İman
karşısında, bilinçli hareket karşısında
ve gönül huzuru karşısında zorbalık, diktatörlük
aciz kalır. Görünüşte olarak insanları
kendilerine boyun eğdiren, onlara egemen olan ve
dolayısıyla kalplere de hakim olduğunu sanan
zorbalar, kesin karar sahibi kalpler karşısında
aciz düşerler! İnsanların bedenlerine hakim
oldukları gibi, onların gönülleri üzerinde de hakim
olduklarını sanan diktatörler, iman sahibi kalplere mağlûp
olurlar! Fakat bir de bakarlar ki onlar kendilerine baş
kaldırmışlardır. Çünkü kalplerin tasarrufu
Allah'ın elindedir. Allah'tan başkası onlara hakim
olamaz... Kalpler Allah'ın elindedir. Allah'dan
başkası onlara hakim olamaz... Kalpler Allah'ın
himayesini arzuladıktan sonra zorbalar ne yapabilirler?
Kalpler Allah'a bağlandıktan sonra diktatörler nasıl
engel olabilirler? Kalpler otoritenin sahip olduklarına
rağbet etmeyince, ondan yüz çevirince, otorite onlara ne
yapabilir ki?
Bu, insanlık tarihinde gerçekten önemli olan kesin tavırlardan
biridir. Firavun ve kurmayları ile daha önceden büyücü
olan müminler arasında gerçekleşen bu olay, gerçekten
tarihte ciddi bir olaydır.
İnancın hayata galip gelmesi, azimli iradenin bütün
acılara üstün gelmesi ve "insanın", "şeytana"
galebe çalması açısından insanlık tarihinde
gerçekten önemli bir olaydır!
Ayrıca bu gerçek özgürlüğün doğuşunun
ïlânı olması nedeniyle de insanlık tarihinde
önemli bir olaydır. Zaten özgürlük akideyle zorbaların,
zulümlerine, diktatörlerin diktasına karşı
üstün gelmekten başka nedir ki? Bedenleri ve boyunları
egemenliği altına alan, fakat kalpleri ve ruhları
kendisine boyun eğdirmekten aciz kalan kaba kuvveti basite
indirgemekten başka nedir ki özgürlük! Ne zaman ki, kaba
kuvvet kalpleri kendisine boyun eğmekten aciz düşerse,
işte bu kalplerde gerçek özgürlük o zaman doğmaya
başlar.
Bu olay insanlık tarihinde materyalizmin iflas
ettiğini ortaya koyan kesin bir realitedir! Az önce başardıkları
takdirde Firavun'dan ücret isteyen, idari mekanizmaya yakın
olmaya arzu eden bu bir avuçluk insan topluluğu kendisini
Firavun'un üstünde gören, tehditleri ve cezalandırmaları
küçümseyen, cezalandırmayı ve asılmayı mükafatını
Allah'tan dileyerek, direnerek karşılayan topluluğa
dönüşmüştür. Madde dünyasında, onların
etrafını kuşatan eşyada ve hayatlarında
hiçbir şey değişmemiştir. Meydana gelen olay,
kendi başına hareket eden gezegeni koca bir sistem içine
sokan, başıboş bir atom tanesini sabit bir eksen
etrafında toplayan, fani olan bireyi ezeli ve ebedi olan güce
(kuvvete) bağlayan gizli bir dokunuştur... İbreyi
değiştiren bir dokunuş meydana geldi. Böylece
insanın kalbi kudretin temaslarından etkilendi,
vicdanı hidayetin seslerini işitir hale geldi. Basireti
aydınlığın parıltılarını
algılayacak düzeye geldi. Maddi realitede herhangi bir değişimi
beklemeyen bizzat kendisi maddi realiteyi değiş. tiren
realiteler dünyasında insanı hayal bile edemediği
ufuklara ulaştıran dokunuş meydana geldi!
Tehdit gelip geçer... Cezalandırmaya ilişkin
savrulan sözler yok olup gider... İman yine yoluna devam
eder. Sağa-sola bakmaz. Tereddüte kapılmaz. Geri dönmez!
İşte bu sırada Kur'an-ı Kerim'in
anlatım üslubu sahneyi kapatıyor ve bundan fazla bilgi
vermiyor. Zaten burada sahnenin parlaklığı zirveye
ulaşıyor ve amacına varmış oluyor.
İşte bu esnada Kur'an'ın sunuş metodundaki
sanat güzelliği kıssanın sunuluşundaki manevi
hedefle bütünleşiyor. Bu, Kur'an'ın inanmış
vicdanlara sanatın güzelliği diliyle tam bir ahenk içinde
hitab etmesidir. Böyle bir ahenge Kur'an'dan başka bir ifade
tarzında rastlamak mümkün değildir.
