O |
A´raf
|
O |
|
158- De ki; "Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderilmiş
elçisiyim. O ki, göklerin ve yerin egemenliği tekelindedir,
O kendisinden başka ilâh yoktur, diriltir ve öldürür.
Geliniz Allah'a ve O'nun o okuma yazması olmayan (ümmi)
peygamberine, Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Peygamberine inanınız,
O'na uyunuz ki, doğru yolu bulasınız. "
Bu insanlara iletilen son mesajdır. Doğal olarak da
evrensel bir çağrıdır. Bir ulusa, coğrafi bir
bölgeye ve insanların herhangi bir kısmına mahsus
değildir. Bu risaletten önceki tüm peygamberlikler,
yeryüzünün belli bir bölgesine, belli bir zaman diliminde -iki
peygamber arasındaki zaman- belli bir ulusa gönderilmiştir.
Böylece beşeriyet, bu ilâhi mesajların
doğrultusunda sınırlı bir gelişme göstermiştir.
Arka arkaya gelen her peygamberlik, beşeriyetin
gelişmesine uygun düşecek şekilde hukukta
birtakım değişiklikler ve düzeltmeler yapmıştır.
Nihayet son peygamberlik gönderilmiştir. Bu
peygamberliğin ana ilkeleri mükemmeldir, uygulanmaya
müsaittir. Detaylara ilişkin yenilikleri kapsamına
alabilecek yapıdadır. Bütün insanlık için gelmiştir.
Çünkü ondan sonra dünyanın neresinde olursa olsun hiçbir
ulusa ve hiçbir kuşağa herhangi bir peygamberlik
mesajı gelecek değildir. Bu peygamberlik bütün
insanlarda hiçbir değişiklik göstermeyen insanın
fıtratına uygun biçimde gelmiştir. İşte
bu nedenle sözkonusu peygamberlik fıtratı Allah'ın
elinden çıktığı gibi, tertemiz kalan ve
Allah'ın direktifleri dışında hiçbir
şeyden etkilenmeyen ümmi peygambere verilmiştir.
Peygamberin bu temiz fıtratı yeryüzünün direktifleri
ve insanların düşünceleriyle lekelenmemiştir ki,
fıtratın mesajını tüm insanların
fıtratına sunabilsin: "De
ki "Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderilmiş
elçisiyim."
Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- kendi mesajını
tüm insanlara yöneltmesini isteyen bu ayet, Mekke'de indirilen
bir surede yer alan bir ayettir. Bu ayet Ehl-i Kitab'ın
yalancılarını hedef almaktadır. Ehl-i
Kitab'ın bu yalancı kesimine göre Hz. Muhammed -salât
ve selâm üzerine olsun- Mekke'de iken peygamberliğinin
Mekkeliler'in dışındakilere varıncaya kadar
genişleyeceğini aklından bile geçirmiyordu. Ehl-i
Kitap, şartların Hz. Peygamber'e
hazırladığı başarılarından
sonra mesajının Kureyş'i
aşacağını, tüm Araplar'ı ve Ehl-i
Kitab'ı kapsayacağını bütün Arap Yarımadası'nı
kuşattıktan sonra onun dışına
taşacağını düşünmeye başlamıştır!..
Evet bu yaklaşım apaçık bir iftiradır ve
Ehl-i Kitab'ın islâma ve müslümanlara karşı
giriştikleri ve halâ sürdürdükleri savaşın bir
uzantısından başka bir şey değildir!
Aslında Ehl-i Kitab'ın islâma ve müslümanlara karşı
bütün enerjilerini kullanmaları, islâma ve müslümanlara
karşı sürdürülen savaşın saldırı
birliklerini oluşturan "oryantalistlerin" bu tür
yalanları düzmeleri o kadar önemli belâ değildir.
Asıl önemli belâ, kendilerine müslüman adını
veren apaçık bir gaflet içindeki pekçok kimsenin dinleri
ve peygamberleri aleyhine onca iftira düzen, sistemleriyle savaş
halinde bulunan ve iftiracılardan üstadlar edinmeleri,
bizzat islâm konusunda onlardan bilgi almaları, islâm
dininin tarihi ve gerçekleri konusunda onların
yazdıklarını delil olarak kullanmalarıdır!
Ne yazık ki, bu derin gaflet içindeki insanlar kendilerini,
bu çalışmaları ile "Aydın" (!)
sanmaktadırlar.
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- kendi
peygamberliğini bütün insanlara açıklamasına
ilişkin yükümlülüğünden sonra, tekrar Kur'an'ın
akış seyrine dönüyoruz. Ve geri kalan yükümlülüğünün
insanlara her çeşit eksiklikten münezzeh olan gerçek
ilâhlarını tanıtma yükümlülüğü olduğunu
görüyoruz:
"O ki, göklerin ve yerin egemenliği tekelindedir,
kendisinden başka ilâh yoktur, diriltir ve öldürür."
Bizim Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bu
evrenin tümüne hakim olan Allah tarafından bütün
insanlara gönderilmiştir. Zaten insanlar da bu evrenin bir
parçasıdırlar. Yüce Allah tek başına
uluhiyet sıfatına sahiptir. İnsanların
tamamı O'nun kullarıdır. Yüce Allah'ın
kudreti ve ilâhlığı, öldüren ve dirilten olmasıyla
ortaya çıkmaktadır.
Yüce Allah bütün varlıklara egemendir. Yalnız
başına tüm yaratıkların ilâhıdır.
Tüm insanların hayatına ve ölümüne sahiptir.
