insanların
yaratıcısı olan yüce Allah'tır. Yeryüzünde
insanlığın hayatı için elverişli müsait
ve koruyucu şartları, özellikleri hazırlayan,
rızıkları ve yaşamları için gereken
ortam hazırlayan Allah'tır.
Atmosferi, oluşumu, hacmi, güneş ve aydan
uzaklığı, güneş etrafında dönüşü,
ekseninin yörüngesine eğriliği, dönüş
hızı ve diğer özellikleriyle yeryüzünü insanlık
türünün yaşamına elverişli hale getiren, yüce
Allah'tır. İnsanın yaradılışı,
hayatı bu hayatının gelişmesi ve ilerlemesi için
gereken gıda maddeleri, rızıkları, güçleri
ve enerjileri bu yeryüzüne yerleştiren de O'dur.
İnsanlığı bu yeryüzündeki yaratıkların
efendisi kılan da Allah'tır. Yüce Allah insanlara bu
evrenin birtakım yasalarını keşfetmeleri ve
evreni kendi yararlarına kullanmaları için birtakım
özellikler ve yetenekler vermişti. Bu özelliklere ve
yeteneklere dayanarak insanlar, bu yeryüzünün yaratıklarına
egemen olabilir ve onları kendi hizmetlerine
koşturabilirler.
Eğer yüce Allah insanı yeryüzünde bunca
imkânlarla yerleştirmemiş olsaydı, bu güçsüz
yaratık klasik ve modern cahiliye mensuplarının
ifadesiyle "Tabiata egemen olamazdı"!
İnsanlık kendi öz gücüyle evrenin korkunç ve ezici
güçlerine karşı koymaya asla güç yetiremezdi!
Günümüzün modern cahiliye düşüncelerine (felsefesine)
şekil veren, Grek ve Roma düşünceleridir Evreni,
insana düşman olarak gösteren bu düşüncedir. Bu düşünce
evrenin doğal güçlerini, insanın
varlığına ve hareketine karşı güçler
olarak kabul eder. insanı yalnız başına çabasıyla
bu güçlere karşı koyan bir varlık konusunda
değerlendirir. Evrensel bir yasayı keşfetmeyi,
tabiat güçlerinden birini hizmetlerine almayı insanlık
ile Evren (tabiat) arasındaki savaşta
kazanılmış bir zafer olarak kabul eder ve
tabiatın mağlûp edilmesi şeklinde
değerlendirir:
Bunlar gerçekten bayağı düşüncelerdir. Hatta
bunlar alabildiğince çirkin yaklaşımlardır!
Eğer onların zannettikleri gibi, bu evrensel yasalar
insana karşı olsaydı, her an pusuda bekleyen, her
an ona karşı duran bir düşman olsaydı ve bu
yasaların arkasında her şeyi yerli yerince düzenleyen
bir irade bulunmamış olsaydı, insanlar daha
baştan varolamazlardı! Yoksa insan nasıl
varolabilirdi? Arkasında hiçbir irade bulunmayan ve
kendisine düşman olan bir evrende insan nasıl
varolabilirdi? Var olduğunu kabul etsek de bu insan, bunca düşman
şartlara karşı koyan evrensel güçlere rağmen
hayatını nasıl sürdürebilirdi? Çünkü onların
anlayışlarına göre evren, kendi başına
özgür biçimde hareket eder, onun gücünün ötesinde kendisine
egemen olan hiçbir güç de yoktur!
Sadece islâm düşüncesi, bu birbirinden kopuk varlıkları,
güçleri sistemli biçimde ele alarak hepsini kapsamlı bir
ahenk içinde birbirine bağlar... Evreni yaratan
Allah'tır. İnsanı yaratan da Allah'tır.
Allah'ın iradesi ve hikmeti bu evrenin tabiatının
bu insanın varolmasına elverişli olmasını
dilemiştir. İnsanın bu evrenin bazı temel
yasalarını öğrenmesi ve buradan hareketle onu
kendi hizmetinde kullanması için gereken yetenekleri de
O'nun bünyesine yerleştiren de yine Allah'ın iradesi ve
hikmetidir... Değerlendirmede göz önünde bulundurulan bu
uyum ve ahenk, her şeyi en güzel biçimde yaratan ve yarattıklarını
birbirlerine düşman, aykırı ve çelişen
varlıklar olarak yaratmayan Allah'ın sanatına gerçekten
lâyıktır"...