FİRAVUNLAR VE İNANANLAR
Fakat biz bu Fî Zılâl kitabında bu etkili ve
üstün manzara karşısında kısa bir süre daha
durmak istiyoruz...
1- Başta Firavun ve kurmaylarının büyücülerin
alemlerin Rabbine, Musa'nın ve Harun'un Rabbine iman
etmelerinin kendi devlet düzenleri ve saltanatlarına
karşı büyük bir tehlikeyi oluşturduğunu
kavramaları üzerinde durmayız... fakat biz bu konuyu
daha önce ele almıştık... Şimdi bu gerçeğe
bir kere daha parmak basıyor ve onu vurguluyoruz... Bir tek
kalpte, bir tek ülkede ve bir tek devlet düzeninde Allah'ın
alemlerin Rabbi oluşu ile insanların pratik
hayatlarındaki otoritenin kullardan birinin elinde
olması insanlara kendisinin çıkardığı
kanunlar ve yasalarla hükmetmesi asla birleşemez... Çünkü
bu ayrı bir dindir, o ayrı bir din!..
2- İkinci olarak büyücülerin, kalplerinde imanın
nuru parladıktan ve düşüncelerinde tam bir netlik
meydana getirdikten sonra, kendileri ile Firavun ve kurmayları
arasındaki savaşın inanç savaşı
olduğunu ve Firavun'un kendilerinden sırf alemlerin
Rabbine iman etmelerinden dolayı öç almaya kalktığını
kavramış olmaları üzerinde bir nebze durmalıyız.
İşte bu niteliklere sahip bir iman Firavun'un
tahtını ve saltanatını tehdit eder. Firavun'un
otoritesinden, saltanatından başka ve aynı
anlamdaki bir ifade ile Firavun'un ilâhlığından
destek alan makamlarını, mevkilerini ve otoritelerini
tehdit altında bırakır. Puta tapıcı
toplumun bütün değerlerinin hepsini tehdit etmeye baslar.
Savaşın bu özellik ve karakterini böylece kavramak,
yalnız Allah'ın ilâhlığına çağırmaya
kalkmanın, bunun için ortaya çıkan herkes için
zorunludur. İşte tek başına savaşın
karakterini bu şekilde kavrayış, önceleri
büyücü olan o müminlerin Allah'a davet yolunda karşılaştıkları
bütün engellemeleri basit görmelerini sağlamıştır.
3- Üçüncü olarak inanç sisteminin hayata karşı
galip gelişi, azim ve iradenin tüm acılara üstün gelişi
"insanın "şeytana" karşı zafer
kazanması ile ilgili ilginç ve parlak manzara üzerinde
durmalıyız... Gerçekten çok etkili ve üstün bir
sahnedir.. Biz bu konuda söz söylemekten, onu tasvir etmekten
aciz olduğumuzu kabul ediyor ve onu Kur'ana Kerim'in tasvir
ettiği biçimde bırakmayı daha uygun görüyoruz.
DİKTATÖRLERİN TUZAKLARI
Şimdi tekrar Kur'an-ı Kerim'in kıssasına dönüyoruz.
Burada Kur'an-ı Kerim'in anlatım tarzı dördüncü
bir sahnenin perdesini açıyor. Bu komplolar, gizli olarak
bakışma, fısıldaşma ve teşvik etme
sahnesidir. İman ile zulüm arasındaki savaşta
mağlûbiyet ve hüsrandan sonraki sahnedir. Firavun'un
kavminden ileri gelen topluluğun Hz. Musa'nın ve onunla
birlikte iman edenlerin bu sınavdan başarı ile çıkmalarına
tahammül edemeyenlerin sahnesi. Halbuki Hz. Musa'ya iman edenler
ancak küçük bir topluluktu. Bunlar da Firavun'un ve ileri gelen
kurmaylarının başlarına getireceği
belaların korkularına rağmen iman etmişlerdir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de bu konuya başka bir yerde
değinilmiştir. Birden Firavun'un kurmayları kötülük
ve günah şebekesi için biraraya geliyorlar. Firavun'u, Hz.
Musa'ya ve onunla birlikte olanlara karşı
kışkırtmaya çalışıyorlar. Bu konuda
gevşek, davranmasının kötü sonuçlar doğuracağı,
elindeki kuvvetin ve hakimiyetin kayıp olacağı
konusunda endişelere kapılmasını körüklüyorlar.
Alemlerin Rabbi olarak Allah'ın kabul edilmesini öngören bu
yeni akidenin yaygınlık kazanmasıyla hükümdarlığının
elinden alınacağını ifade ediyorlar. Ve bir de
bakıyorsunuz ki Firavun köpürmüş, kükremiş
tehditler savuruyor. Etrafına korku savuruyor. Elindeki büyük
kuvvetle, kendisine dayandığı maddi güç ile
övünüyor!