163- Onlara deniz kıyısındaki kasabanın
halkının yaptığını sor. Hani onlar
cumartesi yasağını çiğniyorlardı.
Çünkü cumartesi yasağına uydukları gün onlara
akın akın balık geliyordu, fakat cumartesi
yasağını çiğnedikleri gün onlara hiç balık
gelmiyordu. Öteden beri fasık oldukları için, biz
onları böylece sınavdan geçiriyorduk.
164- Hani o kasabalılardan bir grup "Allah'a
yokedeceği ya da ağır bir azaba çarptıracağı
bir topluma ne diye öğüt veriyorsunuz " dedi de öğüt
verenler "Rabbinize karşı haklı bir
mazeretimiz olsun ve ola ki kötülükten sakınırlar"
dediler.
165- Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları
unutunca kötülükten sakındıranları
kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmışlıkları
yüzünden ağır bir azaba uğrattık.
166- Sakındırıldıkları kötülüğü
ısrarla ve küstahça işlemeye devam edince kendilerine
"birer aşağılık maymun olunuz "
dedik.
167- Hani Rabbin açıkça bildirdi ki, işkencelerin
en ağırını tattıracak zorbaları
kıyamet gününe kadar yahudilerin başlarına
musallat edecektir. Hiç kuşkusuz Rabbi çabuk cezalandırandır
ve yine O, hiç kuşkusuz bağışlayıcı
ve merhametlidir.
Burada Kur'an-ı Kerim'in anlatım tarzı;
İsrailoğulları'nın geçmişini anlatma yöntemini
bırakıyor. Medine'de Peygamberimize -salât ve selâm
üzerine olsun karşı koyan, yahudi tortularına yönelen
bir' üsluba geçiyor. Surenin buradan 171. ayetine kadar ki
bölümü Medine'de inmiştir ki, orada bulunan yahudilere
karşı koysun. Mekke'de indirilen bu surenin
şurasına ilave edilmiştir ki
İsrailoğulları'nın peygamberleri olan Musa ile
beraber geçen kıssasını tamamlasın.
Yüce Allah, Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun-
yahudilerin kendi atalarının tarihinde bildikleri bu
olayı, onlara sormasını istiyor. Onlar birbirine
bağlı nesiller olduklarından yüce Allah, onları
bu tarihleriyle muhatap tutuyor. onların çok eskiden işledikleri
günahlarını hatırlatıyor. Onlardan bir
kesimin daha dünyada iken hayvan şekline büründüklerini,
bütün bir millet olarak sonsuz bir zillete ve Allah'ın
gazabına uğradıklarını sözkonusu ediyor...
Onlardan yalnız ümmi peygambere uyanların bu
cezanın dışında tutulduğunu, bu kesimin
üzerinden ağır yüklerin ve zincirlerin kaldırıldığını
ifade ediyor.
Kur'an-ı Kerim deniz sahilindeki kasabanın
adını vermiyor. Çünkü oranın neresi
olduğunu, muhatap olanlar biliyor! Olayın kendisine
gelince bu, kahramanları deniz sahilindeki bir şehirde
ikamet eden İsrailoğulları'ndan bir cemaattir. Daha
önceleri İsrailoğulları, ibadet için tatil günü
kabul edecekleri, dünya işleri ile uğraşmayıp,
kendilerini ibadete verecekleri bir istirahat günü belirlemesini
istemişlerdi. İstek üzerine kendilerine cumartesi
günü tayin edilmişti... Bundan sonra yüce Allah onları
eğitmek, kışkırtıcı,
ayartıcı arzu ve isteklerin baskılarına
karşı iradelerini nasıl güçlendireceklerini, bu
aldatıcı arzu ve istekleri ile verdikleri söz çatıştığında
nasıl harekete geçeceklerini hatırlatmak amacıyla
denemiştir. Böyle bir deneme içinde yaşadıkları
uzun zillet süreci boyunca şahsiyetleri ve karakterleri
bozulan İsrailoğulları için bir sınama lâzımdı.
