2- "İnsanlar sırf `inandık' demekle; hiçbir
sınavdan geçirilmeksizin bırakılıvereceklerini
mi sanıyorlar?"
3- Biz onlardan önceki kuşakları sınavdan geçirdik.
Bu sınav sonucunda Allah, doğru sözlüler ile yalancıları
kesinlikle belirleyecektir.
Surenin bu bölümünde yer alan bu ilk ve güçlü mesaj,
insanların iman anlayışına, onu dille söylenen
bir sözden ibaret sanmalarına yönelik kınama amaçlı
bir soru şeklinde sunuluyor.
"İnsanlar sırf `inandık' demekle, hiçbir sınavdan
geçirilmeksizin bırakılıvereceklerini mi
sanıyorlar?"
İman, sırf dille söylenen bir söz değildir.
iman, birtakım yükümlülükleri olan bir gerçektir.
Kendine özgü ağırlıkları bulunan bir
emanettir. Sabretmeyi gerektiren bir cihaddır.
Katlanılması zorunlu olan bir çabadır. Bu yüzden,
insanların "inandık" demeleri yeterli
değildir. Sınavdan geçirilmeden, bu sınav
esnasında kararlılıklarını ortaya
koymadan, bu sınavdan cevherleri arınmış,
kalpleri berraklaşmış olarak çıkmadan
sırf böyle bir iddiada bulunmakla bırakılmazlar.
Tıpkı ateşin altını eriterek, saf
altın madeni ile karışımında bulunan
diğer değersiz madenleri birbirinden ayırması
gibi -sınav anlamına alınan fitne kelimesinin sözlük
anlamı, altının eritilerek
saflaştırılmasıdır. Bu açıdan
kelimenin kendine özgü bir anlamı, bir çağrışımı
ve bir işareti vardır.- Aynı şekilde
sınavlarda kalpleri şekillendirir.
İşte, bu iman uğruna sınavdan geçirilme
olgusu, yüce Allah'ın ölçüsünde değişmez bir
temel, her zaman geçerli olan bir kanundur!
"Biz onlardan önceki kuşakları sınavdan geçirdik.
Bu sınav sonucunda Allah, doğru sözlüler ile
yalancıları kesinlikle belirleyecektir."
Hiç kuşkusuz yüce Allah, sınamadan önce de
kalplerin gerçek durumunu
bilir. Ne var ki, sınavdan geçirme, Allah'ın
bilgisince bilinen, ancak insan bilgisine gizli olan
durumları realite dünyasında gözler önüne serer.
Şu halde, insanlar meydana gelen hareketlerinden dolayı
hesaba çekilirler. Sırf yüce Allah'ın bildiği,
ancak hareket olarak ortaya konmayan durumlarından
dolayı değil. Bu bir yandan yüce Allah'ın
insanlara yönelik lütfudur. Bir yandan onun adaletinin
belirtisidir, bir yandan da insanları eğitişinde
uyguladığı yöntemin bir parçasıdır. Bu
eğitim sayesinde insanlar da herhangi bir kimseyi ancak açığa
çıkmış ve davranışları ile ortaya
konmuş durumlarından dolayı sorumlu tutmayı öğrenmiş
olurlar. Çünkü insanın kalbinin gerçek durumunu Allah'dan
daha iyi bilmeleri mümkün değildir.
Şimdi mü'minlerin içindeki doğru sözlülerle,
yalancıların belirlenmesi için onların
sınavdan geçirilmelerine, denemeye tabi tutulmalarına
ilişkin yüce Allah'ın belirlediği yasaya dönüyoruz.
Kuşku yok ki, iman, yüce Allah'ın yeryüzündeki
emanetidir. Bu emaneti ancak ona lâyık olanlar, onu
taşıyacak güce sahip bulunanlar, kalplerini tüm diğer
duygulardan soyutlayıp, içtenlikle ona özgü kılanlar
yüklenebilir. Onu rahata ve konfora, huzur ve güvenliğe,
nimet ve aldanmaya tercih edenler taşıyabilirler bu
emaneti. Bu emanet, yeryüzü halifeliğidir.
İnsanları Allah'ın yoluna sevk etme, yüce Allah'ın
mesajını insanların hayatında gerçekleştirme
görevidir. Hiç kuşkusuz bu, onur verici bir emanettir. Ve
bu emanet oldukça ağırdır. Bu emanet.,
insanların yerine getirmekle yükümlü oldukları yüce
Allah'ın bir emridir . Bu yüzden sınamalara sabredecek
şekilde özel yöntemle hareket etmek gerekmektedir.
