O |
|
O |
|
92- Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyilik
mertebesine eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, hiç şüphesiz
Allah onu bilir.
Bu ayetle muhatap olan o zamanki müslümanlar bu ilahi
direktifin anlamım gerçekten kavradılar. Sevdiklerinden
fedakârlık ederek, mallarının en değerli
olanlarını Allah yolunda dağıtarak iyiliğe
ulaşma çabasına girdiler. Zira iyilik bütün güzel
şeylerin bütünüdür. Daha büyük ve daha üstünlerini elde
etmek umuduyla cömertlik örnekleri verdiler:
İmam-ı Ahmed bin Hanbel rivayet ediyor. Abdullah b. Ebu
Talha'nın oğlu Ebu İshak'tan, O da Enes b. Malik'ten
işittiğini kaydeder. Enes der ki: "Ebu Talha
Medine'li müslümanların en zenginiydi. En çok sevdiği
malı da Beyraha bahçesi idi.
Bu bahçe Mescidi Nebevi'nin karşısındaydı. Hz.
Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) oraya girer, orada
bulunan tatlı bir kaynaktan içerdi. Enes der ki: `Sevdiğinizden
dağıtmadıkça iyiliğe
ulaşamazsınız' ayeti inince, Ebu Talha dedi ki:
"Allah `Sevdiğinizden dağıtmadıkça
iyiliğe ulaşamazsınız' buyuruyor. Benim en
sevdiğim malım ise Beyraha
bahçesidir. Onu Allah yoluna bağışlıyorum.
Onun iyiliğini umuyor ve yüce Allah katında bana
azık almasını ümit ediyorum; Ey Allah'ın Resulü,
Allah'ın sana gösterdiği şekilde onu kullan."
Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) `Çok güzel! Çok
güzel! Bu kârlı, verimli bir arazi bu kârlı bir arazi...
Ben işittim... Ben, onu, akrabalarına
dağıtmanı uygun görüyorum'
buyurdu Ebu Talha da; `Öyle yaparım
ey Allah'ın Elçisi!' dedi ve onu akrabaları ile amca
oğulları arasında paylaştırdı." (Buhari,
Zekat, 44; Müslim, Zekat, ı4; (Bkz. Nevevi, Şerhu Müslim,
VII, 84-86))
Buhari ve Müslim'de; Hz. Ömer'in şöyle dediği
kaydediliyor: "Ey Allah'ın
Resulü, Hayber'de payıma düşen arazi kadar benim
yanımda değerli hiçbir malım olmadı. Onu ne
yapmamı önerirsin?" dedim. Resulullah (salât ve selâm
üzerine olsun) "Aslını bırak, ürününü Allah
yolunda vakfet." buyurdu.
Sahabilerin çoğu bu şekilde davrandı. Kendilerini
İslâm'a kavuşturduğu günde iyiliğin tümüne
kavuşturan Rablerinin direktiflerine sarıldılar. Bu yönelişleri
onları malın köleliğinden, nefsin cimriliğinden
ve egoistlik sevdasından özgürlüğe kavuşturdu. Bu
aydınlık ufuklara özgürce, serbestçe ve rahatça
yükseliverdiler.
DÖRDÜNCÜ CÜZ
Bu cüz Al-i İmran suresinin geri kalan bölümü ile
Nisa suresinin başından 23. ayeti kerimesine kadar olan
kısmı kapsamaktadır.
Al-i İmran suresinin bu son kısmı ise, surenin 3.
cüzünün başlangıcında değindiğimiz gibi
surenin seyir çizgisini tamamlayan dört temel bölümden oluşmaktadır.
Ancak, burada tekrarlamaya gerek olmadığından, bilgi
edinmek için oraya müracaat edilebilir.
