45- Ey Muhammed! Sana vahiy yolu ile indirilen Kitab'ı oku
ve namazı kıl. Hiç kuşkusuz namaz, insanı
iğrenç işlerden, kötülüklerden alı-kor,
Allah'ı anmak en büyük ibadettir. Allah ne yaptığınızı
bilir.
Sonra vahiy yolu ile indirilen Kitab'ı oku. Çünkü
insanları davet etmek için kullandığın araç,
bu Kitap'tır. O'na eşlik eden ilahi ayettir, göklerin
ve yerin yaratılışının dayanağı
olan büyük gerçekle bağlantılı bulunan hak
ilkesidir.
Bir de namazı kıl. Çünkü namaz -gerçekten kılındığı
zaman- insanı iğrenç işlerden, kötülüklerden
alı kor. Çünkü namaz Allah'a bağlanma durumudur. Bu yüzden
kişi namazla birlikte büyük günah işlemekten, kötülüklere
bulaşmaktan utanır, bu şekilde Allah'ın
karşısına çıkmaktan sıkılır.
Namaz arınmadır, kötülüklerden soyutlanmadır. Kötülüklerin
kiri, iğrenç davranışların
ağırlığı namazla uyuşmazlar: "Namaz
kılan, buna rağmen namazı kendisini iğrenç işler-den
ve kötülüklerden alıkoymayan birisinin
kıldığı namaz, kendisini Allah'dan
uzaklaştırmaktan başka işe
yaramamıştır. (İbn-i Cerir rivayet
etmiş ve "Bize Ali anlattı, ona da İsmail b.
Meslem Hasan'dan aktararak anlattı. Hasan'da ona
Resulullah şöyle buyurdu demiştir" der.) Böyle
birisi namazı olduğu gibi
kılmamıştır. Sadece namazın
gerektirdiği davranışları yerine
getirmiştir. Namazı gerçek anlamda kılmak ile,
namazın gerektirdiği hareketleri yapmak arasında büyük
fark vardır. Namaz gerçek anlamda kılındığı
zaman Allah'ı anmaktır. "Allah'ı anmak en büyük
ibadettir." Kesin olarak büyüktür, her türlü
heyecandan, her türlü özlemden büyüktür. Bütün
ibadetlerden ve içten yakarışlardan daha büyüktür.
"Allah ne yaptığınızı bilir."
Hiçbir şey, hiçbir durum O'na gizli kapaklı kalmaz.
Siz O'na döneceksiniz. Yaptıklarınıza göre
hakettiğiniz cezayı verecektir.
20. CÜZ SONU - 21. CÜZ BAŞLANGICI
Burası Ankebut suresinin son bölümüdür. Surenin iki
bölümü ise, daha önce yirminci cüzde ele alınmıştı.
Surenin ekseni, -daha önce değindiğimiz gibi- dilleri
ile mü'min olduklarını söyleyenlerin imtihandan,
denemeden geçirilmelerine ilişkin açıklamalardır.
Bu imtihan ve denemelerle güdülen amaç, kalplere bulaşmış
kötülüklerin giderilmesi, imtihan ve deneme esnasında gösterilen
sabrı ölçü alarak iman konusunda doğru söyleyenlerle
münafıkların birbirinden ayrılmasıdır.
Bunun yanı sıra iman davasına ve mü'minlere karşı
koyan, çeşitli baskı ve işkence yöntemlerini
kullanarak onları davalarından vazgeçirmeye, doğru
yoldan çıkarmaya çalışan yeryüzü menşeli güçlerin
önemsizliğinin belirtilmesi de surenin genelinde ön plana
çıkan gerçeklerden biridir. Bu arada yüce Allah'ın kötülük
taraftarlarını suçüstü yakaladığı,
denemelere karşı sabreden, imtihanların
uzamasına karşı direnç gösteren mü'minlere yardım
ettiği de vurgulanıyor. Bu, Hz. Nuh'dan -selâm üzerine
olsun- bu yana gelmiş-geçmiş tüm davet hareketleri
için geçerli olan Allah'ın koyduğu bir yasadır.
Bu yasa kesinlikle değişmez ve bu yasa evrenin
yapısına karışmış, aynı
şekilde özelliği bakımından hiçbir değişikliğe
uğramayan davet hareketi tarafından temsil edilen büyük
gerçekle, hak ilkesi ile doğrudan ilişkilidir.
Geçen cüzün sonunda yer alan surenin ikinci bölümü,
kendisine inanan mü'minlerle birlikte vahiy yoluyla kendisine
indirilen Kitab'ı okumasına, Allah'ı anmak
amacı ile namazı kılmasına, kulların her
yaptığını bilen Allah'ı gözetmesine ilişkin
Peygamber efendimize yönelik bir çağrıyla son
bulmuştu.
Bu son bölümde ise tekrar Kur'an-ı Kerim'den ve daha
önce indirilen kitaplarla aralarındaki ilgiden söz ediliyor.
Bu arada müslümanlara kendilerine gönderilen kitapları
değiştirip şirke sapan zalimler hariç, Yahudi ve Hıristiyanlarla
tartışırken alabildiğince gönül alıcı
ve etkili bir dil kullanmaları emrediliyor. Çünkü
şirk en büyük zulümdür. Ayrıca müslümanların
tarih boyunca gelmiş-geçmiş tüm davet hareketlerine
inandıklarını, Allah tarafından gönderilen
bütün kitapları kabul ettiklerini açıkça duyurmaları
isteniyor. Çünkü daha önce gönderilen kitaplar da Allah katından
gelmiş ve şu anda ellerinde bulunan Kitab'ı
doğrulayan hak içeriklidirler.
Daha sonra müşriklerin yüce Allah'ın kendilerine gönderdiği
peygambere indirilen Kitab'ı inkâr ettikleri, bu büyük
iyiliği gereği gibi değerlendirmedikleri, kendi içlerinden
bir peygambere indirilen bu Kitap'la somutlaşan ilahi lütfa
gereken olumlu karşılığı veremedikleri
bir sırada Ehl-i Kitab'a mensup bazı kimselerin bu son
Kitab'a inandıklarından söz ediliyor. Oysa bu Kitap'la
kendilerine hitap eden, Allah'ın sözlerini aktaran bu
peygamber daha önce ne bir kitap okumuş ne de
yazmıştı. Bu Kitab ı onun
yazdığına, kendi emeğinin ürünü olduğuna
ilişkin en ufak bir kuşku yoktu ortada.
Öte yandan müşrikler, Allah'ın azabının
çabucak kendilerine ilişmesini istemekten
sakındırılıyorlar. Bu azabın
ansızın gelebileceği belirtilerek tehdit
ediliyorlar. Bu arada Allah'ın azabının
aslında ne kadar yakınlarında olduğu, cehennem
ateşinin nasıl kendilerini kuşattığı
ve ilahi azabın başlarından aşağı ve
ayaklarının altından kendilerini
sardığı günkü durumları tasvir ediliyor.
Sonra Mekke'de davalarından vazgeçmeleri için baskı
gören, çeşitli işkencelerden geçirilen mü'minlere
dönülüyor. Sadece Allah'a kulluk sunabilmeleri için dinleri uğruna
Allah'a hicret etmeye teşvik ediliyorlar. Mü'minlere hitap
edilirken öyle enteresan bir üslup kullanılıyor ki,
vicdanlarını kemiren her türlü olumsuz düşünce,
onları bulundukları yere bağlayan her türlü engel
bir çırpıda gideriliyor. Bir iki psikolojik uyarı
amaçlı fiske ile kalpleri Rahman'ın parmakları
arasında şekilden şekile sokuluyor. Kalplerde bu
kadar kısa sürede meydana gelen olağanüstü değişiklik
de gösteriyor ki, bu Kur'an'ı indiren Allah bu kalplerin
yaratıcısıdır. Çünkü bu kalplerin gizli
giriş ve çıkış noktalarını, ancak
onları yaratan bilebilir. Sırf latif ve her şeyden
haberdar olan yüce Allah bu kalplere bu şekilde dokunabilir.
Ardından surenin akışı, buradan müşriklerin
tutumlarındaki çarpıklığın
şaşırtıcılığını gözler
önüne seren bir konuya geçiyor. Müşriklerin
karmaşık ve çelişkili bir düşünceye sahip
olduklarını somut olarak vurguluyor. Müşrikler, yüce
Allah'ın gökleri ve yeri yarattığını, güneşi
ve ayı buyruğu altına alıp iradesi
doğrultusunda yönlendirdiğini, gökten yağmur
yağdırdığını, bu yağmur
aracılığı ile ölü toprağı
dirilttiğini kabul ediyorlar. Gemiye bindikleri zaman dini bütünüyle
Allah'a özgü kılarak sadece O'na yalvarıyorlardı.
Sonra aynı müşrikler, birtakım düzmece ilahı
Allah'a ortak koşuyor, O'nun indirdiği Kitab'ı inkâr
ediyorlardı. Allah'ın Peygamberine eziyet ediyor, O'na
inananları dinlerinden vazgeçirmek için işkenceden geçiriyorlardı.
Öte yandan müşriklere Allah'ın kendilerine yönelik
nimeti hatırlatılıyor. Çevrelerindeki insanlar
korku ve endişe içinde yaşarlarken, onların güvenceli
ve dokunulmaz Mekke'de yaşamalarının
Allah'ın kendilerine yönelik bir lütfu olduğu
vurgulanıyor. Ama onlar Allah`a iftira ediyorlar, uydurma
tanrıları O'na ortak koşuyorlar. Bu
tutumlarından dolayı cehenneme atılacakları,
buranın kâfirlerin barınağı olduğu
belirtiliyor.
Sure, Allah yolunda cihad eden, bütün ibadet şekillerini
sadece O'na özgü kılmak isteyen, engelleri,
imtihanları olun uzunluğunu ve engelleyicilerin çokluğunu
birer birer aşan kimselerin; doğru yola iletileceklerine
ilişkin Allah'dan gelen vurgulu ve pekiştirilmiş
bir vaad ile noktalanıyor.