O |
A´raf
|
O |
|
11- Sizi yarattık, arkasından belirli bir biçime
soktuk, sonra meleklere "Ademe secde edin, dedik. İblis
dışında hepsi secde etti. Sadece o secde edenlerden
olmadı. "
12- "Allah İblis'e "Secde etmeni
emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan ne oldu? dedi.
O da "Ben ondan üstünüm, beni ateşten, onu ise
çamurdan yarattın " dedi.
13- "Allah ona "o halde in oradan, orada büyüklük
taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı,
sen alçağın birisin, dedi. "
14- "İblis, "Bana insanların tekrar
dirilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi.
15- Allah "Sen mühlet verilenlerden birisin" dedi.
16- "İblis dedi ki; "Beni
kışkırtıp sapıklığa düşürdüğün
için, andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların
yolunu keseceğim. "
17- "Sonra önlerinden, arkalarından,
sağlarından, sollarından onlara
sokulacağım da çoğunluğunu şükreder
bulamayacaksın. "
18- "Allah dedi ki; "Çık oradan yerilmiş
ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa,
onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım.
"
İşte ilk sahne budur... Bu gerçekten etkileyici bir
sahnedir. Önemli bir sahnedir... Biz burada önce kıssanın
sahnelerini sunmayı, bunlar üzerinde yapılacak yorumu
ve bu sahnelerin imajları üzerinde yapılacak tesbitleri
sonraya bırakmayı uygun görüyoruz.
"Sizi yarattık arkasından belirli bir biçime
soktuk, sonra meleklere, "Adem'e secde edin, dedik.
İblis dışında hepsi secde etti. Sadece o secde
edenlerden olmadı."
Yaratma: Yapma,
meydana getirme anlamına tasvirde, biçim verme ve
özelliklerle donatma anlamına gelebilir. Yaratma ve tasvir
meydana gelişte iki aşama değil, iki
basamaktır. Çünkü buradaki "sonra" kavramı,
zaman sıralamasını değil de, manevi yükseliş
sıralaması için kullanılmış olabilir.
Tasvir (Şekil ve özellik kazanmak) soyut anlamda varolmaktan
daha ileri bir basamaktır. Varolma hammadde için de
geçerlidir. İnsani bir şekil kazanma ve birtakım
özelliklere sahip olma açısından tasvir,
varolmanın basamaklarından daha ilerde bir
basamaktır. Sanki burada şöyle denmek istenmiştir:
Biz size sadece varolmayı bağışlamakla
yetinmedik, sizin varlığınızı üstün
özelliklere sahip bir varlık kıldık... Nitekim
başka bir ayette: "Her şeye
yaradılışını veren sonra da yol gösteren
O'dur" (Taha -50) deniyor.
Çünkü bütün varlıklara özellikler ve fonksiyonlar
verilmiş ve yaratılışı esnasında bu
görevlerini yerine getirmesi için ona yol gösterilmiştir.
Yaratılış özellikleri ve fonksiyon verilişi
ile bu görevlerin yerine getirilmesi arasında bir zaman
boşluğu yoktur. Eğer buradaki yol gösterme, O'nun
Rabbine yol bulması dahi olsa, yine anlam değişmez.
Çünkü her şey yaratıldığı andan
itibaren Rabbine yol bulmuştur. Aynı şekilde Adem'e
de yaradılışı sırasında insanî
özellikleri verilmiş ve "Sonra" da ise manevi yönden
yükselmeye yöneltilmişti. Yoksa arada zaman
aşımı yoktur. Biz bu görüşdeyiz.
Hangi açıdan bakarsak bakalım, Hz. Adem'in -selâm
üzerine olsun- yaradılışına,
insanlığın meydana gelişine ilişkin
Kur'an ayetlerinin bütünü, bu varlığa insani
özelliklerinin ve kendisine özgü fonksiyonunu yaradılışı
ile birlikte verildiği düşüncesi Kur'an'da ağırlık
kazanmaktadır. İnsanlık tarihinde görülen
ilerlemenin, yükselişin bu özelliklerin daha açık bir
şekilde ortaya çıkmaları, gelişmeleri,
terbiye edilmeleri ve insanın bunlar sayesinde üstün bir
deneyime sahip olmasında görülen ilerleme olduğunu
ortaya koymaktadır. Yoksa Darwinizm'in ileri sürdüğü
gibi, başka türlerin gelişerek sonuçta insan olduğu
şeklinde insanın "öz varlığında"
herhangi bir başkalaşım
olmadığını ortaya koymaktadır.