Birinci bölüm, Hicri ikinci yılın Ramazan ayında
meydana gelen Bedir savaşı sonrasından Hicri
üçüncü yılın Şevval ayında meydana gelen
Uhud savaşı sonrasına kadarki dönemde (ki bize göre
sure, bu dönemde müslüman kitlenin hayatında meydana gelen
olayları kapsamaktadır) Medine'de müslüman cemaat ile
ehl-i kitap arasında cereyan eden ve bütün surede yeri
geldikçe değinilen, aynı zamanda "İmanî düşünce",
"Din", "İslâm" ve "İslâm'ın
ve daha önce gelen risaletlerin getirdiği Allah'ın
metodunun" hakikatinin ortaya çıkmasını
sağlayan sözlü çatışmanın bir yönünü dile
getirmektedir. Aynı zamanda bu çatışma, Resulullah (salât
ve selâm üzerine olsun) ile beraberindekilere karşı mücadele
eden ehl-i kitabın mahiyeti, Allah'ın dininden
uzaklaşmalarının, süreci, müslüman cemaate karşı
besledikleri duyguları ve bu duyguların ardındaki
gizli emellerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
İkinci bölüm de surede önemli bir yer tutmaktadır.
Burada yalnızca söz, hile ve tedbirle değil, aynı
zamanda kılıç, mızrak ve okla yapılan
başka bir çatışmadan söz edilmektedir. Uhud savaşından
sonra nazil olan bu ayetler; savaşı, savaşta meydana
gelen olayları ve savaşın sonuçlarını
Kur'an'ın o eşsiz üslûbuyla anlatmaktadır.
Ayrıca bu bölümde, çatışma ve çatışma
sonrasında ortaya çıkan düşünce hataları ile
davranışlardaki bozukluklar ve saflardaki çözülmeler
ışığında müslüman cemaatin eğitilmesi
yönüne gidilmekte ve çeşitli yönlerden imani düşüncenin
netleşmesine çalışılmaktadır. Bu durum, müslüman
cemaatin yoluna devam etmesine, sorumluluklarını
taşımasına, Allah'ın kendisine layık gördüğü
o yüce seviyeye çıkmaya uğraşmasına ve
kendisini bu üstün görev için seçer Allah'ın nimetine
karşı şükrünü ifa etmesine bir fırsat olarak
değerlendirilmektedir.
Üçüncü bölümde ehl-i kitaba yeniden dönülmekte ve
Medine'ye ilk geldiği zaman Peygamber efendimiz ile
yapmış oldukları antlaşmayı bozmaları
hatırlatılarak, Peygamberlerine karşı
işledikleri kötülükler ve düşüncelerinin bozukluğu
da anlatılmaktadır. Daha sonra müslüman cemaate
dönülür ve onlara uymamaları konusunda, mümin kalplerde,
cana ve mala isabet eden belâlar hatırlatılıp, ehl-i
kitap ve müşriklerin eziyetleri karşısında
sebat etmeleri ve ne olursa olsun düşmanlarının
yaptıklarını hakir görmeleri konusunda uyarılmaktadır.
Son bölümde müminlerin Rabbleriyle olan durumları
canlandırılmaktadır. Müminlerin, kâinattaki Allah'ın
ayetleriyle yüz yüze geldiklerinde kalplerinde imanın
canlanışını, kâinatın ve kendilerinin
Rabbine dua, huşu ve korkuyla yönelişlerini, buna
karşılık Rabblerinin mağfiret ve güzel bir
sevapla onlara icabet etmesi dile
getirilmektedir. Bu arada, kafirlerin yaptığı
şeylerin basitliği ve bu dünyada
kazandıkları şeylerin değersizliği
anlatılarak sonuçta varacakları yerin Cehennem
olduğu ve onun, en kötü dönüş yeri olduğu
anlatılmaktadır.
Sure, yüce Allah'ın, müminleri kurtuluşa erebilmeleri
için sabretmeye, sabır tavsiye etmeye,
bağlılığa ve takvaya sarılmaya davet eden
bir çağrıyla son buluyor.
