Bu Kur'an, kendisi aracılığı ile uyarı
ve hatırlatma görevi yapasın diye sana indirildi. Bu
Kur'an, içindeki gerçekleri haykırasın diye,
insanları hoşlanmadıkları direktifler ile
karşı karşıya getiresin diye; birtakım
inanç(ara, ilişki(ere ve geleneklere cephe olasın diye;
birtakım sosyal düzenlere, rejimlere ve toplumlara karşı
çıkasın diye sana indirildi. Böyle olduğu içindir
ki, bu yolun zorlukları çoktur, bu Kur'an aracılığı
ile insanları uyarmanın sıkıntıları
boldur. Bu surenin tanıtma yazısında
belirttiğimiz gibi, bu zorlukları ve bu
sıkıntıları ancak bu kitaba sarılarak sözkonusu
tutumu benimseyenler, ancak bu kitabın içerdiği gerçekleri
haykırmanın getirdiği sıkıntılara göğüs
gerenler; ancak bu kitabın ilk
taşıyıcısı olan Peygamberimizin -salât
ve selâm üzerine olsun- gerek Arap Yarımadası'nda ve
gerekse tüm yeryüzünde egemen olan azgın cahiliye
zihniyetine karşı çıkarken
taşıdığı amaçları paylaşarak
bu kitap aracılığı ile insan
hayatının alt yapısında köklü, yaygın
ve sistematik değişikler yapmayı amaçlayanlar
idrak edebilirler.
Bu durum, sadece o günün Arap Yarımadası'nın
ve çevresindeki tüm yeryüzünün içinde bulunduğu
şartlar için geçerli bir durum değildir. Sebebine
gelince islâm bir defalığına meydana gelmiş
ve geçmişe karışıp gitmiş bir tarih
olayı değildir. İslâm, kıyamete kadar şu
insanlıkla sürekli yüzyüze gelme, sürekli onun karşısına
dikilme olayıdır. İnsanlık ne zaman doğru
yoldan saparak o ilk günkü ortama dönerse, islâm o ilk günkü
gibi, onunla yüzyüze gelir, karşısına dikilir.
İnsanlık zaman zaman gerileyerek cahiliye dönemine
döner. İşte bedbaht ve onur kırıcı
"gericilik" budur. İşte o zaman islâm yeniden
ortaya çıkarak insanlığı bu "gericilik"ten
kurtarmaya ilişkin görevini bir kere daha yerine getirmeye,
insanlığın elinden tutarak onu ilerleme ve
uygarlaşması yoluna iletmeye koyulur. İşte o
zaman bu islâm çağrısının
bayraktarlığını üstlenenler, bu Kitap aracılığı
ile insanları uyarmaya girişenler. İslâmın
ilk dâvetçisi olan Peygamberimizin insanlığı
cahiliye bataklığına doğru gerisin geriye
doğru yuvarlanmaktan ve cahiliyenin azgın
karanlıklarının kucağına düşmekten
tamamen farklı bir doğrultuya yöneltirken çekmiş
olduğu zorlukların aynıları ile
karşılaşırlar. Bu azgın karanlıklar
düşünce karanlıkları, ihtiras
karanlıkları, azgınlık ve haysiyetsizlik
karanlıkları, şahsi arzulara ve
başkalarının ihtiraslarına kul olma, tutsak
olma karanlıklarıdır! İnsanlığı
cahiliye bataklığından çekip çıkarmak üzere
harekete geçenler bu zorluklarla boğuşurken yüce
Allah'ın, Peygamberimize yönelik şu direktifinin gönül
açıcı hazzını içlerinde duyarlar. Tekrarlıyoruz:
"Bu Kur'an, kendisi aracılığı ile
insanları uyarasın ve müminlere öğüt veresin
diye sana indirilen bir kitaptır. O halde bu görevi yaparken
sakın ruhun sıkılmasın."