Arkeolojik kazılara dayanan yaradılış ve
evrim teorisine bağlı olarak zaman süreci içinde
hayvanlarda değişik ilerleme aşamalarının
varlığını ve bunların birbirini izleyen
gelişmeler olduğunu ileri sürmek "sağlıklı"
verilere dayanmayan bir teoriden ibarettir. "Kesinlik"
ifade etmez. Çünkü yerin katmanlarında bulunan
kayaların ömürlerini belirleme çalışmaların
da kendileri bile tahminden öteye geçemezler. Bu çalışmalar
yıldızların ömürlerini radyasyon yoluyla
kestirmek gibidir. Bunları düzeltecek, hatta kökünden değiştirecek
daha başka tahminlerin ortaya çıkmasını
engelleyebilecek hiçbir şey yoktur! Böyle bir varsayım
bu canlıların birbirlerinden daha gelişmiş
olduğunu söylememiz için yeterli değildir. .
Kayaların ömürlerine ilişkin bilgimizin kesin
olduğunu varsaysak bile, belirli çevre
şartlarının etkisiyle ve bu şartlarla uyum
sağlayabildikleri oranda bazı canlı türleri
varolmuş olabilir ve çevre şartları
değişip yaşamalarına elverişsiz hale
geldiği için bu canlıların soyu kurumuş
olabilir. Bu varsayımı ileri sürmemiz için,
engelleyici hiçbir veri yoktur.
Darwin'in ve ondan sonrakilerin arkeolojik kazıları
bundan öte bir şeyi ispatlayamaz. Zaman süreci içinde
herhangi bir hayvan türünün kendisinden önceki bir hayvan
türünden organik olarak evrimleştiğini, o zaman süreci
içindeki kayaların katmanlarının
tanıklığına bakarak kesin biçimde
ispatlayamaz. Sadece şu kadarını ispatlayabilir:
Zaman süreci içinde birtakım hayvan türleri kendisinden
önceki bir hayvan türünden daha gelişmiştir... Böyle
bir gelişmeyi bizim anladığımız biçimde
yorumlamak da mümkündür. Yani bu zaman diliminde yeryüzünde
egemen olan şartlar bu hayvan türünün varlığına
müsaade ediyorlardı. Şartlar değişince, yeryüzü
başka bir hayvan türünün meydana gelmesine elverişli
oluyordu. Bu hayvan türü de meydana geliyordu. Değişen
şartlar daha önceki şartlarda yaşayan hayan türünün
neslinin tükenmesine yolaçıyordu. Buna bağlı
olarak bu hayvan türleri de yok oluyorlardı:
Buna bağlı olarak insan türünün yaradılışı
bağımsız bir yaradılıştır.
İnsan, yüce Allah'ın yeryüzündeki şartların
insanın hayatı, gelişmesi ve ilerlemesi için
elverişli hale geldiğini bildiği bir zaman süreci
içinde yaratılmıştır. İnsanın
yaradılışı konusunda Kur'an ayetlerinin bir bütün
olarak ortaya koyduğu yaklaşım budur.
"İnsan" hem biyolojik ve fizyolojik yönden hem
de aklî ve ruhî yönden diğer canlılardan apayrı
bir özelliğe sahiptir. Bu öyle apayrı bir özelliktir
ki, içlerinden bazıları ateist olmalarına
rağmen, yeni Darwinist'ler insanın bu özelliğini
kabul etmek zorunda kalmışlardır. İnsanın
bu özelliği de, insanın
yaradılışının başlı
başına bir yaradılış olduğunu ve
başka hayvan türleriyle hiçbir organik bağı
bulunmadığını belgeleyen önemli bir delildir!
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın,
değişmesi mümkün olmayan bir gerçektir ki, ulu ve
yüce Allah'ın kendisi bizzat ruhani varlıklar olan
meleklerin hazır bulunduğu bir topluluğun huzurunda
bu insan denen varlığın doğuşunu açıklıyor:
"Sonra meleklere: "Adem"e secde edin dedik.