Zillet ve kölelikten sonra onur ve sebata hazırlanmaları
için her şeyden önce iradenin özgür olması
gerekiyordu. Ayrıca böyle bir sınama, Allah'ın
mesajını yüklenen ve yeryüzünde emanetine ehliyet
kazanan herkes için zorunludur. İradenin denenmesi ve nefsi
ayartmanın üstesinden gelinmesi daha önce Hz. Adem ve
Havva'nın geçirildiği ilk sınav olmuştur.
Onlar bu sınavda direnememiş, ölümsüzlük ağacı
ve eskimeyen mülk şeklindeki şeytanın
aldatmasına yenik düşmüşlerdi. Sonra bu
sınav, yüce Allah'ın yeryüzünde hilafet görevine
izin vermesinden önce bütün cemaatlerin kendisinden
geçirilmesi gereken bir sınav olarak önemini korumaktaydı.
Sınama şekli değişebilir yalnız
sınamanın içeriği değişmezdi!
İsrailoğulları'ndan bir grup, bu sefer de
Allah'ın kendilerine zorunlu kıldığı
sınava daha önceki sebeplerden; fasıklık ve
sapıklık yüzünden direnemedi. Cumartesi günleri deniz
kıyısında balıklar onların gözleri
önünde kaynaşıyorlardı. Rahat tutulabilecek,
kolay avlanabilecek biçimde geziyorlardı. Kendi kendilerine
yükledikleri Cumartesi yasağı yüzünden bu balıkları
kaçırıyor ve onlara dokunmuyorlardı! Cumartesi günü
geçtiğinde, normal avlanma günleri geldiğinde ise,
balıkları, avlamanın yasak olduğu gün gibi
çok yakın ve apaçık göremiyorlardı!..
İşte bu, Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine
olsun- kendilerine hatırlatması emredilen şeydi.
Peygamberin o zaman ne yaptıklarını, ne ile
karşılaştıklarını onlara
hatırlatması isteniyordu:
-Onlara deniz kıyısındaki kasabanın
halkının yaptığını sor. Hani onlar
Cumartesi yasağını çiğniyorlardı.
Çünkü Cumartesi yasağına uydukları gün, onlara
akın akın balık geliyordu, fakat Cumartesi
yasağını çiğnedikleri gün onlara hiç balık
gelmiyordu. Öteden beri fasık oldukları için biz onları
böylece sınavdan geçiriyorduk.
Peki bu nasıl gerçekleşti? Balıklar onlarla bu
şekilde yüzyüze geliyor ve onları bu şekilde
peşlerinde dolaştırıyor, onlarla oyun
oynuyorlardı?.. Bu, Allah'ın dilediğinde gerçekleşen,
olağanüstü bir olaydır. İşin gerçeğini
kavramayanlar, Allah'ın iradesinin "Tabiat
kanunları" adını verdikleri yasaların
dışına çıkmasını kabul etmiyorlar!
İslâm düşüncesinde ve realitede mesele hiç de öyle
değildir.. Çünkü bu evreni yaratan Allah'tır. Bu
evrenin bağımlı kalacağı kanunları
özgür iradesiyle ortaya koyan da O'dur. Fakat Allah'ın
iradesi bu yasalara bağımlı değildir.
Allah'ın iradesi, doğa kanunları
dışında hiçbir şeye gücü yetmeyen bir irade
değildir. Daha önce özgür olduğu gibi bu kanunlardan
sonra da özgürlüğü devam etmektedir. İşte, bu,
bu olguyu bilmeyenlerin yenilgiye düştüğü bir noktadır...
