O |
A´raf
|
O |
|
127- "Soydaşlarının ileri gelenleri
Firavun'a dediler ki, "Musa ile soydaşlarını
toplumda kargaşalık çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını
boşlukta bıraksınlar diye mi bırakacaksın?
Firavun dedi ki; Hayır onların erkeklerini öldürecek,
kadınlarını sağ bırakacağız.
Onları ezici baskımız altında
tutacağız.'"
Firavun bu evrenin yaratıcısı ve idaresini
elinde bulunduran ilâh anlamıyla veya evrensel sebepler dünyasında
bir güç sahibi olduğu iddiasıyla ortaya çıkmıyordu!
O sadece kendisine boyun eğen milletine karşı ilâhlık
iddia ediyordu! Kendi kanunları ve yasasıyla bu millete
hakim olması, kendi emri ve iradesiyle işlerin idare
edilmesi, hükümlerin ona göre verilmesi anlamıyla bir ilâhlık
iddia ediyordu. Zaten bu kanunu ve yasasıyla hükmeden, emri
ve iradesiyle işleri idare eden, hukuku yasağı yönlendiren
her iktidarın iddiasıdır. İşte ilâhlığın
sözlük ve realiteye dayalı anlamı da budur. Aynı
şekilde insanlar Mısır'da Firavun'a ibadet
etmiyorlardı. Ona ibadet niteliği taşıyan
birtakım hareketler sunmuyorlardı. Çünkü onların
bu tür hareketlerini kendisine takdim ettikleri başka ilâhları
vardı. Firavun'un da kendisine ibadet ettiği
birtakım ilâhları bulunuyordu. Nitekim Firavun'un ileri
gelen soydaşları tarafından kullanılan "Seni
ve ilâhlarını
boşlukta bıraksınlar diye mi?" cümlesinden
bu gerçek açıkça anlaşılmaktadır. Bu
ayrıca Firavun tarafından idare edilen Mısır
tarihinden de rahatlıkla tespit edilebilecek bir realitedir.
Demek ki, onların Firavun'a ibadet etmeleri, onların
Firavun'un her istediğine boyun eğmeleri, hiçbir
şeyde ona karşı gelmemeleri ve onun
yasalarını çiğnememeleri anlamında bir
ibadetti... İşte ibadetin sözlük, pratik ve
literatürdeki anlamı da zaten budur. Nerede olursa olsun,
insanlar herhangi bir insandan yasalar alıp ona itaat
ederlerse, ona ibadet etmiş olurlar. Bu aynı zamanda
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- yüce Allah'ın
yahudiler ve hristiyanlara ilişkin "Onlar
hahamlarını ve papazlarını Allah'tan
başka ilâhlar edindiler..." (Tevbe: 31) ayetine
getirdiği yorumla da uyum arzetmektedir. Adiy bin Hatem bu
ayetin okunduğu sırada müslüman olmak için
Resulullah'ın huzuruna gelen bir hristiyandı. Ayeti
duyduğunda, "Ey Allah'ın peygamberi, onlar
hahamlarına ve papazlarına tapmıyorlardı"
demişti. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- "Evet,
ama, onlara tapınıyorlardı; onlar haram olan
şeyleri helâl kılıyor, helâl olan şeyleri de
haram kılıyorlar, onlar da bunu kabul ediyor ve
kendilerine tabi oluyorlardı. İşte bu onların
hahamlara ve pâpazlara ibadeti demekti" buyurdu. (Tirmizi)
Firavun'un kendi kavmine "Ben
sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu
bilmiyorum" (Kasas 38)
sözüne gelince; Bu sözü Kur'an-ı Kerim'in şu ifadesi
açıklamaktadır. Firavun diyor ki; "Ey milletim,
Mısır hükümdarlığı ve memleketinde akan
bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz yahut,
ben zavallı neredeyse konuşamayan bu kimseden daha
üstün değil miyim? Ona altın bilezikler verilmeli veya
yanında ona yardım edecek melekler gelmeli değil
miydi? (Zuhruf: 51-53) Açıktır ki, Firavun
burada kendisinin hakimiyeti altında bulunan saltanat ve
kralların takınmış oldukları altın
bilezikler ile Hz. Musa'nın saltanat ve ziynet
eşyasından mahrum oluşu arasında bir
karşılaştırma yapmaktadır! Onun "Ben
sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu
bilmiyorum" sözü ile ifade etmek istediği
onların üzerinde egemen olan ve dilediği gibi hüküm
vermesine imkân sağlayan saltanatı ve halkın onun
sözlerine kesin bir şekilde boyun eğmesidir. Bu
anlamdaki bir hakimiyet, bir egemenlik ise sözlük anlamından
da anlaşıldığı gibi ilâhlık
anlamına gelir! Bu ayrıca realite olarak da ilâhlıktır.
