biçimde yavaş yavaş kötü akıbetlerine
yaklaştıracağız. "
183- "Onlara mühlet veririm. Çünkü benim tuzağım
sağlamdır."
Eğer insanların içinde en kötü şartlarda bile,
yüce Allah'ın islâmi anlamıyla "Ümmet" diye
adlandırdığı bu cemaat olmasaydı,
beşeriyet asla onurlandırılmaya hak kazanmazdı.
İslâm literatüründe ümmet kavramı bir tek akideye
bağlanan, bu akide bağına göre biraraya toplanan
ve bu akideye dayalı olarak hareket eden cemaat demektir.
İşte sürekli olarak hakka bağlanan ve her zaman
ona göre hareket eden bu ümmet, yüce Allah'ın yeryüzündeki
emanetinin bekçisidir. Allah'ın insanlardan
aldığı sözün şahididir. Bu ümmet aracılığıyla
yüce Allah'a verilen sözü inkâr eden sapıklara
karşı Allah'ın delili üstün gelmiş
olmaktadır.
Şimdi de bu ümmetin sıfatları üzerinde biraz
durmak istiyoruz:
"Başkalarını hakka ileten ve hakka uygun,
adil hükümler veren bir kesim vardır."
Sayıları ne olursa olsun varlıkları yeryüzünden
silinmeyen bu ümmetin sıfatlarından birkaçını
şöyle özetleyebiliriz. Onlar hakka çağırırlar,
hiçbir zaman hakka hak ile davet etmekten geri durmazlar.
Aleyhlerine de olsa hakkı savsaklamazlar. Bildikleri gerçeklerden
asla yüz çevirmezler. Onlar yalnızca hak ile
başkalarını doğru yola iletirler. Bu haktan
ayrılan sapıkların ve bu anlaşmayı inkâr
edenlerin üzerinde egemenlik hakları vardır.
Onların hakkı tanımaktan ibaret olmayan, bu
merhaleyi aşan hak ile hidayete ulaşan, ona çağrıda
bulunan ve onun adıyla egemenliği elinde bulunduran
aktif bir eylemi vardır.
"Hakka uygun, adil bükümler veren."
Onlar hakkı tanımayı ve onunla hidayete ermeyi
aşarak, bu hakkı insanların hayatlarında gerçekleştirmeye
ve onlar arasında hak ile hükmetmeye çalışırlar.
Bu hakkı uygulamaktan başka hiçbir şekilde gerçekleştirilmesi
mümkün olmayan adaleti uygulamak için çalışırlar...
Çünkü bu hak sırf okunan bir bilgi, incelenen bir bilim
dalı olsun diye gönderilmediği gibi, kendisi
vasıtasıyla doğru yola erişilen ve
tanınan kuru bir vaazdan da ibaret değildir! Bu hak
ancak insanların bütün işlerine hükmetmek için gelmiştir.
İnsanların ibadet niteliği taşıyan
eylemlerine-uygulamalarına hükmeder ve onları
insanların Rabbleriyle bir bağ kurmalarına
vasıta kılar. Toplumun pratik hayatına hükmeder
onun sistemini ve kurumlarını kendi ilkelerine ve
metoduna göre düzenler. Topluma hükmederken bu şeriattan
alınma hukuku ve kanunları ile hükmeder. Toplumun alışkanlıklarına,
geleneklerine, ahlâkına ve yaşam tarzına hükmeder.
Ve onların hepsini bu hakikatten kaynaklanan
sağlıklı düşüncelere uygun biçimde düzene
koyar. Onların düşünce, bilim ve kültür metodlarına
kısacası hepsine hükmeder ve bunların tümünü
kendi ölçülerine göre kontrol altına alır.
İşte ancak insan hayatındaki bu yönlerin tümü
ile, sözkonusu hakikat varlığını ortaya
koymuş olabilir. Ancak bu hakikatin uygulamasıyla gerçekleşebilen
adalet yürürlüğe konmuş olur. İşte bu
ümmetin hakkı tanıdıktan ve onunla hidayete
kavuştuktan hemen sonra yürürlüğe koyduğu da
budur.
Bu dinin tabiatı apaçıktır,
karışıklığa meydan vermez!