Bir mü'minin batıl ve batıl taraftarları
tarafından eziyetlere uğratılması, sonra
kendisini savunacak, destek olacak bir yardımcı
bulamaması, kendi kendisini savunup kurtaracak durumda
olmaması, tağutlara, zorbalara karşı koyacak güçten
yoksun bulunması da bir imtihandır. Ve bu imtihanın
en belirgin şeklidir. O kadar ki, imtihan sözü duyulur
duyulmaz, zihinde uyanan ilk olgu budur. Ancak bu, imtihanın
en ağır şekli değildir. Değişik
şekillerde ve yöntemlerde beliren daha birçok imtihan vardır.
Bunlar işaret ettiğimiz imtihan şeklinden daha
acı ve sonuçları bakımından daha
yıkıcı olabilirler.
Bir insanın kendisinden dolayı aile fertlerinin ve
sevdiklerinin başına bir felâketin gelmesinden korkması,
üstelik böyle bir durumda onları savunama-ması, son
derece acı ve etkileyici bir imtihan şeklidir. Aile
fertleri ve sevdik1eri ona gelip barış
yapmasını ya da teslim olmasını telkin ederler.
Sevgi adına, yakınlık adına eziyetlere ya da
ölüme terk ettiği kimseler için Allah'dan korkması
gerektiğini ileri sürerek, taviz vermesi çağrısında
bulunurlar. Nitekim bu surede, bu tür bir imtihanın son
derece ağır ve meşakkatlisi olan anne ve baba açısından
imtihana tabi tutulmaya işaret edilmiştir.
Dünyanın batıl taraftarlarına yönelmesi,
insanların onları başarılı ve zinde görmesi,
herkesin onları övmesi, kitlelerin onların
başarılarını alkışlaması,
önlerine dikilen tüm engelleri bertaraf etmeleri, onların
adına övgülerin düzülme-si, seçkin bir hayat yaşamaları,
buna karşılık mü'minin ihmal edilmiş
olması, sevilmemesi, hiç kimse tarafından bilinmemesi,
kimsenin onu savunmaması, o hayatta pek bir şeyleri
bulunmayan kendisi gibi az sayıdaki mü'minlerden başka
savunduğu hakkın değerinin bilinmemesi de çok acı
bir imtihan şeklidir. Çevreden uzaklaşmak, inanç adına
yalnız kalmak da bir imtihandır. Bu durumdaki bir mü'min,
çevresindeki toplumların ve fertlerin
sapıklığa daldıklarını, kendininse
yapayalnız, garip ve kovulmuş olarak
kaldığını görür.
Bir diğer imtihan şekli de var ki, onu günümüzde
açıkça görmek mümkündür. Evet, bir mü'minin, ahlâki
açıdan, toplumsal değer yargıları
bakımından kokuşmuş bazı milletlerin ve
devletlerin toplumsal açıdan kalkınmış
olmalarını, uygarca bir hayat sürdürmelerini, her
ferdin bu toplumlarda insanın değerine yaraşır
gözetim ve korunma imkânından yararlanmalarını,
Allah'ın dinine karşı çıkıp isyan
ettikleri halde güç ve zenginlik elde etmelerini görmesi de
üstesinden gelinmesi çok zor olan bir imtihandır.
Bir de en büyük imtihan vardır. Nefis ve ihtiras
imtihanı. Toprağın çekiciliği, et ve
kanın ağırlığı, nimet ve iktidar ya
da rahatlık ve güven arzusu. Nefsin derinliklerinde, hayat
şartlarında, toplumun mantığında ve
devrin insanlarının düşüncelerinde yer eden
engellere ve geçit vermez önlemlere rağmen iman yolunu
izlemenin, imanın öngördüğü üstün düzeye ulaşmanın
zorluğu bütün imtihan şekillerinden daha
ağır ve daha büyük imtihandır.
Yol uzayıp Allah'ın yardımı gecikince,
imtihan daha şiddetli ve daha ağır olur. Deneme her
zamankinden çok şiddetlenir, sertleşir. Bu durum
karşısında yüce Allah'ın koruduğu
kimselerden başkası direnç göstermez, sabretmez.
Bunlar iman gerçeğini içlerine sindiren kimselerdir, bu
büyük emaneti, göğün yeryüzündeki emanetini, Allah'ın
insan vicdanına yüklediği emaneti eksiksiz bir
şekilde yüklenen ve gereğini yapan kimselerdir.
Hiç kuşkusuz yüce Allah, bu şekilde mü'minleri
imtihan etmekle onlara azap etmeyi, sıkıntılara
sokup denemekle, onlara eziyet etmeyi istemiyor. (Haşa
Allah'a) Bu imtihan ve denemelerin asıl amacı, emaneti yüklenebilmek
için gerçek anlamda hazırlanmaktır. Çünkü bu emanet
özel bir hazırlığı gerektiriyor. Bu da ancak
fiili olarak meşakkat çekmekle, zorlukları pratik
hayatta tutmakla, gerçek anlamda ihtirasları yenmekle,
acılara, ızdıraplara karşı hakkıyla
sabretmekle, imtihanın uzun süreli olmasına ve
denemenin çok ağır olmasına rağmen, gerçekten
Allah'ın zaferine ya da sevabına güvenmekle mümkün
olur.
Zorluklar, insan ruhunu adeta eritir, pisliklerini giderir.
İçindeki potansiyel güçleri uyarır ve
yoğunlaştırır. Sert ve şiddetli
darbelerle döverek madenini sertleştirir, parlatır.
Aynı şekilde zorlukların toplumlar üzerinde de
büyük ve kalıcı etkileri vardır.
Acıların, zorlukların potasında eritilen
toplumlardan geriye sadece tabiat itibariyle en sarsılmaz
olanları, karakterleri en sağlam olanları, Allah'la
sıkı sıkıya ilişki halinde
bulunanları, O'nun katındaki iki güzelliği; zafere
ya da ahiret sevabına şiddetle bağlananları
kalır. Böyle bir süreçten geçen toplumlar en sonunda
bayrağı teslim alırlar. Çünkü bu hazırlık
ve deneme devresinden sonra artık emaneti yüklenecek
niteliklere sahip olmuşlardır.
Onlar, ağır bir bedel ödedikleri, sıkıntılara
karşı sabrettikleri, uğrunda birçok acılara
katlandıkları, büyük fedakârlıklarda bulunduklârı
için bu emaneti teslim alırlarken, onu her şeyden
üstün tutarlar.
Kanını feda eden sinirlerini yıpratan,
rahatını, huzurunu bir kenara bırakan,
arzularından ve zevklerinden vazgeçen sonra eziyetlere ve
birçok şeyden yoksun olmaya karşı sonuna kadar
sabreden biri kuşkusuz, uğrunda bunca fedakârlıkta
bulunduğu emanetin ne kadar değerli olduğunun
bilincinde olur. Bu yüzden çektiği bunca acıdan,
katlandığı bunca fedakârlıktan sonra bu
emaneti ucuza kaptırmaz.
İman ve hak davasının en sonunda üstün gelmesi,
nihai zaferi kazanması ise, yüce Allah'ın vaadi ile
garanti altına alınmıştır. Bir mü'min
Allah'ın vaadinin yerine gelmesinden kuşku duymaz. Ama
eğer bu vaad gecikirse hiç kuşkusuz yüce Allah'ın
planladığı bir hikmetten dolayıdır. Ve
mutlaka iman davası için, mü'minler için hayır
kaynağıdır. Hiç kimse yüce Allah kadar gerçeğe
ve gerçek taraftarlarına ilgi gösteremez, onları
koruyamaz. İmtihandan geçirilen, çeşitli musibetlerle
denenen mü'minler için, Allah'ın hak davasını yüklenecek
güvenilir kimseler olarak Allah tarafından seçilmeleri
yeterli bir ödüldür. Onları sınayarak seçmek
suretiyle yüce Allah'ın imani direktiflerinin sağlam
olduğuna şahitlik etmeleri en büyük onurdur.
Bir sahih hadiste Peygamber efendimiz -salât ve selâm
üzerine olsun- şöyle buyurmaktadır: "İnsanlar
arasında en ağır imtihandan geçirilenler
peygamberlerdir. Sonra salih kişiler gelir. Bu böylece devam
eder gider. Kişi dini duygularının düzeyine göre,
denenmek amacı ile imtihandan geçirilir. Eğer
sarsılmaz bir inanca, köklü bir dini pratiğe sahipse,
imtihanın dozajı arttırılır."
Mü'minleri dinlerinden döndürmek için onlara baskı
uygulayanlara, eziyet edenlere, bu amaçla her türlü kötülüğü
yapanlara gelince; onlar Allah'ın azabından kaçıp
kurtulamazlar. Onların kof güçleri istediği kadar
debdebeli, ihtişamlı görünsün, bir balon gibi
şişirilmiş batıl sistemleri istediği
kadar sağlam ve sarsılmaz görünsün, sonunda
kesinlikle yakayı ele vereceklerdir. Allah'ın vaadi bu yöndedir,
her zaman geçerli olan yasası eninde sonunda bunu
öngörür.