İşte bunlar Allah'ın bildirdiği
kıssalardır. Peygamberimiz de -salât ve selâm üzerine
olsun- onları bilmiyordu. Bunlar ancak Allah'ın ona
vahyetmesi ve öğretmesi ile öğrendiği tarihi
olaylardı."
"Onlara peygamberleri açık belgeler, mucizeler
getirmişlerdi."
Ne var ki, belgeler, mucizeler onlara fayda vermedi.
Belgelerden sonra da daha önce yalanladıkları gibi
yalanladılar. Açık belgelerin kendilerine gösterilmediği
sırada yalanladıklarına belgeleri gördükten sonra
da inanmadılar. Zaten açık belgeler
yalanlayıcıları, inanmaya ve imana iletmez!
Çünkü onların iman etmelerini engelleyen sebep, delil
yetersizliği değildir. Onları imandan alıkoyan
asıl neden, açık bir kalbe, keskin bir
duyarlılığa ve doğru yola yönelme arzusuna
sahip olmalarıydı. Onların hoşgörü ile karşılayan,
gerçeğe doğru devinen ve onu kabullenme arzusunda olan
diri bir fıtrattan mahrum olmalarıdır. Her
şeye rağmen onlar, kalplerini doğru yolun
imajlarına ve imanın belgelerine yöneltemediklerinden,
yüce Allah onların kalplerini mühürledi. Vicdanlarına
kilit vurdu. Bundan böyle onlar ilâhi mesajı almaya, gerçeğe,
doğru atılımda bulunmaya ve onu kabullenmeye
yanaşmayacaklardı.
"İşte Allah kâfirlerin kalplerini böyle
mühürler..."
İşte bu deneyimler insanın şu baskın
karakterlerini de ortaya koydu.
Bu verilen söz, İsrailoğulları'nın
peygamberlere iman eden ilk nesillerinin Allah'a vermiş
oldukları söz de olabilir. Öncekilerin verdikleri bu söze
sonrakiler bağlı kalmamış ve ondan
sapmışlardı. Nitekim bütün cahiliyelerde meydana
gelen de budur. Bu sistemlerde insanlar yavaş yavaş
hedeften saparlar. İmanın gerektirdiği taahhüdün
dışına çıkarlar, cahiliyeye dönerler.
Burada, sözkonusu edilen taahhüt, bunların hangisi
olursa olsun anlaşılıyor ki, insanların geneli
sözlerine bağlı kalmaz ve verdikleri taahhüde bağlılık
göstermez. Onlar her an değişen heva-hevese, uyarlar.
Onların yapısı, karakteri, verilen sözün
yükümlülüklerine sabredemez ve onların doğrultusunda
yoluna devam edemez.
"Tersine onların çoğunu yoldan çıkmış
bulduk."
Onlar Allah'ın dininden ve önceden Allah'a verdikleri
sözün dışına çıkarlar. İşte dönekliğin,
sözünde durmamanın, arzu ve isteklere uymanın ürünü
budur... Kim kendisine Allah'a verdiği söz doğrultusunda
bir çeki düzen vermez, O'nun gösterdiği yolda
dosdoğru yürümez, O'nun hidayetiyle kendine doğru bir
istikamet çizmezse, önünde yollar çatallaşacak, yoldan
ayrılacak ve hedefinden sapacaktır... İşte
önceki kasabaların halkı da aynen böyle olmuştur.
Eninde sonunda böyle bir akıbete
uğramışlardır.