Sağlamdır, kaypaklığı kabul etmez! Bu
dini saptırmaya çalışanlar onun bu apaçık ve
sağlam olan karakterini değiştirmede hayli zorluk
çekerler. Bu nedenle ona yorulmak bilmeyen çabalar, ardı
arkası kesilmeyen saldırılar yöneltirler. Onun
istikametini bozmak, karakterini cıvıklaştırmak
için her türlü vasıtayı her çeşit cihazı
ve bütün deneyimleri kullanırlar. İslami anlamdaki
sağlıklı, sağlam ve dinamik uyanış
ve diriliş hareketlerini yeryüzünün her yerinde
kendilerinin kurmuş oldukları ve destekledikleri
rejimler ve devletler aracılığıyla tam bir
barbarlık içinde yoketmeye, ezip geçmeye çalışırlar!
Ayrıca bu dinin bilginlerinden din adamı olmayı
meslek edenleri onun aleyhine ustalıkla kullanırlar.
Bunlar Allah'ın hükümlerini tahrif eden, Allah'ın
haram kıldıklarını helâl sayan,
şeriatın hüküm olarak belirlediğini
cıvıklaştırmaya çalışan, fuhuş
ve kötülükleri yaygınlaştırmakla kalmayıp,
üstelik bunların üzerine dini armalar ve etiketler yapıştıran
kimselerdir! Materyalist medeniyetler tarafından
aldatılmışları, onların teorilerinin,
sistemlerinin etkisine girenleri peşlerinde sürüklüyorlar
ki, islâmın da bu teorilere ve bu sistemlere
benzediğini onlara kabul ettirebilsinler. Onların
sloganlarını alsınlar. Veya onların
teorilerini, hukuklarını ve metodlarını kopye
edebilsinler! Bunlar hayatın tümüne hükmeden islâmı,
miadını doldurmuş tarihi bir olay olarak
değerlendiriyorlar. Onun bir daha geri dönemeyeceğine
inanıyorlar. Müslümanların duygularını
yatıştırmak için de bu mazinin büyüklüğünü
takdirle yadederler ki, bu uyuşturucu atmosfer içinde şöyle
desinler: Bugün islâmın, bir hukuk ve sistem olarak
değil de, müslümanların bireysel hayatlarında bir
inanç sistemi ve ibadet biçimi olarak yaşaması
zorunludur. İslâma ve müslümanlara geçmişin
şerefli tarihi iftihar kaynağı olarak yeterlidir! Yani
bunu böyle kabul etmeliyiz veya bu dinin bir "evrim"
geçirmesi beşerin realitesine ayak uydurabilmesi için, bu
realiteye bağımlı olması, onların
kendisine uygun gördükleri bütün düşüncelere ve
kanunlara açık olması zorunludur. Böylece dünyada
daha önce islâmi olan rejimlerde, devletlerde zamanla inanç
sistemi ve din haline dönüşen birtakım teoriler yürürlüğe
koyarlar ki, o eski dinin yerini tutsun! O eski Kur'an'ın
yerini tutması için, okunan ve tedkik edilen bir Kur'an
indirirler. Yine onlar başka bir yöntem olarak bu dinin
karakterini değiştirmeye çalıştıkları
gibi, toplumların karakterlerïni de değiştirmeye
uğraşırlar ki, bu din, kendisiyle doğru yola
gelebilecek elverişli kalplerle
karşılaşmasın. Onlar bu son taktikleri
gereği olarak toplumları, cinsellik, fuhuş ve kötülüklerin
bataklığında boğulan, geçim derdi ile meşgul;
peşinde koşmadan, zorlamadan ve alın teri dökmeden
geçimini temin edemeyecek konuma düşen grupçuklara dönüştürürler
ki, karnını doyurduktan ve cinsel duygularını
tatmin ettikten sonra ayrılmasınlar, hidayete kulak
vermesinler veya dine yönelmesinler!
İşte bu, islâma ve islâmla doğru yola ileten
ve onunla adaleti gerçekleştirmek isteyen islâm ümmetine
karşı başlatılan korkunç bir savaştır.