İblis dışında hepsi secde etti. Sadece o secde
edenlerden olmadı."
Melekler de Allah'ın bir başka yaratık
kesimidirler. Kendilerine mahsus özellikleri ve fonksiyonları
vardır. Allah'ın onlar hakkında bize verdiği
bilgilerden başka bir şey bilmiyoruz. Daha önce Fî Zılâl-il'in
başka bir yerinde Allah'ın bu konuda bize
bildirdiklerini özetlemiştik. (Kehf-50) Aynı
şekilde iblis de meleklerden ayrı olarak Allah'ın
bir yaratığıdır. Nitekim Allah Teâlâ
buyuruyor ki: "Gerçekten iblis cinlerdendi. Fakat
Rabbinin emri dışına çıktı." Cinler
de meleklerden ayrı bir varlıktır. Onlar
hakkında da Allah'ın bize bildirdikleri
dışında başka bir şey bilmiyoruz. Daha
önce bu cüzde yüce Allah'ın cinlere ilişkin bize
bildirdiklerini de özetlemiştik. (En'am 100,128,130.
ayetlerinin tefsirine bakınız.) Bu surede ilerde
geleceği gibi iblis ateşten
yaratılmıştır ve kesinlikle meleklerden
ayrı bir varlıktır. Fakat buna rağmen
meleklerle birlikte Adem'e secde etmekle emredilmiştir.
Kendine özgü yaratığın doğuşunda her
şeyin sahibi olan yüce Allah büyük toplantıda
herkesin Adem'e secde etmesini istemiştir. Bu isteğini açıkça
ilân etmiştir.
Allah'a karşı gelmeyen ve aldıkları emri
yapan melekler, Allah'ın emrini yerine getirmek üzere
itaatkâr bir şekilde secdeye kapandılar. Hiçbir
tereddüt göstermediler. Büyüklük taslamadılar. Herhangi
bir sebepten, herhangi bir şekilde ve herhangi bir düşünceyle
günah işlemeyi düşünmediler. Bu onların
karakteridir. Ve bu onların özellikleridir. Aynı
zamanda fonksiyonları da budur. Böylece bu insan denen varlığın
Allah katında ne kadar değerli olduğu gözler
önüne serildiği gibi, melekler diye bilinen Allah'ın
kullarında kesin itaat da somut bir biçimde canlandırılmaktadır.
İblis'e gelince, o, yüce Allah'ın emrini uygulamaya
yanaşmadı ve O'na karşı geldi. İlerde
iblisin gönlünden nelerin geçtiği, yüce Allah'ın
kendisinin Rabbi yaratıcısı, kendi işlerinin
ve evrendeki bütün işlerin tümünün kendisinin elinde
olduğunu bile bile, bunların hiçbirinde asla tereddüt
etmediği halde yüce Rabbine itaat etmesine engel olan düşüncenin
ne olduğu ifade edilecektir!
Aynı şekilde biz burada yüce Allah'ın
yarattıklarının üç tane prototipini görüyoruz.
1. Kesin itaat ve bütün bir teslimiyet örneği. 2- Kesin
isyan ve başkaldırma örneği. 3- Üçüncü örnek,
insanın karakteri örneğidir. İlerde insanı ve
çift yönlü sıfatlarını öğreneceğiz.
Birinci karakter Allah'a karşı tam bir teslimiyet ve
samimiyet örneğini sergilemiştir. Bu kesin teslimiyeti
ile, O, bu sahnede görevini tamamlamıştır.
Diğer iki karakterin nasıl şekillendiklerini, hangi
tarafa yöneldiklerini ilerde öğrenmeye çalışacağız.
"Allah iblis"e "Secde etmeni emrettiğimde
seni secde etmekten alıkoyan ne oldu?" dedi. O da
"Ben ondan üstünüm, beni ateşten onu ise çamurdan
yarattın" dedi.
İblis, Allah'ın kesin hükmüne rağmen,
kendisinin de bir görüşü olabileceğini ileri sürdü.
Allah'ın kesin emri ortada olduğu halde, şeytan
kendisinin gördüğü sebeplere ve illetlere dayanarak
kendisi hakkında hüküm verme yetkisini kendisinde gördü.
Halbuki kesin ilâhi hüküm ve apaçık emir ortadayken
tartışma olamaz. Düşünmek boşunadır.