Çünkü ilâh insanlara hüküm belirleyen, yasa koyan ve
hükümleri insanlara uygulanan kimsedir! İster kendisinin ilâh
olduğunu söylesin, isterse söylemesin farketmez!
İşte bu açıklamanın
ışığı altında Firavun'un ileri gelen
adamlarının sözlerinin anlamlarını daha rahat
anlayabiliriz: "Musa ile soydaşlarının
toplum da kargaşalık çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını
boşlukta bıraksınlar diye mi serbest
bırakacaksın."
Onların bakış açılarına göre
yeryüzünde fesat çıkarmak insanları Allah'ın ilâhlığını
kabul etmeye çağırmaktır. Çünkü böyle bir çağrı
Firavun'un devlet düzenini ve yönetim mekanizmasını
doğrudan iptal etmek anlamına gelir. Çünkü bu sistem
Firavun'un kendi hakimiyeti ilkesine dayanır. Başka bir
ifadeyle Firavun'un kendi kavmine ilâhlık etmesi
esasına dayanır. Dolayısıyla onların
anlayışında böyle bir hareket yeryüzünde fesat
çıkarmaktır. Devlet düzenini değiştirmek
insanın insana kulluğu ilkesine dayanan mevcut yönetim
şeklini değiştirmeye çalışmaktır.
Bu yönetim şekline tamamen aykırı olan bir sistem
kurmaya ilâhlığın insana değil, Allah'a ait
olduğu ilkesine dayalı bir düzen inşa etmeye çalışmaktır.
İşte bu nedenle onlar Hz. Musa'nın ve kavminin
Firavun'u ve ilâhlarını terketmesiyle yeryüzünde
fesat çıkarma arasında bir bağ
kurmuşlardır. Firavun'un ve kavminin
taptığı ilâhları bırakmayı
bozgunculuk ol,arak görmüşlerdir.
Hiç şüphesiz Firavun kendi otoritesini ve hakimiyetini
bu ilâhlara ibadet edilen dinden alıyor, onlardan destek
alıyordu. Çünkü o bu ilâhların sevgili oğlu
olduğunu ileri sürüyordu! Aslında bu doğrudan ilâhların
oğlu olma anlamına gelmiyordu! Çünkü insanlar
Firavun'un hem annesinin hem de babasının birer insan
olduğunu biliyorlardı. Firavun'un tanrıların
oğlu oluşu sembolikti ve o gücünü, otoritesini ve
hakimiyeti buradan alıyordu. Hz. Musa ve onunla birlikte
olanlar alemlerin Rabbine ibadet ettiklerinde
Mısırlılar'ın tapmış oldukları
bu ilâhları bıraktıklarında Firavun'un
otoritesini ve gücünü dayandırdığı temel
kaynak yerle bir edilmiş olurdu. Kendisine boyun eğen
milletine karşı manevi desteğini yitirmiş
olurdu. Çünkü bu millet de Firavun'a ancak Allah'ın gerçek
dininden saptığından dolayı itaat ediyor,
bağlı kalıyordu. Nitekim Cenab-ı Allah
buyuruyor ki; "Firavun
kavmini korkuttu. Onlar da bunun üzerine kendisine itaat ettiler.
Gerçekten de onlar fasık bir topluluktur." İşte
tarihin gerçek yorumu budur. Eğer Firavun'un kavmi
Allah'ın dininden ayrılmış (fasık
olmuş) olmasaydı Firavun onları emri altına
alamaz ve kendisine boyun eğdiremezdi. Allah'a iman eden
birini tağut asla kendisine boyun eğdiremez.
Onların kendisine itaat etmesini sağlayamaz. Çünkü
imanlı insan bu emrin Allah'ın yasasından
kaynaklanmadığını bilmektedir. İşte
bu nedenle Hz. Musa'nın "Alemlerin Rabbi"ne çağrıda
bulunması, büyücülerin bu dine iman etmeleri, Musa'nın
soydaşlarından bir grubunda ona iman edip alemlerin
Rabbine kul olmayı benimsemeleri Firavun'un devlet düzeni
için bütün bütün bir tehdit oluşturmaktaydı...
Aynı şekilde kulların kulluğuna dayalı bütün
devlet düzenleri için yalnız Allah'ın ilâhlığına
veya Allah'tan başka ilâh olmadığına
şahitlik etmeye çağırmak çok ciddi bir tehdit
niteliği kazanmaktadır! Yeter ki, bu olgulara islâmın
öngördüğü şekilde bakılsın,
insanların kendisiyle islâma girdiği anlamları
kasdedilsin. Bu zamanda yaygınlık kazanan ciddiyetsiz ve
basit anlamları ile ele alınmasın!
İşte bu nedenle bu birkaç kelime Firavun'u galeyana
getirmiş ve bütün devlet düzenini sarsabilecek ciddi bir
tehlike ile karşı karşıya bulunduğunu
hissetmesine neden olmuştur. Buradan hareketle barbarca ve
vahşice tavır koymasına bu tavrını ilân
etmesine sebep olmuştur.
"Firavun dedi ki, "Hayır onların
erkeklerini öldürecek, kadınlarını sağ
bırakacağız. Onları ezici baskımız
altında tutacağız."
İsrailoğulları Hz. Musa'nın
doğduğu sıralarda Firavun ve
kurmaylarının bu tür vahşi ve barbar
işkencelerine, zulümlerine uğramışlar ve
önceden bunlara göğüs germişlerdi. Nitekim yüce
Allah Kasas suresinde buyuruyor ki, "Gerçekten de Firavun
yeryüzünde üstünlük tasladı. Ve halkı bölük
bölük yaptı. Onlardan bir bölüğü zayıf
bıraktı. Çocuklarını kesiyor,
kadınlarını diri bırakıyordu. Gerçekten
de o bozgunculardandı. (Kasas 39) Bu her yerde ve
her zaman görülen zulmün, zorbalığın kendisidir.
Zulmün bugünkü yöntemleri ve metodları ile yüzlerce,
binlerce yıl önceki yöntemleri ve metodları
arasında hiçbir fark yoktur!
Kur'an-ı Kerim'in anlatım üslubu Firavun ve
kurmaylarını kendi komploları ile başbaşa
bırakıyor. Bu komploların ve tehditlerin perdesini
de indiriyor. Kıssanın beşinci perdesini açıyor.
Bu sahneden anlıyoruz ki, Firavun, bu tehditlerini birbir
uygulamaya koymuştur. Bu sahnede Hz. Musa -selâm üzerine
olsun- bir peygamber olarak kavmi ile birlikte yer alıyor.
Hz. Musa bir peygamberin kalbi ve diliyle onlara hitap ediyor.
Yüce Allah'ın gerçekliği, yasalar ve kaderine
ilişkin doğru bilgisiyle onlara yöneliyor. Büyük bir
ihtimalle deneneceklerini, belalara karşı direnmelerini,
dayanmalarını bu musibetlere karşı Allah'tan
yardım dilemelerini öğütlüyor. Ayrıca evren
realitesinin gerçek yüzünü onlara öğretiyor. Buna göre
yeryüzü Allah'ındır. Onu dilediği
kullarının emrine verir. İşin sonunda
başarı elde edecek, kazanacak olanlar, Allah'tan
korkanlar ve ondan başka hiç kimseden. korkmayanlardır.
İsrailoğulları Hz. Musa'ya kendilerinin
başİarına gelen bu belâların, bu
işkencenin kendisi gelmeden önce de kendisi geldikten sonra
da gelmeye devam ettiğini bu zulmün ne bir sonunun ne de
bitmesinin hiçbir işaretine rastlamadıklarını
şikayet ettiklerinde! Hz. Musa Rabbinin düşmanlarını
yokedeceğini, bu konuda umutlu olduğunu, kendilerini
halifelik emaneti konusunda denemek amacıyla yeryüzüne
hakim kılacağını açıkça ilân etmiştir:
|
|
O |
|
O |
|