Bu direktifin hazzını ruhunda duyacak olan çağrı
bayraktarı içinde bulunduğu pratik şartları
iyi değerlendirmenin sonucu olarak kimlerin öğüt
verilerek müminler olduğunu ve kimlerin uyarıya muhtaç
gayri müminler (inanmamışlar) olduklarını iyi
ayırdeder. Böylece bu Kur'an, onun için yaşadığı
günlerde ayet ayet iniyormuş gibi bir canlılık
kazanır, o da içinde yaşadığı toplumsal
pratiğe karşı bu Kur'an
aracılığı ile büyük cihada girişir.
İnsanlık bugün Peygamberimizin günlerinde yaşanan
durumun aynısını yaşıyor; Peygamberimize
inen bu Kitab'ın O'nu insanları uyarmakla, onlara öğüt
vermekle görevlendirdiği, cahiliye pratiğini kökten değiştirmeyi
amaçlarken, önüne çıkan zorluklar
karşısında iç sıkıntısına
kapılmamaya çağrıldığı
şartların tıpkısı hüküm sürüyor.
Zaman döndü-dolaştı ve bu dinin geldiği günkü
konuma geldi. İnsanlık gerek temelde gerek
ayrıntılarda, gerek özde, gerek görüntülerde, gerek
yüzeyde, gerekse derinliklerde tam ve yaygın biçimde
cahiliye dönemine geri döndü.
Her şeyden önce inanca ilişkin düşüncelerinde
geriye döndü. Babaları mümin olanlar, ataları bu dine
samimi biçimde bağlı olanlar bile bu geriye dönüş
kervanına katılmaktan kurtulamadılar. Çünkü
islâm inancı bu müslüman torunlarının
kafalarında ve idraklerinde köklü çarpıklıklara
uğradı.
Bu dinin dünyanın çehresini değiştirerek
yerine yeni bir dünya kurmak için geldi. Bu yeni dünyada yüce
Allah'ın ortaksız otoritesi onaylanarak tüm tağutların,
bütün şeytani güçlerin egemenliği reddedilecekti;
"kulluk" kavramının eri geniş anlamı
ile sırf yüce Allah'a kulluk edilecek, O'nunla birlikte
kullardan birine tapılmayacaktı; yüce Allah
dilediklerini kula kulluk etme aşağılığından
sırf Allah'a kulluk etme düzeyine çıkaracaktı; bu
yeni dünyada yüce Allah'dan başkasına kul olma
tutsaklığından olduğu gibi şahsi arzu ve
ihtiraslarının tutsaklığından da
kurtulmuş, özgür, onurlu ve her tür aşağılıktan
arınmış yeni "insan" doğacaktı.
Bu din "Eşhedü en lâilâhe illellah (Allah'dan başka
ilâh olmadığına şahitlik ederim)"
ilkesini yerleştirmeye geldi. Gerek bu surede ve gerekse
başka birçok surede vurgulandığı üzere,
tarih boyunca gelen bütün peygamberler insanları bu ilkeyi
benimsemeye çağırmışlardır. "Allah'dan
başka ilâh olmadığına şahitlik etmek"
şu demektir. Evrensel düzendeki yüksek egemenlik gibi insan
hayatına ilişkin yüce egemenlik de ulu Allah'a
özgüdür. Başka bir deyimle yüce Allah ön-tasarımı
ve kaderi ile evrene ve kullara, bunun yanısıra sistemi
ve şeriatı ile kulların hayatına egemendir. Müslüman
bu temel ilkeden hareket ederek evreni yaratmada, tasarlamakta ve
yöneltmekte yüce Allah'ın ortağı olduğuna
inanmaz; ibadet amaçlı davranışları sadece yüce
Allah'a sunar; hukuk sistemini, kanunları, değer
yargılarını, kriterleri, inançları ve düşünceleri
sadece ilâhi kaynaktan alır; herhangi bir zorbanın bu
konuların herhangi birinde yüce Allah'ın egemenlik
yetkisine ortak olmaya kalkışmasına göz yummaz.
İşte bu dinin inanç açısından temeli
budur. Acaba günümüzde insanlığın bu temel ilke
karşısındaki konumu nedir?
