12- Kâfirler, mü'minlere "Bizim yolumuzu izleyin de
günahlarınızı biz yüklenelim derler. Oysa onların,
mü'minlerin omuzlarındaki hiçbir günahı yüklenmeleri
söz konusu değildir. Onlar kesinlikle yalan söylüyorlar.
13- Kafirler, hem kendi günah yüklerini ve hem de bu
yüklerin yanında başka birçok günah yüklerini taşıyacaklar
ve kıyamet günü düzmece iddiaları konusunda
kesinlikle sorguya çekileceklerdir.
Kâfirler, aşiretlerin ortak diyetleri ve ortak
sorumlulukları birlikte üstlenmelerine ilişkin kabile
anlayışından hareketle böyle bir söz
söylüyorlardı. Bu, yüzden başkalarının
işlediği Allah'a ortak koşma suçunu
yüklenebileceklerini böylece onları azaba uğratmaktan
kurtarabileceklerini sanıyorlardı. Bu çarpık
anlayıştan hareketle dünyada yapılanların
ahirette karşılık göreceğine ilişkin
olarak anlatılanları da alaya alıyorlardı.
"Bizim yolumuzu izleyin de günahlarınızı
biz yüklenelim."
Bu yüzden onlara bu düşüncelerini kesinlikle reddeden
net bir cevap veriliyor. Her insanın tek başına
Rabb'ine döndürüleceği, yaptıklarından
dolayı yalnız başına sorguya çekileceği
ve hiç kimsenin onun herhangi bir suçunu üstlenemeyeceği
vurgulanıyor:
"Onların mü'minlerin omuzlarındaki hiçbir
günahı yüklenmeleri söz konusu değildir."
Bu sözlerindeki yalan ve asılsız iddia yüzlerine
vuruluyor:
"Onlar kesinlikle yalan söylüyorlar."
Sapıklıklarının, müşrikliklerinin ve
düzmece iddialarının, bir de başkalarını
sapıklığın sorumluluğundan
kurtarmaları bir yana, üstelik onları
saptırmanın günahını da omuzlarına
bindiriyor:
"Kâfirler, hem kendi günah yüklerini ve hem de hu
yüklerin yanında başka birçok günah yüklerini taşıyacaklar
ve kıyamet günü düzmece iddiaları konusunda
kesinlikle sorguya çekilecekler."
Bu sınav kapısı da böylece kapatılıyor.
Böylece insanlar yüce Allah'ın onları gruplar halinde
hesaba çekmeyeceğini, teker teker
sorgulayacağını ve herkesin kendi
yaptıklarından sorumlu olduğunu öğreniyorlar.
Surenin birinci bölümü, iman sözünü seçenlerin
denenmelerine, doğru söyleyenlerle, yalancılar belli
olana kadar sınanmalarına ilişkin yüce Allah'ın
yasasından söz edilerek noktalanmıştı. Orada
işkencelere uğratılmak suretiyle denemeye tabi
tutulmaya, akrabalık yönünden sınanmaya, kâfirler
tarafından kötülüğe teşvik etmek, baştan çıkarmak
yoluyla sınanmaya işaret edilmişti.
Bu bölümde ise, Hz. Nuh'tan -selâm üzerine olsun- bu yana
insanlığın uzun tarihi boyunca iman
davasının geçirildiği imtihanlardan çeşitli
örnekler sunuluyor. Bu imtihanlar insanlığın
doğuşundan itibaren Allah davasının
taşıyıcıları peygamberlerin -selâm
üzerlerine olsun- karşı karşıya
kaldıkları olaylarda, çektikleri eziyetlerde, uğradıkları
işkencelerde somutlaştırılarak gözler önüne
seriliyor. Bu olaylar bazen Hz. İbrahim ve Lût -selâm
üzerlerine olsun- kıssalarında olduğu gibi
kısmen ayrıntılı bazen de öz olarak anlatılıyor.
Bu kıssalarda çeşitli imtihan şekilleri, davet
yoluna dikilen çeşitli engeller ve zorluklar somut örnekler
halinde canlandırılıyor.
Örneğin, Hz. Nuh -selâm üzerine olsun- kıssasında
sarf edilen çabanın, harcanan emeğin büyüklüğü,
buna karşılık elde edilen sonucun
azlığı ön plana çıkıyor. Çünkü Hz.
Nuh soydaşlarının arasında 950 (dokuzyüzelli)
yıl kalıyor, bu süre içinde onları yüce
Allah'ın dinine çağırıyor, buna rağmen
çok azı inanıyor:
"Sonunda zalimliklerini inatla sürdürürlerken Tufan'a
yakalandılar."
Hz. İbrahim'in -selâm üzerine olsun- kıssasında
ise, işlenen suçlara verilen cezanın korkunçluğu
ve sapıklığın azgınlaşması ön
plana çıkıyor. Hz. İbrahim elinden geldiği
kadar onların doğru yolu bulmalarını
sağlamaya çalışmıştı. Somut
kanıtlar ileri sürerek, mantıksal açıdan ikna
etmeye çalışarak onlarla
tartışmıştı.
"Soydaşlarının İbrahim'e verdiği
cevap sadece; `Bu adamı öldürünüz, ya da yakınız'
biçiminde oldu."
Lût peygamberin -selâm üzerine olsun- kıssasında
ise, rezaletin şımarıklığın,
pervasızlığın, utanmadan sıkılmadan
açıkça işleniyor olması,
insanlığın sapıklıkta ve anormal
ilişkilerde en aşağılık düzeylere
yuvarlanması, bununla beraber uyarıcıya küstahça
karşı koymaları ön plana çıkıyor.
"Soydaşlarının tek cevabı `Eğer
doğru söylüyorsan, Allah'ın azabını
başımıza getir bakalım' demeleri oldu."
Hz. Şuayb ile -selâm üzerine olsun- Medyenliler kıssasında
ise, bozgunculuk, hak ve adaleti çiğneme, Allah'ın
ayetlerini yalanlama tavırları ön plana çıkıyor:
"Bunun üzerine ani bir yer sarsıntısına
tutuldular da oldukları yerde yığılıp
kalıverdiler." Bu arada Ad ve
Semudoğulları'nın maddi güçle övünüp
kendilerini üstün görmelerine, nimetle
şımarmalarına değiniliyor.
Aynı şekilde, mal varlığının
insanı azgınlaştırmasına,
tağutların ellerindeki egemenliğin baskı ve
sindirme aracı olarak kullanılmasına, münafıklığın
azıtmasına örnek olarak Karun, Firavun ve onun veziri
Haman'a işaret ediliyor.
Bu kıssalar üzerine bir değerlendirme olsun diye,
üstünlük taslamalarına herkese tepeden bakmalarına
rağmen, Allah davasının yolunda pusu kuran
sapık güçlerin basitliğini, güçsüzlüğünü
ortaya koyan bir örnek sunuluyor.
"Allah dışında başka dostlar,
başka dayanaklar edinenlerin durumu, ağdan örülmüş
bir yuva edinen örümceğin durumuna benzer. Hiç kuşkusuz
en dayanıksız ev örümcek yuvasıdır. Onlar
keşke bunun bilincine erselerdi."
Bu bölüm, Allah'ın indirdiği Kitab'ı insanlara
okumasını, namaz kılmasını ve bundan
sonra işi Allah'a bırakmasını içeren
Peygamber efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik
bir çağrı ile son buluyor! "Hiç kuşkusuz
Allah onların kendisini bir yana bırakıp ne gibi
şeylere taptıklarını bilir."