Kesin itaat gerekir. Uygulama zorunluluğu doğar. Lanet
olası iblis de yüce Allah'ın yaratıcı, mülkün
sahibi, rızık verici ve her şeyi düzene koyan, her
şeyin ancak O'nun izni ve belirlemesiyle meydana
geldiğini hiç de bilmiyor değildi. Fakat buna
rağmen kendisine ulaştığı biçimde emre
itaat etmedi ve bu emri kendi mantığına dayanarak
başka yollara girdi:
"O da "Ben ondan üstünüm; beni ateşten, onu
ise çamurdan yarattın" dedi.
Bu isyanın büyüklüğünü ortaya koymak amacıyla
vakit geçirilmeden derhal cezalandırıldı:
"Allah O'na: "O halde in oradan, orada büyüklük
taslamak haddine düşmedi. Çık dışarı,
sen alçağın birisin" dedi.
İblisin Allah'ı tanıması, O'na fayda
vermedi. Allah'ın varlığına ve
sıfatlarına inanması da O'na bir yarar
sağlamadı... Allah'ın emirlerini öğrendiği
halde bu emri kabul ve reddetme yetkisini kendisinde gören, yüce
Allah'ın daha önceden kendisi hakkında hüküm verdiği
bir meselede hakimiyet yetkisini kendisinde gören, bu hakimiyet
yetkisiyle Allah'ın sözkonusu meseleye ilişkin hükmünü
reddedebileceğini söyleyen her insan da iblisin konumundadır.
Demek ki, bu bilgiye ve itikada (inanç sistemine) rağmen
meydana gelen bir küfürdür. Çünkü iblisin ne bilgisi eksikti,
ne de itikadı!..
İblis bu tutumuna karşılık olarak cennetten
kovulmuştur. Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırılmıştır. Allah'ın
lanetine müstehak olmuştur. Alçaklık damgası
yemiştir.
Ne var ki, bu çirkin ve inatçı yaratık Hz. Adem'in
kendisinin kovulmasına ve gazaba uğramasına neden
olduğunu unutmuyor. İntikam almadan bu kötü sonuna (akıbetine)
teslim olmuyor. İçinde yoğrulduğu çirkin
karakterine uygun biçimde fonksiyonunu yapmadan cezaya razı
olmuyor:
"İblis: "Bana insanların tekrar
dirilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi.
"Allah "Sen mühlet verilenlerden birisin" dedi.
İblis dedi ki; "Beni kışkırtıp
sapıklığa düşürdüğün için, andolsun
ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup insanların yolunu
keseceğim."
Sonra önlerinden, arkalarından sağlarından,
sollarından onlara sokulacağım da çoğunluğunu
şükreder bulamayacaksın."
Bu, kötülük üzerinde kesin ısrar etmektir.
Sapıklık, azgınlık üzerinde kesin biçimde
diretmektir. Böylece iblisin bu karakterinin O'nun başlıca
özelliklerinden biri olduğu ortaya çıkıyor...
O'nun karakterindeki bu kötülük yüzeysel ve geçici bir
kötülük değildir. Köklü, bilinçli, sistemli ve sürekli
bir kötülüktür.
Ayrıca bu tasvirde iblisin aklî normları ve
psikolojik hareketleri de canlı ve somut sahnelerle ortaya
koymuştur.
iblis, Rabbinden kıyamet gününe kadar kendisine mühlet
vermesini dilerken, bu isteğini ancak Allah'ın iradesi
ve belirlemesiyle olabileceğini çok iyi biliyordu. Yüce
Allah O'nun bu isteğini kabul de etmiş ona zaman
tanımıştır. O'na tanınan bu süre, başka
bir surede açıklığa kavuşturulduğu gibi,
"Belirlenen güne."
(Hicr 38,
Sâd-81) kadardır. Rivayetlerde belirtildiğine göre,
bugün yeniden diriliş günü değil, Allah'ın
hayatta kalmasını dilediği kimselerin
dışında yerde ve göklerdeki herkesin öldüğü
Sur'a ilk üfürüldüğü gündür.