Bu bakımdan insanlık türlü türlü gruplara ve akımlara
ayrılır ki, bu grupların ve akımların
ortak niteliği cahiliye kökenli olmaktır.
Bu gruplardan ve akımlardan biri ateizmdir, yüce Allah'ın
varlığını kökten inkâr eder böylelerine
"Allah tanımazlar (ateistler)" denir. Bunların
durumu herhangi bir açıklamaya ihtiyaç duyulmayacak
derecede bellidir.
Bu gruplardan ve akımlardan biri putperestliktir. Bu
akım bir ilâhın varlığını kabul
eder, fakat çeşitli ilâhları ve putları O'na
ortak koşar. Bu akımın bağlılarına
Hindistan'da, Afrika kıtasının orta kesiminde ve dünyanın
değişik yerlerinde rastlıyoruz.
Bu gruplardan ve akımlardan biri yahudiler ile
hristiyanların oluşturduğu "ehl-i kitap"
topluluğudur. Bu topluluğun mensupları çok eskiden
yüce Allah'a oğul-evlât yakıştırmak sureti
ile müşrik olmuşlardı. Ayrıca yüce Allah'ı
bir yana bırakarak hahamlarını ve rahiplerini ilâh
edindikleri için de müşrik olmuşlardır. Gerçi
onlar hiçbir zaman hahamları ve rahipleri adına namaz
kılmış, onlar için rukua varmış ve
secdeye kapanmış değillerdi, ama onların
egemenlik iddialarını kabul etmişler, onları
orijinal kanun koyucular olarak tanımışlardı.
Ayrıca bunlar günümüzde yüce Allah'ın
egemenliğinin hayat tarzlarındaki köklerini tamamen kazıyarak
"kapitalizm", "sosyalizm" gibi adlarla
andıkları ideolojileri hayat sistemi olarak benimsiyor
ve "demokrasi", "diktatörlük" gibi adlarla
andıkları insan ürünü rejimleri yürürlüğe
koyuyor, böylece yüce Allah'ın dininden tamamen çıkarak
eski Yunanlılar'ın, Romalılar'ın ve
benzerlerinin tıpkısı olan bir cahiliye
bataklığına saplanıyorlar, onlar gibi kendi
kafalarına göre hayat düzenleri ve rejimler uydurma sapıklığına
düşmüş oluyorlar.
Bu gruplardan biri de kendilerine "müslüman" sıfatını
yakıştıranların oluşturduğu
topluluktur. Bu topluluk adım adım ehl-i kitab'ın,
yani yahudiler ile hristiyanların izinden giderek yüce
Allah'ın dinini bırakıp insanların dinine
kayıyor. "Yüce Allah'ın dini" O'nun sistemi,
şeriatı, hayat için koyduğu düzeni ve kanunudur.
Buna karşılık "kulların dini" de
onların sistemi, hukuku, hayat için koydukları düzenleri
ve yasalarıdır.
Zaman döndü-dolaştı ve bu dinin insanlığa
ilk indiği güne geldi. İnsanlık tümü ile,
bütün grupları ve akımları ile cahiliye dönemine
geri döndü. Bu grupların ve akımların hiçbiri
yüce Allah'ın dinine bağlı değil. Kur'an
insanlığa ilk gün yönelttiği çağrıyı
yeniden yöneltme görevi ile karşı
karşıyadır günümüzde. Onun bugün insanlığa
yönelik amacı indiği ilk günkü amacının
aynısıdır: Bu kitap insanları öncelikle
inanç ve düşünce bakımından, arkasından da
düzen ve pratik yaşantı düzeyinde müslüman yapmak
istiyor. Bu kitaptaki mesajların
bayraktarlığını üstlenenler tıpkı
Peygamberimizin karşılaştığı güçlükler
ile karşı karşıyadırlar. Peygamberimizin,
cahiliye bataklığına batmış
kokuşmuş pislik içinde debelenen, sapıklık
çölünde yolunu şaşırmış,
şeytanın kışkırtmalarına tutsak
olmuş o günkü insanlar karşısında
katlandığı zorlukların aynısına
katlanmak durumundadır. Peygamberimizin o günlerdeki ilk
amacı insanların kalplerinde ve kafalarında
"Eşhedü en lâ ilâhe illellah (Allah'dan başka ilâh
olmadığına tanıklık ederim)"
ilkesine dayanan bir inanç ve düşünce geliştirmekti.