İnsanların dinine bağlanmaları gereken tek
varlık Allah'tır. Zaten Allah'ın dininin, O'nun
peygamberi insanlara ulaştırmaktadır. Öyleyse
peygamberin insanlara bildirileri onlara gerçek ilâhlarını
tanıtmaktır. İşte insanların Allah'a
kulluk yapmaları ve peygamberine itaat etmeleri bu ana
bilgiye dayanacaktır:
"Geliniz Allah'a ve O'nun o okuma-yazmasız (ümmi)
peygamberine, Allah'a ve O'nun sözlerine inanan Peygamberine inanınız,
O'na uyunuz ki, doğru yolu bulasınız."
Bu değerlendirmede yer alan son çağrı,
üzerinde biraz durulması gereken önemli birkaç uyarıya
yer vermektedir:
1- Bu emir her şeyden önce, Allah'a ve
peygamberine iman etmeye yer veriyor. Allah'tan başka ilah
olmadığına ve Hz. Muhammed'in O'nun peygamberi
olduğuna tanıklık etmenin anlamı da budur.
Sadece her iki ifadenin kalıpları değişiktir.
Bu öz olmadan, ne imandan, ne de islâmdan sözedilebilir.
Burada, Allah'a imandan önce yüce Allah'ın
sıfatları ayette belirtilmiştir. Buna göre O: -"Ola
ki, göklerin ve yerin egemenliği tekelindedir, kendisinden
başka ilâh yoktur, diriltir ve öldürür"-'dur. Demek
ki, burada kendisine iman edilmesi istenen Allah, bu
gerçek sıfatlara sahip olan Allah'tır. Ayrıca bütün
insanlara gönderilen peygamberin mesajı da daha önce açıklanmıştır.
2- İkinci olarak, bu ümmi Peygamberin -salât ve selâm
üzerine olsun- Allah'a ve O'nun sözlerine inandığına
yer vermektedir. Bu apaçık bir realite olmasına
rağmen, bu noktaya dikkat çekilmesinin kendine göre bir
yeri ve önemi vardır. Zira davet yapılmadan önce,
davetçinin davet ettiği mesajın gerçek olduğuna
inanması, çağrısının kendi içinde netleşmiş
olması ve ona kesin kanaat getirmesi gerekmektedir. Bu
nedenle tüm insanlara gönderilen peygamberin vasıfları:
"Allah'a ve
O'nun sözlerine iman eden" biri
şeklinde belirlenmektedir. İşte Peygamberin
insanları çağırdığı mesaj da bundan
başka bir şey değildir.
3- Son olârak Peygamberin benimsemeye çağırdığı
imanın gereklerine dikkat çekmektedir. Buna göre imanın
gereği, peygamberin emrettiği ve hüküm olarak
belirlediği şeylere bağlılık göstermektir.
Peygamberin izlediği yolu ve yaptığı
işleri sahiplenmek ve O'nu izlemektir. Yüce Allah'ın
şu sözü bunu ortaya koymaktadır:
"Ona uyunuz ki, doğru yolu bulasınız" Öyleyse,
insanların hidayete kavuşmalarının tek yolu,
Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerini çağırdığı
yola bizzat girmeleri ve bu yolda O'na uymalarıdır.
İmanın hemen ardından pratik
bağlılığın adı olan islâm gelmediği
müddetçe, yalnız kalp ile O'na iman etmek yetmez.
Gerçekten bu din, yeri geldikçe kendi karakterini ve
gerçekliğini apaçık olarak ortaya koymaktadır.
islâm, vicdanlarda hapsedilen kuru bir inançtan ibaret değildir.
Aynı şekilde islâm, zaman zaman getirilen sembolik
ibadetler ve ayinlerle de sınırlandırılamaz.
İslâm, Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun-
yüce Rabbinden açıkladığı bildirimlere,
yasalara ve izlediği yola tam anlamı ile
bağlılık göstermektedir. Peygamber, insan:arın
yalnız Allah'a ve Peygamberine iman etmelerini
istememiştir. Aynı şekilde onların sırf
ibadete ilişkin sembolik ayinlere yönelmelerini de
söylememiştir. Peygamberin yaptığı, sözleri
ve eylemleri ile Allah'ın yasasını insanlara
bildirmektir. Peygamberin insanlara bildirdiği ilâhi yasaların
tümüne bağlanmadan, hidayete kavuşmak mümkün değildir.
İşte Allah'ın dini budur. Ve bu dinin "O'na
uyunuz ki, doğru yolu bulasınız" ayetinde
belirtilen şeklinden başka bir şekli yoktur.
Allah'a ve Peygamberine iman emrinden sonra bu
bağlılık gelir. Şayet bu din, sırf inanç
sistemiyle bitmiş olsaydı, "Allah'a ve
Peygamberine inanın" emri yeterli olurdu!
Sonra kıssanın seyri,
İsrailoğulları'nın seçkin yetmiş
kişisini saran titremeden itibaren devam ediyor. Burada
kıssa Hz. Musa'nın dualarından ve
niyazlarından sonra onların ne olduğuna
değinmiyor. Yalnız biz kıssanın başka
surelerde geçen varyantlarından, yüce Allah'ın
onları bu bayağılıktan sonra kendilerine
getirdiği ve onların iman etmiş olarak
İsrailoğulları arasına döndüklerini anlıyoruz.
Kıssanın akış seyri, yeni bir bölüme
geçmeden önce Musa peygamberin kavmine ilişkin bir gerçeğe
yer veriyor. Buna göre onların hepsi
sapıklığa düşmüş değildi!
|
|
O |
|
O |
|