İblis uzun yaşama hükmünü elde ettikten sonra
yüce Allah'a karşı isyankârlığı ve
gururu nedeniyle kendisine takdir ettiği
sapıklığın ve bu sapıklık
belasını kendisine göndermesinin intikamını
alacağını iğrenç bir küstahlıkla ilân
ediyor. Kendisinin dramatik akıbeti sebebiyle Allah'ın
lanetine uğramasına ve cennetten kovulmasına neden
olan, Allah'ın kendisini onurlandırdığı
bu insanı saptıracağını söylüyor! Onun
bu saptırma çabasını Kur'an-ı Kerim'in O'ndan
aktardığı şu sözde somut olarak
görebiliyoruz.
"Andolsun ki, doğru yolun üzerinde pusu kurup
insanların yolunu keseceğim. Sonra önlerinden, arkalarından,
sağlarından, sollarından onlara
sokulacağım."
Demek ki, iblis Adem ve neslini saptırmak için Allah'ın
dosdoğru yolu üzerinde oturacak. Oradan geçmek isteyen
herkesi engellemeye çalışacaktır Allah'a giden
yolun somut olması mümkün değildir. Çünkü yüce
Allah, bir yere çakılıp kalmaktan münezzehtir.
Böylece anlaşılıyor ki, bu yol Allah'ın
rızasını elde etmeye vasıta olan iman ve itaat
yoludur... İblis bu amacını gerçekleştirmek için
her taraftan insana sokulacaktır: "Önlerinden,
arkalarından, sağlarından,
sollarından..." Onlarla iman ve itaatin arasına
girmek için... Bu iblisin, insanı saptırmak için
sürekli çabasını ve tükenmez gayretini ortaya koyan
canlı, hareketli ve somut bir tablodur. İblisin
amacı insanların Allah'ı tanımamaları ve
O'na şükretmemeleridir. O'nun tuzaklarından kurtulup
Allah'ın çağrısına kulak veren az bir grup müstesna:
"Çoğunluğu şükreder bulamayacaksın."
Burada şükretmenin tekrar edilmesi surenin baş
tarafında ifadesini bulan "Ne de az şükrediyorsunuz"
cümlesiyle tam bir ahenk sağlamaktadır. Böylece az
şükredilmesinin nedeni açıklanmış, gizli
olan gerçek etken ortaya çıkarılmıştır.
Bu temel etken iblisin O'na karşı çalışması
ve Allah'a giden yolda oturmasıdır! İnsanın,
kendisini doğru yoldan alıkoyan gizli düşmanına
karşı uyanık hareket etmesi istenmiştir.
İnsanların çoğunun şükretmesine engel olan
bu musibetin nereden kaynaklandığını öğrendikten
sonra ona karşı önlem almaları gerektiğini
hatırlatmıştır.
Şeytanın arzu ettiği kendisine verilmiştir.
Çünkü yüce Allah'ın iradesi bu insan denen
varlığın kendi yolunu kendisinin seçmesini istemiştir.
Zira insanın yaradılıştan gelen birtakım
yetenekleri vardır ki, insan onlarla iyiyi ve kötüyü
birbirinden ayırabilir. Serbest olarak tercihini yapması
için ona akıl da verilmiştir. Peygamberler
aracılığıyla sürekli biçimde ona hatırlatmada
bulunulmuş ve onu doğru yoldan ayrılmaktan
sakındırmış, islâm dinine bağlanıp
onunla kendisini düzeltmesini istemiştir. Yüce Allah'ın
iradesine bağlı olarak, insan ya doğru yolu veya
şeytanın yolunu algılayabilme, kendi bünyesine ya
iyiliği veya kötülüğü yerleştirebilme ve iki
sonuçtan birine doğru yol alma imkânına sahip
kılınmıştır. Doğru yola girse de
sapıklık yolunu seçse de neticede Allah'ın
sınava ilişkin yasası gerçekleşir,
Allah'ın dediği olur. Hidayet de sapıklık da
Allah'ın yürürlükteki yasasına ve özgür iradesine
bağlı olarak gerçekleşir.
Fakat ayetlerin devamında yüce Allah'ın, lanet
olası iblisin kendisine süre tanınmasına
ilişkin isteğinin kabul edildiğinin açıkça
belirtilmesine rağmen, bu son isteğinin verildiğine
dair bir açıklama yapmadıklarını görüyoruz.
Yüce Allah bu konuda bir açıklama
yapmamıştır. Yalnız iblisin oradan
kovulduğunu açıklamıştır. Bu öyle bir
kovuluştur ki, kimse ona engel olamaz. Onu yerilmiş ve
gazaba uğramış bir biçimde kovmuştur.