Bunu izleyen amacı yeryüzünde o güne kadar görülenden
farklı bir pratik hayat düzeni oluşturmaktı. Bu düzende
sırf Allah'a kul olunacak O'nunla birlikte bir
başkasına kul olunmayacaktı. Bundan sonraki
amacı insanlığın "yeniden
doğuşu'' nu gerçekleştirmekti. Bu yeni
aşamada insan gerek kula kul olmanın ve gerekse
ihtiraslarına köle olmanın
tutsaklığından kurtulacaktı.
İslâm bir defa gerçekleşmiş, arkasından
geçmişin karanlığına gömülüp gitmiş
bir tarihi olay değildir. O bir zamanlar gerçekleştirdiği
fonksiyonu günümüzde yeniden gerçekleştirilmeye çağırıyor.
İslâm yeni fonksiyonunu, ilk seferinde karşılaştığı
toplumsal şartlàrın, rejimlerin, düzenlerin, düşüncelerin,
inançların, değer yargılarının,
ölçülerin ve geleneklerin aynilerinden oluşmuş bir
ortamda gerçekleştirmek durumundadır.
"Cahiliye" bir pratik gerçektir, bir olgudur. Yoksa
kronolojik bir tarih dönemi değildir. Günümüzde cahiliye
zihniyeti yeryüzünün her tarafında cirit atıyor; bütün
egemen inançlar, doktrinler, düzenler ve rejimler prensip olarak
"kulun kula kulluğu" ilkesine dayanıyor. Hepsi
yüce Allah'ın kullar üzerindeki mutlak egemenliğini
reddediyor. Tümü "insan arzusu"nun şu ya da bu biçimde
egemen ilâh olmasını öngörüyor, "yüce Allah'ın
şeriatı"nın uygulanan kanun sistemi
olmasına hep birlikte karşı çıkıyorlar.
Gerçi biçimleri, görüntüleri, sloganları,
yaftaları, isimleri, nitelikleri, grupları,
akımları ve doktrinleri birbirinden farklı oluyor,
ama hepsi de cahiliye zihniyetini karakterize eden, bu zihniyetin
özünü belirleyen sözkonusu ortak ilkeyi hareket noktası
olarak benimsiyorlar.
Bu ölçünün ışığında açıkça
görülüyor ki, günümüzde yeryüzünün her tarafını
cahiliye düzeni kaplamıştır,
insanlığın hayatına cahiliye düzeni egemendir
ve islâm günümüzde "varolmak"tan, mutlak anlamda
varolmaktan soyutlanmıştır; buna göre insanları
islâma çağırma görevini üstlenenler vaktiyle
Peygamberimizin taşıdığı hedeflerin
aynilerini taşıyorlar, O'nun
karşılaşmış olduğu zorlukların
tıpkısı ile karşı
karşıyadırlar, bu yüzden onlar bu ayette dile
gelen ilâhi direktifle teselli bulmaya çağrılıyorlar.
Tekrarlıyoruz:
"Bu Kur'an, kendisi ile insanları uyarasın ve müminlere
öğüt veresin diye sana indirilen bir kitaptır. O halde
bu görevi yaparken sakın ruhun
sıkılmasın."
Bu gerçeği vurgulamak ve belirginleştirmek üzere
hakkındaki açıklamamızı biraz daha sürdürmek
istiyoruz:
Günümüzün bütün toplumları cahiliye
toplumlarıdırlar. Bundan dolayı bu toplumlar
"geri kalmış" ya da "gerici"
toplumlardır. Çünkü bu toplumlar islâmın ellerinden
tutup kendilerini bataklığından çıkarmış
olduğu "cahiliye dönemi"ne "geri dönmüşlerdir."