Gelecek bölüm, Hz. Musa ile Firavun ve kurmayları
arasında geçen kıssanın bir kısmını
içermektedir. Burada Hz. Musa'nın onları alemlerin
Rabbi olan Allah'a çağırmasından başlanmakta
ve hepsinin denizde boğulması bölümüne kadar
gelinmektedir. Bu iki aşama arasında büyücülerle
mücadelesine, hakkın batıla galip gelmesine, büyücülerin
aynı zamanda Musa ve Harun'un da Rabbi olan alemlerin Rabbi
Allah'a iman etmelerine, Firavun'un, iman etmeleri üzerine onlara
karşı cezalandırma, işkence etme ve öldürme
tehdidinde bulunmasına, büyücülerin kalplerine yerleşen
hakkın, Firavun'un savurduğu bu tehdide üstün
gelmesine, gönüllerinde yer eden akidenin (inanç sisteminin)
hayata yaşama sevgisine üstün gelmesine de yer
verilmektedir. Bunun ardından
Mısırlılar'ın
cezalandırılmasına geçilmektedir. Yüce Allah'ın
Firavun'un ve ileri gelen destekçilerini kıtlıkla,
ürünlerin azalmasıyla denemesine yer verilmektedir. Sonra,
tufana, çekirge sürüsüne tahıl güvesine, kurbağa sürülerine
ve kana hedef olmalarına değiniliyor. Onlar bu
belaların herbiri sırasında Hz. Musa'ya
koşuyorlar, ondan yardım diliyorlar. Azabı
kaldırması için Rabbine niyazda bulunmasını
istiyorlar. Ne var ki, yüce Allah, herbirini kaldırdığında,
hemen eski hallerine dönüyorlar ve kendilerine ne kadar mucize
gösterirse göstersin, O'na iman etmeyeceklerini açıkça
söylüyorlar. Sonuçta Allah'ın cezasına müstehak
oluyorlar. Allah'ın ayetlerini yalanlamalarının,
kullarını sınamasının hikmetinden
habersiz olmalarının cezası olarak denizde
boğulmalarından söz ediliyor. Yüce Allah'ın yürürlükteki
değişmez yasasının bir gereği olarak,
mesajını yalanlayan milletleri ölüm ve yok oluşla
cezalandırmadan önce, onları darlık ve bollukla
denediğinden dolayı gaflet içinde bulunmalarının
cezası olarak boğduruldukları ifade ediliyor. Sonra
halifeliğin, sabretmelerini, şiddet,
sıkıntı sınavını geçen ve ardından
bollukla denenecek olan Hz. Musa'nın kavmine verilmesinden
bahsediliyor.
İşte biz kıssanın bu bölümünü bir
derste, Hz. Musa'nın bundan sonra kavmiyle beraber geçen
hayatından söz eden bölümünü de başka bir derste
ele almayı uygun gördük. Çünkü her iki dersin karakteri
farklı, sahası birbirinden tamamen ayrıdır.
Kıssanın bu bölümü, olayın baştan sona
kadar neden burada anlatıldığını dile
getiren özet bir açıklama ile başlıyor.
"Sonra bu peygamberlerin arkasından Musa'yı
ayetlerimiz ile Firavun'a ve yakın adamlarına gönderdik,
fakat onlar ayetlerimize karşı zalimce bir tutum
takındılar. Gör bakalım, bozguncuların sonu
nice oldu?"
Ayeti kerime kıssanın bu bağlamda ele
alınış amacını açıklıyor...
Amaç bozguncuların akıbetlerine bakıp ibret
almaktır. Amacı açıklayan bu özetten sonra, amaca
yönelik olayın halkalarını detaylı olarak
sunmaya ve onları daha geniş biçimde tasvir etmeye
geçiyor.
Kıssa canlı sahneler halinde geçip gidiyor:
Hareketle ve karşılıklı diyalogla
dalgalanıyor. Tepkilerle ve işaretlerle dolup
taşıyor. Olayın dile getirilmesi
bağlamında ibret verici direktiflere yer veriliyor.
"Alemlerin Rabbi"ne çağrıda bulunma ile
Allah'ın kullarına musallat olan ve Allah'ın
dışında ilâhlık taslamaya çalışan
azgınların, zalimlerin arasındaki savaşın
yapısını ortaya koyuyor. Bu arada açıkça
ilân edildiğinde, zalimlerin azgınların
otoritesinden korkulmadığında, tehditlere ve
şiddetli cezalandırmaya ilişkin savunmalara
aldırış edilmediğinde, akidenin
parlaklığı ve üstünlüğü de ortaya çıkacağına
işaret ediliyor.