Şeytan ve kendisine uyan ve onunla beraber
sapıklığa düşen insanlardan cehennemi
doldurmak üzere huzurundan uzaklaştırmıştır.
"Allah dedi ki; `Çok oradan yerilmiş ve
kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa,
onu ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım."
İblise uyan insanlar ya Allah'ı tanımada,
ilahlığına kesin inanmada, O'na uyarlar veya aynen
onun gibi Allah'ın hakimiyetini ve hükmünü kabul etmezler,
Allah'ın emirlerine rağmen meseleleri gözden geçirme
hakkına sahip olduklarını, Allah'ın emirlerini
uygulayıp uygulamamakta kendi mantıklarını
kriter olarak kabul ettiklerini iddia ederler. Ya da kendilerini
Allah'ın yolundan tamamen saptırması için iblise
uyarlar... Fakat bu iki sapıklık da temelde
aynıdır ve şeytana uymaktır. Cezası da
şeytan ile birlikte cehennemi boylamaktır!
Yüce Allah, şeytan ve soydaşlarına doğru
yoldan saptırma olanağı vermiştir. Hz. Adem'e
ve O'nun nesline de sınama gereği olarak tercih imkânı
vermiştir. Yüce Allah insana bu tercih imkânı vermekle
hem ceza hem mükâfatın ona uygun düşmesini
dilemiştir. Onu bu nitelikle diğer yaratıkları
arasında kendisine has özelliklere sahip kılmak
istemiştir. O ne melektir ne de şeytan. Onun bu
evrendeki fonksiyonu ne meleğin fonksiyonu ne de
şeytanın fonksiyonudur.
YASAK AĞAÇ
Olayın akışı içinde çizilen tablo burada
bitiyor. Hemen arkasından başka bir sahne
başlıyor:
Yüce Allah, iblisi bu şekilde cennetten
uzaklaştırdıktan sonra hitabı Adem'e ve
eşine yöneltiyor. Biz burada yalnız Hz. Adem'in kendi
cinsinden bir eşi olduğunu biliyoruz. Bu eşinin
nereden geldiğini bilmiyoruz. Şu anda sözkonusu edeceğimiz
ayet ile Kur'an-ı Kerim'in diğer ayetleri bu gayb
konusundan haber vermemektedirler. Hz. Havva'nın Hz. Adem'in
kaburga kemiğinden yaratıldığından söz
eden rivayetlerin hepsi yahudi uydurmasından
kaynaklanır. Bu nedenle bu konuda onlara dayanamayız. Bu
konuda kesin olarak söylenebilecek tek şey yüce Allah'ın
Hz. Adem'e kendi cinsinden bir eş yarattığı ve
böylece onların iki eş olduklarıdır. Zaten yüce
Allah'ın yarattığı tüm yaratıkların
çift olarak yaratıldıkları değişmez bir
yasadır. "Biz
belki ibret alırsınız diye, her şeyden bir
çift yarattık." (Zâriyat-49)
Bu sürekli geçerli olan değişmez bir yasadır.
Allah'ın tüm yarattıkları için geçerli olan
köklü bir kuraldır. Bu değişmez yasayı baz
alarak meseleye baktığımızda Hz.
Havva'nın yaradılışının Hz. Adem'in
yaradılışından uzun bir süre sonra gerçekleşmediğini
ve O'nun yaradılışının da Hz. Adem'in
yaradılışında izlenen yolun
aynısıyla gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Durum ne olursa olsun, burada hitab Hz. Adem'e ve eşine yöneltilmektedir.
Cenabı Allah hayatlarındaki sorumluluklarını
bildiren emirlerini kendilerine iletirken, her ikisine de hitap
ediyor. Böylece her ikisini de beraber eğitmeye ve
onları asıl görevlerine hazırlamaya
başlıyor. Zaten yüce Allah insanı sırf bu
fonksiyonu için yaratmıştır. İnsanın bu
temel görevi yeryüzünde halifelik görevidir. Nitekim Bakara
suresinin (30.) ayetlerinde yüce Allah buyuruyor ki: "Hani
Rabbin meleklere, `Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım'
demişti."
|
|
O |
|
O |
|