İslâm, günümüzde bu toplumları cahiliyeye dönük
geri kalmışlıktan ve gericilikten kurtararak ilâhi
değer yargıları ve ölçüleri sayesinde onları
"ilerleme" ve "uygarlaşma" yoluna
iletmeye çağırıyor, böylesine önemli bir
görevle karşı karşıyadır.
İnsanlığın beşeri arzuların
kulluğundan, kula kulluktan tam anlamı ile
kurtulabilmesi için toplumda yüce egemenliğin sırf yüce
Allah'ın tekelinde olması, bu egemenliğin ilâhi
şeriatın üstünlüğünde somutlaşmış
olması gerekir. Yüce Allah'ın ölçüsüne göre
"müslüman" ve "uygar" olmanın tek yolu,
tek biçimi budur. Çünkü yüce Allah'ın insanlar için
istediği uygarlık toplumdaki her ferdin özgür ve
onurlu olması temel ilkesine dayanır. Oysa kula kulluk
sistemi yürürlükteyken, onurluluğun ve özgürlüğün
varolması sözkonusu olamaz; bazıları yüce
egemenlik yetkisini kullanan kanun koyucu ilâhlardan ve ezici çoğunluğu
bu sahte ilâhların keyfi arzularına boyun eğen
"kullar"dan oluşmuş bir toplumun fertleri asla
özgür ve onurlu olamazlar. Öte yandan "yasama" işlevi
sadece kanuni hükümler koyma işlevi ile
sınırlı değildir. Toplumdaki değer
yargıları, ölçüler, ahlâk kuralları ve
gelenekler de bu işlevin kapsamına girerler.
Bunların hepsi fertlerin farkında olarak ya da olmayarak
baskılarına boyun eğdikleri birer "kanun
koyma", birer "yasama" ürünüdürler. Bu
nitelikteki toplum "gerici" ve "geri kalmış"
bir toplumdur; ya da islâm terminolojisinde "cahili ve müşrik"
bir toplumdur.
Herhangi bir toplumun birleştirici, ortak bağı
inanç, düşünce ve hayat sistemi olur da bu değerler
herhangi bir ferdin keyfi arzusu, herhangi bir kulun iradesi
yerine yüce Allah'dan kaynaklanırsa, böyle bir toplum
"uygar" ve "ileri" bir toplum ya da islâmi
terimi ile "ilâhi değerlere bağlı bir müslüman"
toplum olur. Çünkü bu durumda toplumun birliği en yüce
"insani" hasletlerde -manevi ve fikri hasletlerde-
somutlaşmış olur. Buna karşılık
eğer bir toplumun birleştirici, ortak
bağını milliyet, renk, ırk ve yurt
birliği gibi değerler oluşturursa o toplum
"gerici" ve "geri kalmış" islâm
terminolojisinde "cahili ve müşrik" bir toplum
olur. Çünkü milliyet, deri rengi, ırk, yurt birliği
gibi ortak bağlar "insan"a ait yüce değerler
değildirler. İnsan milliyetten, deri renginden,
ırkından ve yurdundan soyutlandığı
takdirde yine "insan" olarak kalır, fakat manevi
değerlerinden ve düşünceden soyutlandığı
takdirde "insan" olma niteliğini sürdüremez.
Bunun yanısıra bir de şu var: İnsan, yüce
Allah'ın kendisine sunduğu en yüce bağış
olan özgür iradesi ile inancını, düşüncesini ve
hayat tarzını değiştirebilir; kavrama, anlama,
ikna olma ve yönelme yolu ile sapık olan inanç, düşünce
ve hayat tarzını bırakarak doğru inanca, düşünceye
ve hayat tarzına geçiş yapabilir. Fakat milliyetini,
derisinin rengini ve ırkını değiştiremez;
falanca milliyeti ve deri rengini taşıyarak
doğmayı önceden belirleyemez; falanca ırktan ve
şu yurdun yurttaşı olarak doğmayı
önceden plânlaması mümkün değildir. Buna göre
bireyleri özgür iradeye bağlı değerler
etrafında biraraya gelen bir toplum, hiç kuşkusuz
fertlerinin iradesi dışında kalan, bireylerinin
tercihlerine imkân tanımayan değerler etrafında
biraraya gelmiş bir toplumdan daha ileri, daha ideal ve daha
sağlam yapılı bir toplumdur.
