Yahudiler, Hazreti Muhammed'in (salât ve selâm üzerine olsun)
Risaletinin sıhhatine kusur bulmaya yol bulmak, fikirleri
karıştırıp akılları ve kalpleri
sarsmak için her delili, her şüpheyi ve her hileyi
kullanmak istiyorlardı. Bu nedenledir ki, Kur'an'ın
Tevrat'ta bulunanları tastik ettiğini görünce şöyle
demeye başladılar: "O halde
İsrailoğulları'na haram kılınan
şeyleri (rivayetlere göre İsrailoğulları'na
haram olan bizzat deve etini ve sütünü zikretmişlerdir.)
Kur'an nasıl helâl kılıyor?" Bilindiği
gibi İsrailoğulları'na haram olan birçok şeyi
yüce Allah müslümanlara helâl kılmıştır.
Burada Kur'an-ı Kerim, yahudilerin, Kur'an'ın
Tevrat'ı tastik ettiğini ve
İsrailoğulları'na haram kılınan bazı
şeylerin müslümanlara helâl kılındığını
şüpheyle karşılamalarına, "İsrail'in
(Yakub'un), Tevrat'ın indirilişinden önce kendine
yasakladığı dışında kalan bütün
yiyecekler İsrailoğulları'na helal" olduğu
dair tarihi gerçekle cevap veriyor.
Bilindiği gibi İsrail, Yakub'dur (selâm üzerine olsun).
Rivayetlere göre şiddetli bir hastalığa
yakalanması üzerine, şayet iyileşirse Allah'a, en
çok sevdiğim deve etini ve sütünü yemeyeceğime dair
gönüllü olarak adakta bulunur; bunun üzerine Allah da, adağını
kabul eder. İsrailoğulları'nın geleneği
de babalarının kendine haram
kıldığını tamamen haram saymak
şeklinde sürüp gelmiştir. Bunun yanında,
işledikleri bazı suçlara ceza olarak, yüce Allah başka
şeyleri de İsrailoğulları'na haram
kılmıştır. Bu haramlara En'am suresindeki
şu ayette işaret edilmiştir:
"Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları
haram ettik. Sığır ve koyunun iç yağlarını
da haram kıldık; bunların sırtlarına ve
bağırsaklarına yahut kemiklerine yapışan
yağlar müstesna. Bu haramı onların
azgınlıklarına ceza olarak yaptık. Ve şüphesiz
biz doğruyuz." (En'am suresi; 146)
Bundan önce bu yiyeceklerin hepsi
İsrailoğulları'na helâldi. Yüce Allah, onlara,
bütün bu yiyeceklerin aslında helâl olduğunu ve
kendilerine özgü nedenlerle haram kılındığı
gerçeğini ifade ediyor. Dolayısıyla bu maddelerin
müslümanlara helâl kılınmasından yola çıkarak
Kur'an'ın ve bu son İlahi Şeriatın
sıhhatinden şüphelenmenin yersiz olduğu gerçeği
ortaya çıkıyor.
Ayeti kerime onları, Tevrat'a müracaat etmeye ve O'nu
getirip okumaya davet ederek bu suretle haram kılmanın
kendilerine has olup genel olmadığını göreceklerini
bildiriyor:
"De ki; eğer doğru söylüyorsanız,
Tevrat'ı getirip okuyun."
Daha sonra ayeti kerime, Allah'a yalan yere iftirada
bulunanı tehdit ederek, böyle yapanın, gerçeğe,
nefsine ve insanlığa adil
davranamayacağını belirtiyor. Zalimin cezası
bellidir. Onları bekleyen azabın gerçekleşmesi için
onların bu şekilde ayıplanmaları yeterlidir.
Onları Allah'a yalan iftirada bulunuyorlar ve sonuçta da
Allah'a döneceklerdir.
HACC ve KÂBE-İ MUAZZAMA
Daha önce Bakara suresinde, yeterince tartışılmış
olan müslümanlara kıble tayin edilmesi ve Kâbe'ye
yönelmenin asıl ve evlâ olduğu, Beytül Mukaddes'in
bir dönem kıble edinilmesinin yüce Allah'ın beyan
ettiği muayyen bir hikmete yönelik geçici bir durum olduğu
açıklandığı halde yine de yahudiler bu konu
etrafında polemik yapmaya devam ediyorlardı. Resulullah
hicrî onaltıncı ve onyedinci aya kadar Beytül
Mukaddes'e dönüp namaz kıldığı halde,
kıblenin değiştirilip Kabe'ye dönerek namaz kılmasını
konuşup duruyorlardı. Evet bütün bu açıklamalara
rağmen yahudiler halâ, günümüzde de bu dinin düşmanlarının,
dinin bütün konularında yaptıkları gibi bu açık
ve seçik hakikati şüphe ve kargaşa ile
bulandırmayı umarak dönüp dolaşıp aynı
konuyu dillerine dolamışlardı.
Yüce Allah, burada yepyeni bir açıklamayla onlara cevap
veriyor: