Hz. Musa ile kavmi arasında geçen bu sahne sona eriyor ve
peşinden sekizinci sahne geliyor. Bu sahne, Hz. Musa'nın
yüce olan Rabbi ile buluşmaya
hazırlandığı sahnedir. Bu dünya hayatında
yüce ilahının huzurundaki büyük buluşmasına
hazırlık yaptığı sahnedir. Bu, muazzam
buluşma öncesinde kardeşi Harun'a vasiyetlerde
bulunduğu sahnedir.
Hz. Musa'nın gönderilişindeki görevinin birinci aşaması
böylece sona ermiş oluyor.
İsrailoğulları'nı zillet, horlama,
cezalandırılma, Firavun ve yandaşlarından gördükleri
işkence hayatından kurtuluş aşaması son
buluyor. Onları zillet ve zulmün yurdundan çıkarıp
alabildiğince özgür çöllere, oradan kutsal yurda doğru
yola koyma merhalesi bitiyor. Fakat bu sırada
İsrailoğulları, bu yüce göreve; Allah'ın
dini için yeryüzünde hilafet görevini üstlenebilecek bir hazırlığa
henüz sahip değillerdi. Daha önce
İsrailoğulları'nın, sırf putlara tapan
bir topluluk görmekle, nasıl şirke ve
putperestliğe içlerinde bir eğilim
duyduklarını, Hz. Musa'nın getirdiği tevhid
akidesinden nasıl kuşkuya düştüklerini ve bu
tevhidi çizgi üzerinde ancak çok kısa bir süre
yürüyebildiklerini görmüştük. Bu topluluğun
eğitilmesi ve yöneldikleri büyük göreve hazırlanmaları
için detaylarına varıncaya kadar her şeyi ortaya
koyan bir peygamberlik müessesesine ihtiyaç vardı.
İşte bu detaylı risalet misyonu için yüce Allah,
kendi kullarından biri olan Musa ile buluşmayı
vadediyor. Bu buluşma sırasında direktiflerini ona
ulaştıracağını bildiriyordu. Bu sözleşme,
Hz. Musa'nın kendisi için bir hazırlıktı. Hz.
Musa, bu günlerde o büyük görevi üstlenmek için hazırlanacak
ve bu görevi üstlenmek için kendisini konsantre edecekti.
Bu hazırlık dönemi otuz gündü. Sonra buna on gün
daha ilave edildi. Böylece hazırlık devresi kırk güne
çıktı. Bu kırk gün boyunca Hz. Musa, kendisine
söz verilen buluşmaya hazırlanıyordu. Bu süre
zarfında göklerin direktiflerinde kendisinden geçmesi için,
dünyanın meşgalelerinden uzaklaşıyordu. Yüce
yaratıcının rahmetiyle donanmak, ruhunu temizlemek,
aydınlatmak ve şeffaflaştırmak, kendisini
bekleyen görevi üstlenmek ve kendisine söz verilen risalet
misyonunu kaldırabilmek amacı ile azmini bilmek için
insanlardan uzak bir hayat yaşıyordu.
Hz. Musa, kavminden ayrılıp bir kenara çekilmeden,
itilafa girmeden önce, kardeşi Harun'a şu şekilde
vasiyet ediyordu.
Musa kardeşi Harun'a dedi ki; "Soydaşlarım
arasında benim yerimi tut, kötülükleri düzelt,
bozguncuların yoluna girme."
Hz. Musa, Harun'un kendisi gibi yüce Allah tarafından gönderilen
bir peygamber olduğunu bildiği halde, bu şekilde
ona nasihat ediyor. Çünkü müslüman, müslümana nasihat eder
ve nasihat müslümanın müslüman üzerindeki hakkı ve
görevidir. Hz. Musa kendi kavmi olan
İsrailoğulları'nın karakterini
bildiğinden dolayı, bu sorumluluğun
ağırlığını takdir ediyor. Hz. Harun
da, bu nasihatı güzel karşılıyor ve nefsine
ağır gelmiyordu. Çünkü nasihat, ancak kötü ruhlu
insanlara ağır gelebilir. Zira nasihat, onların
yapmak istedikleri birtakım şeyleri
sınırlandırır. Bir de kendisini büyük
göstermeye çalışan basit ruhlu insanların nefsine,
nasihat ağır gelir. Çünkü bunlar, nasihat ile
kendilerinin değer kaybına
uğradıklarını zannederler. Asıl küçük
odur ki, kendisine destek olmak amacıyla uzatılan eli, büyük
olduğunu ispatlamak amacıyla geri çevirir!
Bu otuz gün ve buna on günün daha ilave edilmesi kıssasına
gelince; Bu konuda İbn-i Kesir tefsirinde diyor ki: "Yüce
Allah, Musa'ya otuz gün vaadettiğini belirtiyor. Tefsir
bilginleri derler ki, Hz. Musa bu süre boyunca gündüzleri oruç
tutmuş ve o günleri bitirmişti. Belirlenen süre
tamamlanınca bir ağacın yaprağıyla
dişlerini temizlemişti. Yüce Allah da bunun üzerine,
on gün daha ilave edip, kırka tamamlanmasını
emretmişti.
KARŞILIKLI KONUŞMA
Sonra dokuzuncu sahne geliyor. Bu yüce Allah'ın
peygamberi Musa'ya ayırdığı eşsiz bir
sahnedir. Yüce Allah ile kullarından biri arasında gerçekleşen
doğrudan hitap sahnesidir bu. Geçici, sınırlı,
atomun ezeli ve ebedi varlık ile vasıtasız olarak
ilişki kurduğu, daha yeryüzünde iken beşer
varlığının ebedi yaratıcı ile
karşılaşma ve ondan direktif alma gücünü
kendisinde gördüğü sahnedir. Biz bu olayın nasıl
gerçekleştiğini bilmiyoruz. Biz yüce Allah'ın
kulu Musa ile nasıl konuştuğunu bilmiyoruz. Yine
Hz. Musa'nın hangi duygularla, hangi organlarla ve hangi
vasıtalarla Allah'ın sözlerini algıladığını
bilemiyoruz. Biz beşer olarak bu realiteyi, gerçek anlamıyla
düşünebilme imkânına sahip değiliz. Çünkü biz
düşüncelerimizde, bize verilen sınırlı
kavrayış gücüyle yetinmek ve sınırlı
olan realiteye dayalı deneyimlerle kanaat etmek
zorundayız. Bununla beraber biz, Allah'ın
benliğimize yerleştirdiği latif sırlarla bu
parlak ve yüce ufukları gözleyebilir ve bu konuda huzura
kavuşabiliriz. İşte bu gözlem ve huzurun sınırında
durur, bu temiz havayı bunlar nasıl aldı? sorusuyla
bozmak istemeyiz. Biz sınırlı ve yakın
kavrayış yeteneğimizle, onu tasavvur etmeye çalışmak
isteriz!