Eğer bir toplumda insanın "insan" olma yönü
en yüce değer olarak ön plâna çıkarsa, insanı
insan yapan hasletler itibar ve ilgi odağı olursa o
toplum "ileri" ve "uygar" bir toplum, islâmi
terimi ile "ilâhi değerlere bağlı" ve
"müslüman'' bir toplum olur. Buna karşılık
eğer bir toplumda en yüce değer -hangi biçimi ve tanımı
ile olursa olsun- "madde" olursa o toplum
"gerici", "geri kalmış", islâmi
terimi ile "cahili" ve "müşrik" bir
toplum olur. Maddenin en yüce değer sayılması
ister Marksizm'de olduğu gibi "teorik" anlamda
olsun, isterse "maddi üretim"i tapınma derecesinde
yücelten, bu uğurda başta ahlâkî değerler olmak
üzere bütün insani hasletleri ve değerleri harcamayı
hiç çekinmeden göze alan Amerika, Avrupa ve benzeri toplumlarda
görüldüğü gibi "maddi üretim tutkusu" anlamında
algılansın, farketmez; her iki anlayış da
aynı oranda insani değerlere düşman
sayılır.
İlâhi değerlere bağlı, müslüman toplum,
maddeyi ne "teorik" plânda ve ne de "maddi
üretim" düzeyinde küçümsemez. Çünkü teorik plânda
içinde yaşadığımız evrenin
yapısı "maddeden yararlanma" anlamında da
küçümsemez. Çünkü "maddi üretim"i geliştirmek,
yeryüzünde yüce Allah'a verilen söze ve O'nun koyduğu
şartlara bağlı halifelik görevinin dayanaklarından
biridir, maddi üretimin temiz türlerinden yararlanmak helâldir,
bu surenin ayetlerini incelerken göreceğimiz gibi, madde
uğruna insani hasletleri, insani ilkeleri harcamaya
yanaşmaz.
Eğer bir toplumda "insani" değerler ve
"insani" ahlâk yüce Allah'ın ölçüsünde olduğu
gibi en yüce değerler olarak tutulduğu takdirde böyle
bir toplum uygar ve ileri toplum ya da islâm terminolojisinde
ilâhi değerlere bağlı, müslüman toplum olur.
İnsani değer ile insani ahlâk ne belirsiz ve cıvık
ve ne de istikrarlı bir yapısı olmayan
değişken değerler değildir. Oysa toplumda
kriter anarşisi meydana getirmek isteyenler,
başvurulabilecek hiçbir sabit ölçme ve değer koyma
kriteri bırakmamayı amaçlayanlar bu değerlerin
oynak ve istikrarsız olduklarını ileri sürerler.
Bu değer yargıları ile ahlâk kuralları
insanda onu insan yapan hasletleri geliştirirler, bu
hasletler sayesinde ise, insan kendine özgü ve hayvanınkinden
üstün bir konuma yükselir, onu insan yapan yönü baskınlık
kazanır. Bu değer yargıları ve ahlâk kuralları
insanda onun hayvanla ortak olduğu yönleri geliştirmiyor.
Mesele bu şekilde ortaya konunca kesin ve sabit bir ara-ket,
ayırıcı bir sınırlama çizgisi ortaya çıkar.
Bu sınır çïzgisi "tekâmül" teorisi
taraftarlarının işi sürekli cıvıklaştırma
girişimlerine set çeker.
Durum böyle olunca ortada ayrı bir tarım toplumu ahlâkı
ayrı bir endüstri toplumu ahlâkı, farklı bir
kapitalist ahlâk, farklı bir sosyalist ahlâk olamaz.
