O |
A´raf
|
O |
|
148- Soydaşları, Musa'nın ardından, ziynet
eşyalarından yapılmış, böğürme
sesi verebilen bir buzağı heykelini ilâh edindiler.
Oysa görmüyorlar mıydı ki, O onlarla ne
konuşabiliyor ve ne de kendilerine bir yol gösterebiliyor?
Onlar bu heykeli ilâh edinerek, zalimlerden oldular.
149- Fakat başları ellerinin arasında düştüğünde
(yaptıklarına pişman olduklarında),
sapıtmış olduklarını gördüklerinde
"Eğer Rabbimiz bize acımaz, bizi
bağışlamaz ise, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan,
mahvolanlardan oluruz" dediler.
İşte İsrailoğulları'nın karakteri
budur. Doğru yolda bir adım atar atmaz, hemencecik
yoldan sapıveren, düşünce ve inanç sistemi alanında;
henüz somut görme alanının dışına
taşmayan, düzeltme ve yönlendirmeye ilişkin
direktiflerin boşluğundan yararlanıp gerisin geriye
dönüş yapan bir karakter.
İsrailoğulları daha önce, sırf kendi
putları etrafında toplanıp onlara kulluk yapan puta
tapıcı bir topluluk gördüklerinde,peygamberlerine başvurmuş
ve kendilerine onlarınki gibi bir ilâh yapmasını
istemişlerdi! Yalnız peygamberleri onların bu düşüncesine
karşı çıkmış ve bu tekliflerini sert biçimde
reddetmişti. Kendi başlarına
kaldıklarında, ceset kavramının da ifade
ettiği gibi hayat izi taşımayan altından ceset
halindeki bir buzağıyı gördüklerinde... Evet bu
ceset halindeki buzağıyı gördüklerinde, ona
uçarcasına koşmuşlardı. Taha suresindeki
kıssanın detaylarında göreceğimiz gibi bu
buzağıyı onlara, Samira'dan biri olan Samiri
yapmış ve onu öküzlerin böğürmesine benzer bir
ses çıkarabilecek bir şekilde kahba dökmüştü.
Samiri onlara, "İşte bu sizin ve Musa'nın
kendisiyle sözleştiği, buluşmaya gittiği ilâhtır.
Musa onunla olan randevusunu unutmuştur" dediğinde,
putun üzerine üşüştüler. Hz. Musa'nın kavminin
bilmediği son on günün arttırılması da bu
işe bir ölçüde zemin hazırlamış olabilir.
Otuz gün geçip de Musa geri dönmeyince, Samiri onlara, "Musa
ilâhına verdiği randevuyu unuttu. Onun ilâhı
budur!" dedi. İsrailoğulları bu
sırada, peygamberlerinin daha önce kendilerine yaptığı
nasihatı hatırlamadılar. Halbuki Musa onlara, gözle
görülmeyen alemlerin Rabbi olan Allah'tan başkasına
tapmamalarını öğütlemişti. Sonra
kendilerinden birinin yaptığı bu
buzağının niteliği ve gerçekliği
üzerinde de düşünmediler! Aslında bu,
İsrailoğulları'nın temsil ettiği
beşeriyet için gerçekten aşağılık bir
tablodur. Kur'an-ı Kerim bu tabloyu Mekke'de putlara tapan müşriklere
arzederken bile, hayretle karşılıyor!
"Oysa görmüyorlar mıydı ki, o onlarla ne
konuşabiliyor ve ne de kendilerine bir yol gösterebiliyor ?
Onlar bu heykeli ilâh edinerek zalimlerden oldular."
İnsanın bizzat elleriyle yaptığı bir
yaratığa tapandan, daha zalim kim olabilir? Halbuki
onları da, onların yaptıklarını da
yaratan Allah'tır!
Onların buzağıya taptığı
sırada Hz. Harun -salât ve selâm üzerine olsunda onların
arasındaydı, fakat onların bu çirkin sapıklığa
düşmelerine engel olamadı. Yine onların içinde,
akıllı bazı kimseler de vardı. Yalnız
bunlar da, ceset halindeki buzağıya doğru
atılan sapık kitlelerin dizginlerine hakim
olamadılar. Özellikle buzağının
İsrail'in asıl ilâhı konumundaki altından
yapılması da bu işin cazibesini
arttırıyordu!
Neticede heyecanlar dindi. Gerçekler gün yüzüne çıktı.
Beyinsizlik ortaya çıktı. Sapıklık
aydınlık kazandı, pişmanlık ve gerçekleri
kabul etmenin sırası geldi:
-Fakat başları ellerinin arasında düştüğünde
(yaptıklarına pişman olduklarında),
sapıtmış olduklarını gördüklerinde
"Eğer Rabbimiz bize acımaz, bizi
bağışlamaz ise kesinlikle hüsrana uğrayanlardan,
mahvolanlardan oluruz" dediler.
Herhangi bir konuda tezgâhlanan oyun sonuç vermeyince, "elleri
böğründe kaldı" denir.
İsrailoğulları'nın bu dönüşle, olup
biten ve engelleyemeyecekleri bir konuma düştüklerini anladıklarında,
elleri böğürlerinde kaldı. Ve şöyle söylediler:
"Eğer Rabbimiz bize acımaz, bizi
bağışlamaz ise, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan,
mahvolanlardan oluruz" dediler.
Bu söz, o zamana kadar onların içinde bozulmamış
bazı duygular, yeteneğin kalıntıları
bulunduğunu göstermektedir. Yani onların kalpleri,
onları en iyi bilen Allah'ın belirttiği gibi
taş gibi veya daha sert biçimde katılaşmamıştı!
Sapıklık içine yuvarlandıkları kendilerine açıklandığı
zaman, pişman oldular. Yaptıklarının
cezasından kurtulmanın tek çaresi olarak, Allah'ın
rahmetinin ve bağışlamasının kendilerine
ulaşması olduğunu anladılar. Bu da,
onların fıtratlarında halâ düzelme yeteneği
kalıntısının kaldığını gösteren
güzel bir işarettir.
HZ. MUSA'NIN DÖNÜŞÜ
Tüm bunlar olurken Hz. Musa -salât ve selâm üzerine olsun-
yüce Rabbinin huzurunda, O'na niyazda bulunuyor ve O'nunla konuşuyordu.
Kavminin kendisinden sonra neler yaptığını
bilmiyordu. Rabbinin bildirdikleri dışında hiçbir
şeyden haberi yoktu... İşte burada onbirinci
sahnenin perdesi açılıyor:
|
|
O |
|
O |
|