Birbirini takip eden bu dört bölüm, üçüncü cüzde bir kısmını
arz ettiğimiz surenin, geri kalan kısmını
oluşturmaktadır ve orada da değindiğimiz gibi
surenin ana gayesine uygunluk arzetmektedir. Surenin
akışı içinde yeri geldikçe konuya tekrar
dönülecektir.
Bu cüzün ikinci yarısını oluşturan Nisa
suresinin başında da yeri gelince inşaallah o konuya
değineceğiz. Başarı Allah'tandır.
SAVAŞTAKİ DERS
Bu konuda ehl-i kitap ile olan söz ve tartışma
savaşı doruğa çıkmakta. Bu ayetler,
rivayetlerde geçtiği gibi Necran topluluğu ile cereyan
eden tartışma ile alakalı olarak nazil
olmadığı halde surenin akışı içinde o
kısımdan sonra gelerek aynı konuyu
tamamlamaktadır. Her ne kadar bu bölümde geçen ayetler
özellikle yahudilerden ve onların Medine'deki müslüman
cemaat hakkındaki tuzak ve desiselerinden söz etse de konuları
ve ayetlerinin aynı keskinlik ve aynı netlikle son
bulmaları açısından birbirine benzemektedir. Bu
konulara kısaca değindikten sonra surenin
akışı müslüman cemaate yönelerek, Bakara suresinde
İsrailoğulları'ndan sonra sözü müslümanlara
getirdiği gibi burada da yalnızca onlara hitap edip kendi
hakikatlerini, hareket metodlarım ve yükümlülüklerini açıklamakta.
Bu yönüyle Bakara suresiyle Al-i İmran suresi birbirine
benzemektedir.
Bu bölüm, Tevrat indirilmeden önce
İsrailoğulları'nın kendi nefsine bazı
şeyleri haram kılması dışında bütün
yiyeceklerin İsrailoğulları'na helal olduğu gerçeğini,
Kur'an'ın yahudilere haram kılınan bazı
şeyleri helal kılmasına itiraz edenlere cevap olarak
veriyor. Üstelik bu haramlar, sadece kendilerini bağladığı
gibi bazı ilahi emirlere muhalefetlerinin cezası olarak
varit olmuştur. Sonra, ayet-i kerimeler sözü, daha önce
Bakara suresinde geniş bir yer tutan kıblenin
değiştirilmesi konusuna yaptıkları itiraza
getiriyor. Onlara, Kâbe'nin İbrahim'in (selâm üzerine olsun)
evi ve yeryüzünde insanların ibadet etmesi için kurulan ilk
ev olduğunu açıklayarak İbrahim'in varisleri
olduklarını iddia edenlerin buna itiraz etmelerini, garib
bir durum olarak nitelendiriyor.
Bu açıklamalardan sonra, ehl-i kitabın Allah'ın
ayetlerini inkâr edip, O'nun yoluna gidenleri engellemeleri, doğruluktan
sapmaları ve hakkı bildikleri halde eğriliğe
meyledip onu hayata egemen kılmaya çalışmaları
anlatıyor.
Ayetler bir anda ehl-i kitabı bırakıp müslüman
cemaate yönelerek, onları ehl-i kitaba uymama konusunda
uyarıyor. Devamla ehl-i kitaba tabi olmanın küfür olduğunu
açıklayarak, Allah'ın kitabı kendilerine
okunduğu ve kendilerini takvaya ve ölüm gelip Allah'a kavuşuncaya
kadar İslâm'a sarılmaya çağıran Resulullah
aralarında bulunduğu halde küfre meyletmenin
müslümanlara yakışmayacağı bildiriliyor. Bu
arada onlara, kalplerini uzlaştırmak, daha önce düşman
gruplar oldukları halde İslâm sancağı
altında bir safta birleştirmek ve ateşten bir uçurumun
kenarında bulundukları gün İslâm ile kendilerini
kurtarmak şeklindeki Allah'ın nimeti
hatırlatılıyor. İyiliği emreden, kötülüğü
nehyeden bir ümmet olmalarını ve Allah'ın
nizamını gerçekleştirmeye özen göstermeleri
emredilerek ehl-i kitabın desiselerine kulak vermemeleri
konusunda uyarılıyorlar... Aksi takdirde, ehl-i kitab gibi
ayrılığa düşüp dünya ve ahirette helak
olacakları belirtiliyor. Rivayetlere göre, bu uyarı, Evs
ve Hazreç arasında yahudilerin çıkardığı
bir fitne üzerinde yapılmıştır.
