O |
A´raf
|
O |
|
SAPIK KARAKTERLİ İNSANLAR
138- İsrailoğulları'nı denizden
karşıya geçirdik. Yolda putlarına tapan bir
topluma rastladılar, bunun üzerine "Ey Musa, bu adamların
nasıl ilâhları varsa bize de öyle ilâhlar yap "
dediler. Musa da onlara "Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz.
"
139- "Bunların uydukları sapık din
yokolmaya mahkûmdur, işledikleri ameller de geçersizdir.
"
140- Dedi ki; "Allah sizi bütün varlıklara üstün
kılmışken ben size Allah dışında bir
ilâh mı arayayım?"
141- Hani sizi firavun hanedanından kurtardık. Onlar
size ağır eziyetler çektiriyor, erkeklerinizi
öldürüp kadınlarınızı sağ
bırakıyorlardı. Bu olaylar Rabbinizin size yönelik
büyük bir sınavıdır.
Bu kıssanın yedinci sahnesidir.
İsrailoğulları'nın denizi geçtikten sonraki
durumunu canlandıran sahnedir. Biz bu sahnede,
sağlıklı bir çizgi izlemeye karşı
gelmiş sapık bir milletin karakteri ile yüzyüze
geliyoruz. Onların bu karakteri, eskiye dayalı
tarihlerinden kaynaklanıp gelmektedir. Bu sırada
onların, Firavun ve onun destekçileri tarafından
putperest cahiliyenin baskısı altında
uğradıkları zilletin üzerinden uzun zaman geçmemişti.
Peygamberleri ve liderleri Musa'nın, alemlerin Rabbi olan tek
Allah adına, onları kurtarmasının üzerinden
de çok zaman geçmiş değildi. Yüce Allah onların
düşmanlarını yok etmiş, önlerinde denizi
ikiye ayırmış ve onları karşı
karşıya bulundukları korkunç ve barbarca azaptan
kurtarmıştı. Onlar henüz yeni Mısır'ın
putperestliğinden kurtulmuşlardı. Fakat şimdi
onlar daha denizi geçer geçmez putperest bir topluluğa
rastlıyorlar, kendi putlarına yönelen ve putperest
ibadetlerinde kendinden geçen bu topluluk onları etkiliyor
ve alemlerin Rabbi tarafından elçi olarak
görevlendirilenden kendileri için yeniden ibadet edecekleri bir
yurt yapmasını istiyorlar:
-İsrailoğulları'nı denizden
karşıya geçirdik. Yolda putlarına tapan bir
topluma rastladılar, bunun üzerine "Ey Musa, bu adamların
nasıl ilâhları varsa bize de öyle ilâhlar yap"
dediler. Musa da onlara "Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz."
Bu bedenlere sirayet eden mikroplar gibi, ruhlara da sirayet
eden bulaşıcı bir hastalıktır.
Yalnız bu mikropların ruhlara sirayet etmesi için orada
mikrobu almaya müsait bir zemin, hazır bir ortam ve yetenek
olmalıdır. Kur'an-ı Kerim'in de detaylarına
varıncaya kadar gerçekçi, doğru ve güvenilir bir
şekilde çeşitli vesilelerle ortaya koyduğu gibi
İsrailoğulları'nın karakteri kararsız,
azimsiz, zayıf ruhlu bir karakterdir. Hidayete erer ermez
hemen sapıklığa düşen, henüz yükselmeye başlamışken
birden alçalıveren, doğru yola girer girmez hemen dönüş
yapan, gerisin geriye dönen karakterdir. Bunun yanında yüreklerinde
bir katılık, hakka karşı bir
duyarsızlık, duygu ve bilinç alanında kabalık
yer almaktadır. Şimdi onlar halâ kendi karakterlerini
değiştirmemişlerdir. Kendi putlarına
tapınan bir kavimle
karşılaşır-karşılaşmaz,
peygamberlerinin kendilerine tevhit ile gönderildiğini ve
yirmi seneyi aşkın direktiflerini unutuyorlar. Hatta
kendilerini Firavun ve tayfasından kurtaran, düşmanların
hepsini yokeden mucizenin gerçekleştiği anı da
hatırlamıyorlar. Bazı rivayetlere göre, Hz. Musa,
Firavun'a ve onunla birlikte olanlara mesajını iletip
İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarıp,
denizden geçirinceye kadar yirmiüç sene geçmişti. Firavun
ve etrafındakiler putperest kimselerdi. Bu
putperestliğin adına, onları kendilerine boyun
eğdirmişlerdi. Nitekim Firavun'un kavminden ileri
gelenler O'nu Musa ve Musa ile birlikte olanlara karşı: "Ey
Musa, bu adamların nasıl ilâhları varsa, bize de
öyle ilâhlar yap." cümlesiyle kışkırtıyorlardı.