Eğer yüce Allah'ın lâyık olan kullarına
rahmeti ve hikmeti bu kanunların değişmemesini
gerektirmişse bu demek değildir ki, Allah'ın
iradesi bu kanunlarla sınırlıdır, onların
içine hapsedilmiştir. Her ne zaman hikmet gereği bu
değişmez kanunlara aykırı işlerden biri
gelecekse, özgür olan Allah'ın iradesi, bu işi özgür
bir şekilde gerçekleştirir. Sonra bu değişmez
kanunların her seferinde harekete geçirilişi, bu sefere
mahsus Allah'ın özel kaderi ile meydana gelir. Bu değişmez
kanunlar da Allah'ın kaderinin hiçbir etkisi yokmuş
gibi otomatik olarak hareket etmez. Bununla beraber yüce Allah,
bir başkasını uygulamaya koymadığı müddetçe
bu evrensel yasalar değişmeden devam eder. İster
değişmez yasaların işleyişinde olsun,
ister diğerlerinin işleyişinde olsun meydana gelen
her şey ancak yüce Allah'ın takdiri ile gerçekleşmektedir.
Yüce Allah'ın kaderinde değişmez yasalar ile
olağanüstü olaylar birdir. Bilmeyenlerin sandığı
gibi evrenin düzeninde otomatikman işleyen tek bir olay
yoktur. Şimdi onlar son asrın ikinci çeyreğinde bu
realiteyi kavramaya başlamışlardır. (Daha
geniş bilgi için En'am suresinin 156. ayetinin tefsirine bkz.)
Her neyse bu olay gerçekleşmişti.
İsrailoğulları'ndan deniz sahilindeki kasaba
halkının başına böyle bir olay gelmişti.
O sırada onlardan bir kesimin arzu ve istekleri bu
aldatıcı olay karşısında harekete geçmiş,
azimleri kırılmış, Rabblerine verdikleri söz
ve yaptıkları antlaşmayı unutmuşlar,
Cumartesi günü avlanmak için yahudilerin kendi metodlarına
uygun bir biçimde hilelere başvurmaya
başlamışlardır! İnsanın kalbi
kaypaklaşıp, takvası azaldığında;
sırf hükümleri kalıbına uydurulmak ve hükümlerden
kaçıp anlamlarından kurtulmak istendiğinde hileler
o kadar çoğalır ki, değme gitsin! Bu durumda
kanunu, hükümler koruyamadığı gibi, silâhlı
güçler de koruyamaz. Kanunu koruyacak olan, ancak Allah korkusu
ve heybetinin içinde yer ettiği takva dolu kalplerdir. Ancak
bu kalpler kanunu korur ve muhafaza eder. İnsanların
hilelerine maruz kalan bir kanunu korumak mümkün değildir!
Bir kanun maddi güçlerle ve polis kuvvetleri ile korunamaz.
Devlet ne kadar diktacı bir rejime dayansa da herkesi kontrol
edecek, kanunları uygulamasını ve
korumasını sağlayacak bir bekçi koyamaz.
İnsanların kalplerinde Allah korkusu ve O'nun gizli-açık
gözetlemesi olmadan kanunları korumak imkân dışıdır.
İşte Allah'tan korkan kalplerin bekçiliğine
dayanmayan düzenler ve sistemler, bu yüzden başarısızlığa
uğramaktadırlar. Allah'ın otoritesine yer vermeyen
teoriler ve görüşler bu sebepten iflâs etmektedir.
İşte devletin kanunları koruması ve
uygulaması için ileri sürdüğü beşeri
mekanizmaların başarısız olmasının
nedeni budur. Olayları yüzeysel olarak izleyen ve kontrol
eden emniyet mekanizması bu nedenle aciz düşmektedir!
Aynen bunun gibi deniz sahilindeki kasabanın ahalisinden
bir kesim, avlanmaları yasak olan Cumartesi gününde
avlanmanın bir yolunu bulmuşlardı. Rivayete göre,
onlar bu plânları gereği olarak Cumartesi günü balıkların
önüne setler çekiyor ve onların çıkış
noktalarını kapatıyorlardı. Pazar günü
olunca erkenden onları toplamaya gidiyorlardı. Ve onlar
buna rağmen, Cumartesi günü avlanmadıklarını
söylüyorlardı. Çünkü Cumartesi günü balıklar
setlerin berisinde kalıyor ve avlanmıyorlardı!
İsrailoğulları'ndan bir kesim de onların böylece
Allah'ı kandırmaya
kalkıştıklarını görüyor ve bu oyunlara
başvuran isyancı kesimi uyarmaya çalışıyordu.
Onların bu yaptıkları oyunları
reddediyorlardı!
Üçünçü grup ise, iyiliği emretmeye ve kötülüğü
önlemeye çalışanlara şöyle diyordu: Allah onları
helâk edip cezalandırdıktan sonra sizin bu
uyarılarınızın ne yararı olacaktır?
Zaten onlar vazgeçmeyeceklerdir?
"Hani o kasabalılardan bir grup "Allah'ın
yok edeceği ya da ağır bir azaba çarptıracağı
bir topluma ne diye öğüt veriyorsunuz" dedi."
Onlar Allah'ın haram kıldıklarını çiğnemekle
Allah'ın ağır cezasına çarptırıldıktan
sonra, onlara öğüt vermenin hiçbir yararı yoktur. Bu
öğüt onların tavırlarını da
değiştirmeyecektir!
Öğüt verenler "Rabbinize karşı haklı
bir mazeretimiz olsun ve ola ki kötülükten sakınırlar"
dediler.
Bu bizim yaptığımız Allah'ın
yapmamızı istediği bir görevdir. İyiliği
emretmek, kötülüğü engellemek, Allah'ın haram
kıldıklarını işlemekten caydırmak görevi.
Biz böylece mazeretimizi Allah'a iletmiş oluruz ve yüce
Allah da görevimizi yaptığımızı açıkça
görmüş olur. Ayrıca bu isyankâr kalplere öğüdün
fayda vermesi ve orada takva bilincini harekete geçirmesi de
mümkündür.
Böylece kasaba halkı, üç gruba veya üç ümmete ayrılıyor.
İslâmi terminolojide ümmet, belirli bir inanç sistemine
boyun eğen, belirli bir düşünce sistemine gönül
veren ve bir tek komuta merkezinden idare edilen insan topluluğudur.
Yoksa klâsik ya da modern cahiliye terminolojisinde olduğu
gibi, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde yerleşen ve bir
devlet tarafından idare edilen insan topluluğu demek
değildir. İslâm böyle bir ümmet anlayışını
tanımaz. Böyle bir anlayış ancak klasik veya
modern cahiliyenin bir kavramı olabilir! ( "Ümmet"
kavramı, "Medyen suyunun başına
geldiğinde insanlardan bir grubun hayvanlarını
suladığını gördü." (Kasas, 2,3)
ayetindeki gibi insanlardan herhangi bir grup anlamına gelir.
Bazan da liderlik ve önderlik anlamına gelir. Nitekim ayeti
kerimede: "İbrahim Allah'a itaat eden, O'nu birleyen bir
ümmet (her iyiliği kendinde toplayan bir önder) idi."
(Nahl, 120) Ayet, burada O'nun tek başına belirli bir
grup olduğunu içermektedir. Fakat bu ümmet kavramının
islâmi literatürdeki anlamına etki etmez. islâmi ümmet,
belirli inanç sistemi ve belirli düşüncesi olan insan
topluluğu demektir.")
"Ümmet" kavramı, "Medyen suyunun
başına geldiğinde insanlardan bir grubun
hayvanlarını suladığını gördü."
(Kasas, 2,3) ayetindeki gibi insanlardan herhangi bir grup anlamına
gelir. Bazan da liderlik ve önderlik anlamına gelir. Nitekim
ayeti kerimede: "İbrahim Allah'a itaat eden, O'nu
birleyen bir ümmet (her iyiliği kendinde toplayan bir
önder) idi." (Nahl, 120) Ayet, burada O'nun tek başına
belirli bir grup olduğunu içermektedir. Fakat bu ümmet
kavramının islâmi literatürdeki anlamına etki
etmez. İslâmi ümmet, belirli inanç sistemi ve belirli düşüncesi
olan insan topluluğu demektir."
Böylece bu kasabanın halkı, bu dar anlamda üç
ümmete ayrılmış oldu. Bu ümmetlerden biri
isyankâr ve düzenbaz bir ümmetti. Bir ümmet de karşı
koyuşu, yönlendirmesi ve öğütleri ile isyankârlığa
ve düzenbazlığa karşı aktif bir tavır
takınmıştı. Bir ümmet de kötüleri
kötülüklerle başbaşa bırakmış, pasif
bir tavır yolunu seçmiş, kötülüğe
karşı aktif bir eyleme girişmemişti. Bunlar
birbirinden ayrı düşünce ve hareket metotlarıdır.
Ve bu düşünce ve hareket ayrılığı
onları üç ayrı ümmet haline getirmiştir.
Ne nasihat, ne öğüt fayda vermeyip
şaşkınlar azgınlıklarını sürdürünce
Allah'ın hükmü onlara hak oldu ve sakındırdığı
şey gerçekleşti. Buna bağlı olarak kötülüğü
engellemeye çalışan ümmet felâketten kurtuldu.
İsyankâr olan ümmeti, ilerde açıklanacağı
gibi ağır ceza yakalayıverdi. Üçüncü gruba veya
ümmete gelince, ayeti kerime buna ilişkin hiçbir haber
vermiyor. Belki de bu, cezaya çarptırılmasalar da
onlara önem verilmediği için böyledir. Çünkü onlar
aktif anlamda bir karşı koymaya
yanaşmamışlar. Yalnız pasif anlamda reddetme
sınırları ile yetinmişlerdir.
Dolayısıyla cezaya çarptırılmasalar da
ciddiye alınmamayı hakettiler:
-Onlar kendilerine yapılan hatırlatmaları
unutunca kötülükten sakındırılanları
kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmışlıkları
yüzünden ağır bir azaba uğrattık.
-Sakındırıldıkları kötülüğü
ısrarla ve küstahça işlemeye devam edince kendilerine
"Birer aşağılık maymun olunuz"
dedik.
Çetin yani ağır ceza, hilelere başvuran isyankâr
grubu günaha alabildiğine daldığından
yakalayıvermişti. Kur'an-ı Kerim, bu tür günahları
küfür olarak kabul eder. Bazan bunu zulüm, bazan da fasıklıkla
ifade eder. Nitekim genel olarak Kur'an-ı Kerim'in ifade
tarzı şirk ve küfrü; fasıklık ve zalimlik
şeklinde dile getirmektedir. Kur'an'ın bu kavramlara yüklediği
anlam, sonraları gelişen fıkhi kavramların
anlamlarından farklıdır. Yani Kur'an'ın bu
kavramlarla ifade etmek istediği şey ile sonraları
gelişen fıkhi kavramların ifade ettiği
şey aynı değildir. İsyankâr ümmete verilen
bu ağır ceza, onların insan şeklinden çıkarılıp
maymunlar şekline dönüştürülmesiydi. Onlar bu
önemli özelliklerini, arzu ve isteklere egemen olan iradelerini
kaybettikleri de insanlıklarından kendileri vazgeçmiş,
"insani" özelliklerinden soyunmaları ile
"hayvanlar" alemine doğru geriye gitmişlerdi.
Bu geriye dönüş ve alçalış, hayvanlarınkine
benzer bir hayatı kendileri istediklerinden dolayı
olmuştur ve böylece hayvanlaştırılmışlardır!
Peki onlar nasıl maymun oldular? Maymun olduktan sonraki
durumları ne oldu? Türü dışına çıkan
her şekil değiştiren varlık gibi, nesilleri tükendi
mi? Yoksa soyları maymun olarak mı devam etti? Buna
benzer birçok soruya ilişkin pek çok tefsir rivayetleri
vardır... Yalnız bunların hepsi için Kur'an-ı
Kerim'de ayrıntılı bilgiye rastlanmaz.
Peygamberimizden de -salât ve selâm üzerine olsun bu konuda
hiçbir rivayet gelmiş değildir. Öyleyse buna ilişkin
spekülasyona dalmamız gereksizdir.
Döndürme ve değişmenin kendisiyle meydana
geldiği gibi başta yaratma ve oluşturmanın da
kendisiyle meydana geldiği Allah'ın sözü; yani,
"OI" sözü burada da gerçekleşmiştir.
"Kendilerine "Birer aşağılık
maymun olunuz" dedik.
Onlar da bayağı maymunlar oldular. Yüce Allah'ın
yaratmaya ilişkin "Ol" emri nasıl meydana
gelmişse, hiç kimse tarafından asla karşı
konulmayan Allah'ın hükmü nasıl yürürlüğe
girmişse, bu olay da öyle olmuştur.
Ardı arkası gelmeyen günahlardan bir süre sonra
onların bu tutumları tüm yahudilerin sonsuza dek
lânetlenmelerine yolaçtı. İlahi iradenin onlar
hakkındaki asla karşı konulmayı engellenemeyen
fermanı çıktı. Pek tabii olarak onların,
Ümmi Peygamber'e iman edenleri ve onun izinde gidenleri bu
hükmün dışında tutulmuştu:
-Hani Rabbin açıkça bildirdi ki, işkencelerin en
ağırını tattıracak zorbaları
kıyamet gününe kadar yahudilerin başlarına
musallat edecektir. Hiç kuşkusuz Rabbi çabuk cezalandırandır
ve yine O, hiç kuşkusuz bağışlayıcı
ve merhametlidir.
Bu çıktığı andan itibaren gerçekleşen
ve sonsuza kadar geçerli olan bir izindir. Buna bağlı
olarak yüce Allah, çeşitli zaman dilimlerinde yahudileri en
fena şekilde cezalandıracak kimseler göndermiştir.
Onlar ne zaman toparlanmış, palazlanmış, yeryüzünde
azgınlığa ve isyankârlığa
kalkmışlarsa, yüce Allah, bu zalim, bedbaht, dönek ve
isyankâr yahudilere ağır bir darbe indirecek
kullarından bir grubu göndermiştir. Çünkü bunlar,
bir günahtan ancak başka bir günaha girmek için
vazgeçerler. Bir sapıklıktan ancak diğer bir
sapıklığa saplanmak amacıyla dönüş
yapabilirler.
Bazan bu lânetin durakladığı, yahudilerin
üstünlük kazandıkları ve yükseldikleri
gözlemlenebilir! Ne var ki, tarihin gelip-geçici devrelerinden
başka bir şey değildir bu. Gelecek devrede
Allah'ın, bunların başına kimi musallat
edeceğini ve kıyamete kadar onların
başlarına nelerin geleceğini kimse bilemez.
Yüce Allah kıyamete kadar sürecek olan bu emrini ilân
etmiştir. Nitekim yüce Allah, Kur'an'ında Peygamberine
de bunu haber vermiştir. Yüce Allah bu emrini, kendisinin
rahmet ve azaba ilişkin sıfatlarını
bildirmekle noktalıyor:
"Hiç kuşkusuz Rabbin çabuk cezalandırandır
ve yine O, hiç kuşkusuz bağışlayıcı
ve merhametlidir."
Yüce Allah, süratli cezalandırma sıfatıyla
çarptırılmayı hakedenleri anında
yakalayıverir. Nitekim deniz sahilindeki kasaba
halkını da bu şekilde yakalayıvermişti.
Yine aynı şekilde rahmeti ve
bağışlaması ile
İsrailoğulları'ndan iyilik yapanların
ellerindeki Tevrat ve İncil'de yazılı bulunan
sıfatların üzerinde gördükleri Ümmi Peygamber'e bağlananların
tevbelerini kabul eder. Allah'ın cezası kin ve intikam
duygusuna dayanmaz. Allah'ın cezası hak edenlere verilen
en adil cezadır. Bunun ötesinde bağışlama ve
rahmet vardır.
Kıssanın seyri tarihin seyrine paralel olarak
ilerliyor: Musa'dan ve onun takipçilerinden başlayıp
İsrailoğulları'nın birbirinin ardınca
gelen resullerini izleyerek peygamberimizin -salât ve selâm
üzerine olsun- ve Medine'deki islâm toplumunun karşısında
yer alan yahudilere kadar varıyor.