Daha sonra yüce Allah, müslümanlara, yeryüzündeki konumlarının
ve insan hayatındaki rollerinin hakikatini öğretiyor. "Siz,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı
bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten
nehyedersiniz ve Allah'a inanırsınız." Bununla
da, müslümanların üstlendiği rolün asaletine ve
topluluklarının yüceliğine işaret ediliyor.
Bunun arkasından düşmanlarının durumu küçümsenerek
dinleri konusunda hiçbir zararlarının söz konusu
olamayacağı, kendilerine tam anlamıyla galip
olamayacakları, ancak cihad ve savaş esnasında
bazı eziyetlerde bulunabilecekleri, sonuçta ise zaferin
metodlarına tabi oldukları sürece kendilerinin olacağı
bildiriliyor. Yüce Allah, ehl-i kitaptan olan bu düşmanlarının,
bazı günah ve kötülükleri işlemeleri ve haksız
yere peygamberleri öldürmeleri nedeniyle üzerlerine zillet ve
miskinlik damgasını vurmuştur. Bununla beraber, hakka
yönelip iman eden, iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek
suretiyle müslümanların metoduna uygun davranan bir grup
yukardaki hük mün dışında
tutuluyor: "İşte onlar salihlerdendirler". Ayeti
kerime İslâm'a yönelmeyen
kafirlerin küfürlerinden dolayı sorgulanacaklarını,
infak ettikleri mallarının ve çocuklarının
kendilerine fayda sağlayamayacağını ve sonuçta
da helâk olacaklarını belirtiyor.
Konu, kendilerine kin besleyen, öfkesi ağızlarından
taşan, göğüslerinde gizledikleri kinleri daha büyük
olan, müminlere duydukları öfkeden parmaklarını
ısıran, müminlere bir kötülük isabet etmesiyle sevinen
ve bir iyiliğin dokunmasıyla üzülen kimseler gibi,
kendilerinden olmayanları dost edinmemeleri konusunda müslümanlara
yönelik bir uyarıyla son buluyor.
Burada yüce Allah, sabredip sakındıkları sürece
kendilerini düşmanlarının hilesinden koruyup
destekleyeceğini vaad ediyor: "Şüphesiz Allah
onların yaptıklarını
kuşatmıştır". Bu uzun ve çeşitli
ilhamları ihsan ettiren yöneliş, o günkü müslüman
cemaatin saflarında ehl-i kitabın yaptığı
hile ve desiselere ve bu desiselerin meydanâ getirdiği
karışıklıklar sonucunda müslümanların
çektiği sıkıntılara işaret ettiği
gibi, müslüman cemaatin kendilerini cahiliyyeye ve cahiliyye
dostlarına bağlayan bütün ilgilerden kesinlikle uzaklaşmasını
ve tamamen soyutlanması için böylesine kuvvetli yönelişlere
muhtaç olduğuna da işaret etmektedir.
Bu yöneliş, İslâm ümmetinden gelen her nesilde
fonksiyonunu icra etmiştir ve bundan sonra da taklitçi
İslâm düşmanlarına uymamaları konusunda
uyarıya muhtaç olacak herkes için bu fonksiyonunu yerine
getirecektir. Çünkü onlar yine onlardır; yöntemleri değişse
de İslâm'a düşmanlıkları hep aynı
kalacaktır.
|
|
O |
|
O |
|