Hiç çekinilmeden her tür silâhın, haddi hesabı
olmayan vasıtaların kullanıldığı bir
savaş... Bu savaşta uluslararası süper güçler,
karteller, holdingler ve basın-yayın organları bütün
güçleriyle çalışmakta, devletlerarası bütün teşkilâtlar
ve kurumlar onların emrine sunulmakta ve bu uluslararası
dayanışma olmadan bir tek gün ayakta durma
şansı olmayan kukla rejimler hep birlikte hareket
etmektedirler!
Her şeye rağmen, bu dinin apaçık ve sağlam
tabiatı halâ bu korkunç savaşa karşı bütün
direnci ile ayaktadır. Bu hal üzere bulunan müslüman
ümmet de sayısının azlığına ve
hazırlığının yetersizliğine
rağmen kendisine karşı girişilen barbarca
yoketme operasyonlarına karşı dimdik
durmaktadır... "Hiç şüphesiz Allah işinde
üstün olandır."
"Ayetlerimizi yalanlayanları hiç farkına
varmayacakları biçimde yavaş yavaş kötü akıbetlerine
yaklaştıracağız."
"Onlara mühlet veririm. Çünkü benim tuzağım
sağlamdır."
İşte bu dine sarılan, onun üzerinde buluşan
ve onun bağları üzerinde biraraya gelen ümmete karşı
düşmanların başlattıkları bu korkunç
savaşta, onların gereği gibi hesaba
katmadığı asıl kuvvet kaynağı budur...
İşte Allah'ın ayetlerini yalan sayanların
hesaba katmayı ihmal ettikleri asil kuvvet budur. Onlar asla
düşünemiyorlar ki, bu, farkında olmadan Allah'ın
onları yavaş yavaş cezaya
yaklaştırmasıdır. Bunun belli bir süreye
kadar Allah tarafından verilen bir mühlet olduğunu düşünemiyorlar.
Onlar Allah'ın tuzağının çetin olduğuna
inanmıyorlar! Birbirlerine destek oluyorlar ve yeryüzünde
kendi dostlarının gücünü egemen görüyorlar ve en
büyük kuvveti unutuyorlar! Bu Allah'ın ayetlerini yalan
sayanlara karşı izlediği değişmez
yasasıdır... Onları yavaş yavaş felâkete
sürüklemek ve kendilerine karşı hazırlanan tuzak
ve önlemin içine itmek için onların dizginlerini serbest
bırakır böylece de karşı gelmelerine ve zulüm
yapmalarına zaman tanır. Burada tuzak kuran kimdir?
Karşı konulmaz kuvvet sahibi Cabbar olan Allah'tır.
Fakat onlar bundan habersizdirler! Ve mutlaka son zafer, hak ile
doğru yola ileten ve onu uygulamakta adaleti gerçekleştiren
takva sahiplerinindir.
DÜŞÜNEMİYENLER
Kur'an-ı Kerim, bu korkunç tehditleri, Mekke'de Allah'ın
ayetlerini yalan sayan bir topluma yöneltiyordu. Şu kadar
var ki, Kur'an'ın hükümleri sürekli olarak belli bir
olayla sınırlı olmaktan tamamen uzaktır. Yüce
Allah bu kâfirleri, islâmi anlamda ümmet diye adlandırdığı
müslüman cemaate karşı tavırlarından
dolayı tehdit etmiş ve onlara zaman
tanıdığını, yavaş yavaş
onları cezaya ve sağlam tuzağa doğru sürüklediğini
bildiriyor. Bu tehditten sonra onları, kalplerini, gözlerini
ve kulaklarını kullanmaya çağırıyor.
Dolayısıyla onlara, cehennem yakıtı
olmamalarını, gafiller arasına girmemelerini söylüyor.
Yine onları, kendilerini hakka çağıran ve bu hak
ile doğru yola ileten peygamberlerinin hakkında iyice düşünmeye
çağırıyor. Yerin ve göklerin işleyen düzenine
bakmalarını, bu işleyen görkemli düzen içine
serpiştirilen Allah'ın ayetlerini görmeye davet ediyor
onları. Zamanın geçtiğini, gizli olan ecel
vaktinin gelip çattığını ancak kendilerinin
halâ gaflet içinde olduklarını belirterek
uyanmalarını istiyor:
|
|
O |
|
O |
|