Toplumun ürünü olan, toplumsal yaşama düzeyinin bağımlı
değişkeni olarak ortaya çıkan bir ahlâktan
sözedilemez. Saydığımız toplumsal faktörler
değer yargılarının ve ahlâk kurallarının
üretilmesi ve topluma benimsetilmesi işleminde kesin
belirleyici rolü olan bağımsız
değişkenler kabul edilemezler. Yalnız uygar bir
toplumda müslümanların üzerlerinde uzlaştıkları
"insani değerler ve ahlâk kuralları" ile geri
kalmış bir toplumda üzerlerinde uzlaşılan
-deyim yerinde ise"hayvani değer yargıları ve
ahlâk kurallarından, eğer meseleyi islâmi terimler ile
ifade edersek "Allah'a bağlı, islâmi değerler
ve ahlâk kuralları" ile "cahili ve gerici
değerler ve ahlâk kuralları"ndan sözedilebilir.
Hayvani ahlâkın, hayvani değerlerin, hayvani içgüdülerin
güdümü altında yaşayan toplumlar sanayide, ekonomide
ve bilimde istedikleri kadar ilerlemiş olsunlar, uygar
toplumlar olamazlar. Bu kriter, insanın kendisinde meydana
gelecek gelişmeyi ölçmede asla yanılgıya düşmez.
Günümüzün cahiliye toplumlarında ahlâk kavramı
insanı hayvandan ayıracak bütün değerleri
dışarda bırakacak derecededir ve güdüktür.
Nitekim bu toplumlarda gayrı meşru cinsel
ilişkiler, hatta sapık cinsel ilişkiler ahlâksızlık
sayılmıyor. Bu toplumlarda ahlâk kavramı sadece
kişiler arası., ekonomik ve siyasî -doğallıkla
devlet menfaatinin elverdiği oranda- ilişkileri
kapsamına alabiliyor. Bu cahiliye toplumlarının
yazarları, gazetecileri, sanatçıları, bütün eğitim
ve tanıtma organları genç kızlara, evli
kadınlara, delikanlılara, genç erkeklere açıkça
"başıboş cinsel ilişkiler ahlâksızlık
değildir" diyorlar.
Bu tür toplumlar "insani" bakış açısından
ve insani gelişim çizgisinin belirlediği ölçüye
göre uygar olmayan toplumlardır. Bu toplumlar aynı
zamanda islâm dışıdırlar da. Çünkü
islâmlaşma çizgisi, insanın şehevi arzuların
tutsaklığından kurtulma çizgisi, insanı insan
yapan özellikleri geliştirme çizgisi, bu özellikleri
hayvani içgüdülere baskın çıkarma çabasının
çizgisidir.
Günümüzün cahiliye toplumlarını tanıtmak için,
onların inançtan ahlâkdan ve düşünceden yaşama
tarzına kadar her alanda ne denli cahiliye
bataklığına gömülmüş oldukları
hakkında bundan daha fazlasını söylemek bu tefsir
kitabının çerçevesini aşar. Sanıyorum ki, bu
kısa değinmeler günümüz cahiliye toplumlarını
ana hatları ile gözler önüne sermeye yeterlidir. Bu kısa
açıklamamız aynı zamanda islâm çağrısının
günümüzdeki amacını, bu çağrının
bayraktarlığını üstlenenlerin neler yapmak
istediklerini de belirler. Bu amaç insanlığı inanç,
ahlâk ve sosyal düzen plânında islâma yeniden girmeye çağırmaktır.
Bu Peygamberimizin vaktiyle ortaya koyduğu girişimin
aynısıdır. Bulunduğumuz nokta, islâm çağrısının
ilk hareket noktasının tıpkısıdır.
Şu anda Peygamberimizin, kendisine Kur'an indiği ve yüce
Allah'ın şu kitabı ile karşı
karşıya geldiği pozisyonun aynısı ile yüzyüzeyiz.
Tekrarlayalım:
"Bu Kur'an, kendisi ile insanları uyarasın ve müminlere
öğüt veresin diye sana indirilen bir kitaptır. O halde
bu görevi yaparken, sakın ruhun
sıkılmasın."