İslâmın bu düşüncesinin
ışığı altında "insan"
sevecen ve dost bir evrende, her şeyi en güzel biçimde ve
mahirane olarak himaye eden bir kuvvetin altında
yaşamını sürdürür. Kalbi huzur içinde, vicdanı
rahat olarak ve kendinden emin adımlarla ilerler. Yeryüzünde
Allah adına halifelik görevini yerine getirirken bu
halifelik konusunda kendisine Allah'ın yardım
edeceğine güveni tamdır. Evrenle ilişkilerini düzenlerken,
onunla alışverişte bulunurken, sevgi ve dostluk
ruhuyla meseleye yaklaşır. Varlığın
sırlarından herhangi birinin farkına vardıkça,
halifelik görevini yerine getirmede kendisine yardımcı
olacak, ilerleme, refah ve mal yönünden yeni bir güç ve kuvvet
elde etmesine yarayacak yasalardan birini öğrendikçe yüce
Allah'a daha fazla şükreder.
İslâm düşüncesi, insanı
varlığın sırlarını
araştırmadan, yasalarını keşfetmeden çalışmaktan
alıkoymaz. Tam tersine ona bu yolda özendirir. Kalbine
güven ve huzur doldurur. Çünkü bu anlayışla insan
dost olan, sırlarını kendisinden cimriliği
nedeniyle saklamayan, desteğini ve yardımını
kendisinden esirgemeyen bir evrenle karşı
karşıyadır... İnsan, bu anlayışa göre
her an kendisini pusuda bekleyen, yönelişlerinin hepsini
etkisiz hale getirmeye çalışan, umutlarını ve
hülyalarını yok etmeye uğraşan düşman
bir evrenle mücadele içinde değildir!
"Existansiyalizmin" (varoluşçuluğun) en büyük
çıkmazı bu uğursuz ve çirkin düşüncede
yatmaktadır. Evrenin varlığını, hatta
insanlığın toplumsal varlığını,
yapısı itibariyle, insanın bireysel
varlığına aykırı gören, ezici ağırlıklarıyla
insanın varlığına gölge düşürdüklerini
ileri süren düşüncesinde! .. Bu gerçekten korkunç bir
düşüncedir. Sonuç olarak ya insanı toplum
dışına, pısırıklığa ve yok
oluşa iter! Veya şımarıklığı,
isyankârlığı ve bireyselliği doğurur.
Her iki halde de insanı bekleyen ancak hastalık haline
gelen sarsıntılardır! Psikolojik ve akli
bunalımlardır! Çöllerde ürküp kaçmaktır!
İsyankârlık çöllerinde, yokluk çöllerinde
şaşkın şaşkın dolaşmaktır!
Temelde bu iki çöl şaşkınlığı
arasında fark yoktur...
Bu Avrupa düşünce ekolleri içinde yalnızca "Existansiyalizm"in
(varoluşçuluk) çıkmazı değildir. Bütün akımları
ve ekolleriyle Avrupa düşüncesi bu dramın etkisi
altındadır ve onun kurbanı olmuştur. Hatta bütün
zamanlardaki ve toplumlardaki cahiliye düşüncelerinin en
büyük çıkmazı budur. Fakat islâm dini, geniş
kapsamlı inanç sistemiyle bu faciayı rahat bir
şekilde önlemiştir. İslâmın öngördüğü
inanç sistemi insanın zihnine bu evrenin ve bu evrenin
ötesindeki egemen gücün fonksiyonu açısından
sağlıklı bir düşünce yerleştirmiştir.
Bu anlayışa göre, "insan" bu yeryüzünün
oğludur. Bu kâinatın yavrusudur. Yüce Allah O'nu bu
yeryüzünden yaratmıştır. Ve onu buraya
yerleştirmiştir. Yeryüzünde onun için gıda
maddeleri ve geçim vasıtaları
hazırlamıştır. Yeryüzünün anahtarlarını
kendisinin eline verecek bilginin yollarını
kolaylaştırmıştır. Evrenin
yasalarını insanın varlığı için
elverişli ve uygun kılmıştır. Bilinçli
bir şekilde bu yasaları incelediğinde, insana
destek olur ve hayatını daha da
kolaylaştırırlar.
Ne var ki, insanlar çok az şükrederler. Çünkü onlar
cahilliklerin bilinçsizlikleri içinde yüzmektedirler. Hatta
bilenler bile Allah'ın kendilerine
bağışladığı nimetlerin
hakkını ödeyebilecek şekilde bir şükretme
imkânına sahip değillerdir. Yüce Allah güçlerinin
yettiğini yapmalarıyla yetinmeseydi, güçlerinden daha
fazlasını isteseydi, onlar bunca nimetin
hakkını nasıl ödeyebileceklerdi? Dolayısıyla
hem bilenler, hem de cahiller için Allah'ın şu hükmü
uygun düşmekte ve gerçeği ifade etmektedir: