61- Eğer müşriklere "Gökleri ve yeri yaratan,
güneşi ve ayı insanların yararına sunan
kimdir?" diye sorarsan kesinlikle "Allah'tır"derler.
Öyleyse nasıl gerçekten saptırdıyorlar?
62- Allah, dilediği kulunun rızkını bol
verir, dilediği kulunun rızkını da kısar.
Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir.
63- Eğer müşriklere "Gökten yere su indirerek
onun aracılığı ile ölmüş
toprağı canlandıran kimdir?" diye sorarsan
kesinlikle "Allah'dır" derler. De ki, "Hamd
olsun Allah'a"Aslında onların çoğu düşünme
yeteneğinden yoksun kimselerdir.
Bu ayetler o zamanki Arapların bağlı
bulundukları inanç sisteminin bir tablosunu çiziyor. Bu da
gösteriyor ki, Araplar'ın inanç sistemlerinin temeli
tevhidi, yani Allah'ın ilahlıkta ve Rabb'lıkta
birliği ilkesiydi. Sapmalar daha sonra baş göstermişti.
Bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü Araplar
Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'in soyundan geldikleri
gibi İbrahim'in dinine bağlı olduklarına da
inanıyorlardı. Bu noktadan harekétle bağlı
bulundukları inanç sistemini üstün görüyorlardı.
Yine Hz. İbrahim'in dinine bağlı olmakla övünerek
yarımadada kendileri ile birlikte yaşayan Yahudi ve
Hristiyanların inançlarını küçümsüyorlardı.
Tabii kendi inançlarındaki çelişki ve sapmaları görmüyorlardı.
Gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı
insanların yararına sunanın, gökten su indirip
bu su aracılığı ile ölü toprağı
canlandıranın kim olduğu sorulduğunda bütün
bunları yapanın yüce Allah olduğunu söylüyorlardı.
Buna rağmen onlar kendi elleriyle yonttukları putlara ya
da cinlere yahut meleklere kulluk sunuyorlardı. Bu
saydıklarımızı yaratma işleminde Allah'a
ortak koşmamakla beraber kulluk sunarken bunları O'na
ortak koşuyorlardı. Bu ise, tuhaf bir çelişkiydi.
Yüce Allah bu çelişkinin tuhaflığını bu
ayetlerde dile getiriyor. "Öyleyse nasıl gerçekten
saptırılıyorlar" Yani nasıl oluyor da
gerçek inançtan saptırılıp böylesine karmaşık,
tuhaf bir inanca bağlanıyorlar? "Aslında
onların çoğu düşünme yeteneğinden
yoksun kimselerdir." Çünkü böylesine karmaşık,
böylesine çelişkili bir inancı kabul eden birinin
aklı çalışmıyor, düşünme yeteneğinden
yoksun demektir.
Gökleri ve yeri yaratanın, Güneş'i ve Ay'ı
insanların yararına sunanın kim olduğuna
ilişkin soru ile gökten su indirip bu su aracılığı
ile ölü toprağı canlandıranın kim
olduğuna ilişkin olarak yöneltilen soru arasında yüce
Allah'ın kullarından dilediğinin
rızkını bollaştırdığı,
dilediğinin de daralttığı vurgulanıyor. Böylece
rızıkla ilgili ilahi yasa ile göklerin ve yerin yaratılışı
ve diğer ilahi güç ve yaratmanın etkin olaylar
arasında bağlantı kuruluyor. Bu da Allah'ın büyük
küçük her şeyi kapsayan bilgisine
dayandırılıyor: "Hiç kuşkusuz Allah
her şeyi bilir."
Rızıkla gök cisimlerinin dönmesi arasındaki
bağlantı; hayatla su ile ekin ve bitkilerle ilgisi açıktır.
Rızkın bollaşıp daralması da yüce Allah'ın
elindedir. Bu da yukarıdaki ayetlerde sözü edilen
gerçekler, evrensel gizli olaylara uygun olarak gerçekleşir.
Çünkü gökten inen su, akarsular, yeşeren bitkiler,
üreyen hayvanlar, yer altı madenleri ve cevherler, kara ve
deniz avcılığı gibi genel rızık
kaynakları bütünüyle gökleri ve yeri yönlendiren
evrensel yasalar sistemine, güneşin ve ayın
insanların yararına sunulmuş olmasına
bağlıdırlar. Bu bağlılık açık
ve dolaysızdır. Bu evrensel yasalar sisteminde en ufak
bir değişiklik meydana gelecek olursa, bu
değişikliğin etkileri tüm yeryüzündeki hayata ve
yer altındaki doğal zenginlik kaynaklarına
anında ve aynı oranda yansır. Hatta yer
altındaki bu kaynakların oluşumu, bir yerde
toplanması, bir yerden diğerine aktarımı yeryüzünün
yapısından kaynaklanan sebeplere ve yerin güneş ve
ayın hareketlerinden etkilenmesine bağlantılı
olarak gerçekleşir.(Daha geniş bilgi için
Furkan suresinin 2. ayetinin tefsirine bakınız)
Kur'an-ı Kerim, kendi gerçekliğinin kanıtı
ve delili olarak dikkatleri koskoca evrene ve onun görkemli
sahnelerine çeker. Kendi içerdiği gerçeği düşünmenin,
gözlemlemenin sergi alanı olarak evreni gösterir.
İnsan kalbinin bu evren karşısında durup
etraflıca düşünmesini, evrendeki dehşet verici
gelişmeler karşısında uyanık
bulunmasını, yaratıcı eli ve sonsuz gücünü
hissetmesini, O'nun koyduğu olağanüstü ahenge sahip
yasalar sistemini kavramasını sağlar. Bunun için
düzgün ve basit bir bakış yeterlidir. Zor ve yorucu
bilimsel araştırmaya da gerek yoktur. Sadece uyanık
bir duyguya, basîretli bir kalbe ihtiyaç vardır.
Kur'anı Kerim evren içinde Allah'ın ayetlerinden birini
somut olarak belirginleştirdiği zaman insanı bu
sahne karşısında durdurur. Allah'ı överek
tesbih etmesini sağlar. Sonuçta bütün kalpleri Allah'a bağlar:
De ki; "Hamd olsun Allah'a aslında onların çoğu
düşünme yeteneğinden yoksun kimselerdir."
Dünya hayatından, dünyadaki rızıkların
bollaşıp daralmasından söz edilmişken
Kur'an-ı Kerim insanın özüne bütün değer
yargıları için son derece duyarlı bir ölçü
koyuyor. Birden bütün nimetleriyle rızıklarıyla dünya
hayatı, ahiret yurdundaki hayatla
karşılaştırıldığında bir
oyun ve eğlence olarak beliriyor!