İsrailoğulları bunların hepsini unutuyor ve
peygamberlerine, alemlerin Rabbi tarafından gönderilen
elçilerinden bizzat kendi elleriyle birtakım ilâhlar yapmasını
istiyorlar. Eğer onlar kendi elleriyle birtakım ilâhlar
edinmiş olsalardı, bu durum, alemlerin Rabbi
tarafından görevlendirilen bir peygamberden kendilerine
ilâhlar yapmasını istemelerinden daha
mantıklı olurdu. Ne var ki onlar
İsrailoğulları'ydı!..
Bu teklif karşısında Hz. Musa, alemlerin Rabbi
tarafından görevlendirilen bir peygambere yakışır
biçimde, alemlerin Rabbi adına öfkeleniyor. Yüce olan
Rabbi için kızıyor. Kavminin O'na, başka bir ilâh
ortak koşmasını reddediyor. Bu tuhaf isteğe
uygun düşen sözlerini yüzlerine haykırıyor:
"Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz."
Hz. Musa neyi bilmediklerini söylemiyor. Böylece kelimenin
tam anlamıyla cahil olduklarını ifade etmek istiyor.
Bilgi eksikliğinden kaynaklanan cahillik ve cehalet bilginin
zıddıdır. Ahmaklıktan kaynaklanan cehalet ise,
aklın zıddıdır. Bu tür sözler, en geniş
boyutlarıyla ancak cahillikten ve aptallıktan
kaynaklanabilir. Ayrıca Hz. Musa, tevhitten sapıp
şirke dalmanın ancak bilgisizlik ve ahmaklıktan
gelebileceğine, bilgiyi ve aklı kullanmak, imanı
tek bir Allah'a götüreceğine hiçbir ilmin ve hiçbir aklın
insanı bu yoldan başka yollara sürüklemeyeceğine
dikkat çekmek istiyor. İlim ve akıl bu evreni
yasaları yla
inceler.
Evrenin yasaları ise, yaratıcı ve düzene koyucu
bir zatın varlığına, bu yaratıcı ve
idare edici zatın tek olduğuna tanıklık
ederler. Evrenin bu yasalarında her şeyin bir düzene
göre yaratıldığı ve güzelce idare edildiği
apaçık bir gerçek olarak göze çarpmaktadır. Yine bu
yasalarda, bu yasaların araştırma ve
değerlendirme ile tesbit edilen etkilerinde, birlik
damgası açıkça gözlenebilmektedir. Sağlıklı
bir metod ile ortaya konan bu inceleme ve değerlendirmelerden
bütünüyle habersiz kalmak veya bunlarda yüz çevirmek, ancak
aptalların ve cahillerin işi olabilir. Bu aptal ve cahil
kimselerin çoğunlukla iddia ettiği gibi, "bilimsellik"
iddiasında bulunmaları bu hükmü değiştirmez.
Hz. Musa kavminin istediği şeyin çirkin taraflarını
ortaya koymaya devam ediyor. Taklit etmek istedikleri putlara
tapan topluluğun ne kadar kötü bir akıbete
uğrayacağını açıklıyor.
"Bunların uydukları sapık din, yokolmaya
mahkûmdur, işledikleri ameller de geçersizdir."
Demek ki bu topluluk, şirk bataklığında çeşitli
ilâhlara yönelmekte ve bu şirke dayalı bir hayat
sistemini benimsemektedir. Pek çok ilâhlar edinmekte ve bu
ilâhların gerisinde mabud bekçilerini ve kâhinleri kabul
etmekte, bu korumadan destek alan hükümdarların idaresine
boyun eğmektedir. Tek olan ilâh düşüncesinden sapmanın
sonucu olarak düşünce sisteminde ve hayat tarzında bir
dizi bozukluklarla karşı karşıyadırlar.
Bunların hepsi ise geçici ve boş şeylerdir. Sonuçta
her çeşit boş şeyi bekleyen felâketler ve yok
olup gitme, onları da beklemektedir.
Sonra Hz. Musa'nın sözlerinde yüce Rabbine karşı
girişilen bu hareketten duyduğu üzüntü ve öfke nağmesi
yükseliyor. Hz. Musa kavminin apaçık gözleri önünde
bulunan Allah'ın nimetlerini unutmalarına hayret ediyor.
-Dedi ki; "Allah sizi bütün varlıklara üstün kılmışken,
ben size Allah dışında bir ilâh mı
arayayım?"
İsrailoğulları'nın kendi zamanlarında
alemlere üstün kılınışı, müşrikler
arasında tevhidin mesajı için seçilmiş
olmalarıyla ortaya çıkmaktadır. Bunun ötesinde
hiçbir fazilet ve üstünlük tasavvur edilemez. Bu, hiçbir
dengi bulunmayan bir fazilet ve üstünlüktür. Bu Cenab-ı
Allah'ın o sırada müşriklerin elinde bulunan
kutsal topraklara mirasçı kılmak için onları seçmiş
olmasıdır. Onlar Allah'ın nimeti ve fazileti içinde
yüzdükleri halde, bütün bunlara rağmen nasıl olur da
peygamberlerinden kendileri için Allah'tan başka bir ilâh
bulma isteğinde bulunabilirler. Kur'an-ı Kerim bir
anlatım tarzı olarak Allah'ın dostlarının
sözlerini aktarırken, hemen bunlara bitişik olarak
Allah'ın sözlerini de aktarır. Bu metoda
bağlı olarak burada, Musa peygamberin sözlerine bitişik
halde, Allah'ın kitabına yer verilmekte ve bu kitaptaki
sözler Musa'nın kavmine yöneltilmektedir.
"Hani sizi Firavun hanedanından kurtardık. Onlar
size ağır eziyetler çektiriyor, erkeklerinizi
öldürüp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı.
Bu olaylar Rabbinizin söze yönelik bir sınavıdır.
Kur'ana Kerim'de yüce Allah'ın sözleriyle, dostlarının
sözlerinin bitişik halde verilmesi, hiç kuşkusuz Allah
dostları için bir şeref ve ikramdır.
Burada yüce Allah'ın İsrailoğulları'na
bahşettiği nimet, onların zihinlerinde ve
damarlarında henüz hatırası taze olarak
yaşayan bir ihsandır. Aslında tek başına
bu nimet bile, onların ibret alıp şükretmeleri
için yeterli idi. İşte bu nedenle yüce Allah, onların
kalplerini bu sınavdaki ibret noktasına yöneltiyor.
Azap ile sınanmaya, kurtuluş ile sınanmaya;
sıkıntı ile imtihana, bollukla imtihana dikkat
çekiyor.
Öyleyse bunların hiçbirisi plansız, programsız,
rastgele bir şey değildi. Hepsi de öğüt almak,
ibret almak içindi. Sınama ve eğitme amacına yönelikti.
Eğer bu sınamalar, onların gönüllerini
düzeltmeyecek olursa, şiddetli cezaya çarptırılmadan
önce mazeretlerini geçersiz kılma amacını güdüyordu.
|
|
O |
|
O |
|