O |
|
O |
|
81- Hani Allah, peygamberlerden `Bakınız, size kitap
ve hikmet verdim, ilerde yanınızdaki kitabı
onaylayan bir peygamber gelince ona kesinlikle inanacak, kendisini
destekleyeceksiniz' diye söz
aldı; `Bu direktifimi kabul
ettiniz, omuzlarınıza yüklediğim bu görevi
üstlendiniz mi?' dedi. `Kabul ettik' dediler, Allah da `Birbirinize
şahid olunuz, ben de sizinle birlikte şahidlerdenim'
dedi.
82- O halde bundan sonra kim sözünden dönerse onlar fasıkların
ta kendileridir.
83- Yoksa onlar Allah'ın dininden başka bir din mi
arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde bulunanların tümü
ister-istemez O'na teslim olmuşlardır ve O'nun huzuruna
döndürüleceklerdir.
Yüce Allah bizzat kendisinin ve peygamberlerinin şahitlik
ettiği dehşet verici sağlam bir söz almıştı.
Her peygamberden alınmış bir sözdü bu. Buna göre
bir peygambere her ne zaman bir kitap, bir hikmet verilirse,
kendisinden sonra gelen ve elindekini doğrulayan bir
peygamber geldiğinde ona iman etmeli, desteklemeli ve onun
dinine uymalıdır. Allah bu ilkeyi, kendisi ile her
peygamber arasında gerçekleşen bir sözleşme
kılmıştır.
Kur'an'ın ifadesi birbirini izleyen peygamberler
arasındaki zaman dilimlerini katlamakta ve hepsini bir
sahnede bir araya getirmektedir. Yüce Allah onlara hep bir arada
hitap etmektedir: "Bu direktifini kabul ediyor ve omuzlarınıza
yüklediğim önemli görevi üstleniyor musunuz?"
"De ki: `kabul ettiniz omuzlarınıza yüklediğim
bu görevi üstlendiniz mi?
"Kabul ettik dediler"
Yüce Allah bu sözleşmeye kendisi şahid olur ve
onları da ona şahid tutar:
"De ki: `öyleyse birbirinize şahid olun, ben de
sizinle beraber şahid olanlardanım".
Kur'ani ifadenin canlandırdığı bu
dehşet verici güzel tablo karşısında gönüller
ürperiyor ve olumlu cevap veriyor. Bu tabloda peygamberler yüce
Yaratıcının huzurunda gösteriliyor:
Bu sahne ile aziz kafilenin dayanışma halinde
birbirine bağlı, hep birlikte, teslimiyetle yüce
direktiflerine bağlı olarak yürüdükleri ortaya çıkmaktadır.
Bu kafile, yüce Allah'ın insan hayatının üzerine
kurulmasını dilediği ondan sapmaması, parçalanmaması
çelişmemesi ve çatışmamasını
dilediği biricik gerçeği temsil etmektedir. Bu görevi
ancak Allah'ın kullarından seçkin biri üstlenir.
Görevi bitince kendisinden sonra seçilene devreder. Görevi
bitince ardından gelen kardeşine kendisi de uyar peygamberin
kendinden olan bir girişimi yoktur. Onun bu görevde
bireysel bir maksadı, bir şöhreti yoktur. O ancak
seçilmiş bir kuldur. İlahi emirleri insanlara
ulaştırmakla yükümlüdür. Bu çağrının
insan nesilleri arasındaki proğramını yapan,
el değiştiren, bu kafileyi dilediği gibi yönléndiren
ve idare eden yüce Allah'tır.
Bu sözleşme ve bu düşünce ile Allah'ın dini,
bireysel taassubtan, peygamberin şahsi tutkunluğundan,
ırkını kayırma taassubundan, O'na
uyanların kendi inançlarının taassubundan, kendi
bireysel tutkularından, kavmî tutkularından kurtulur.
Bu biricik dinde bütün işleri yalnız Allah'a havale
edilir. Zaten bu aziz ve değişmez kafilenin sürekli
izlediği yol da budur.
Bu gerçeğin ışığı altında,
ehl-i kitaptan son peygambere (salât ve selâm üzerine olsun)
iman etmekten, ona yardımcı olmaktan ve onu
desteklemekten, eski dinlerine bağlılık -bu
bağlılık dinlerinin gerçeğine
bağlılık değildir. Çünkü dinlerinin gerçeği,
O'na iman etmeye, O'na destek olmaya çağırıyor. Bu
bağlılık kendi bireysel tutkunluklarını
dini bağlılıklarının yerine koyup onlara
yapışmakta gösterilen taassubtur- iddiasıyla geri
duranların yanlış yaptıkları ortaya çıkmaktadır.
Zira onlara dinlerini ulaştıran peygamberler,
hayranlık veren güzel bir tabloda onların ilâhlarına
büyük ve ağır bir söz vermiştir. Bu gerçeğin
ışığında ortaya çıkıyor ki,
onlar peygamberlerin direktiflerinden ve Allah'ın onlarla
birlikte olan sözünden dışarı çıkıyorlar.
Son peygambere uymayan ehl-i kitap mensupları; aynı
zamanda bütünü ile yaratıcısına teslim olan,
O'nun emri ve dilemesiyle işlerini proğramlayan,
Allah'ın yasasına boyun eğen bu evrenin
nizamına da karşı çıkmış oluyorlar.
"O halde bundan sonra kim sözünden dönerse onlar fasıkların
ta kendileridir".
"Yoksa onlar Allah'ın dininden başka bir din mi
arıyorlar. Oysa göklerde ve yerde bulunanların tümü
ister-istemez O'na teslim olmuşlardır ve O'nun huzuruna
döndürüleceklerdir."
Fasıklardan başkası son peygambere uymaktan geri
durmaz. Anormallerden, sapıklardan başkası
Allah'ın dinine sırt çevirmez. Bu koca kainatta Allah'ın
yasasına her yönüyle bağlı olan, itaat ve
teslimiyet gösteren kainatın ortasında sapıklardan
ve itaatsizlik edenlerden başkası karşı koymaz.
Allah'ın dini birdir. Tüm peygamberler ona çağırmıştır.
Bütün peygamberler bu din üzere antlaşmışlardır.
Allah'ın sözü birdir. Her peygamberden o sözü almıştır.
Yeni dine iman etmek, peygamberine uymak, onun yaşam yolunu
her yaşam yoluna karşı desteklemek, bu sözleşmeye
bağlılığın gereğidir. İslâm'a
sırt çevirenler Allah'ın dininden bütünü ile sırt
çevirmiş, Allah'a verilen söze ihanet etmiş olurlar.
Yeryüzünde Allah'ın sistemini yürürlüğe koyan,
ona bağlılık gösterme ve ona tüm varlığını
adama ile gerçekleşecek olan İslâm, evrenin değişmez
yasasıdır. Bu kâinatta her canlının dini odur.
Bu, İslâm'ın ve teslimiyetin kapsamlı, engin
bir tablosudur. İnsanların gönüllerine inen ve
vicdanlarını etkisi altına alan evrensel bir
tablodur bu. Bütün canlıları ve cansızları
bir yasaya, bir kanuna, bir sonuca götüren üstün ve egemen bir
yasanın tablosudur bu.
"Ve O'na döndürülürler."
En sonunda yüce tasarlayıcı, egemen ve hakim olan
Allah'a dönüşten başka çıkar yolları
yoktur.
İnsan kendi mutluluğunu, rahatını, gönül
huzurunu, durumunun düzelmesini dilediğinde; kendi gönlünde,
yaşam tarzında ve toplum hayatında Allah'ın
yoluna dönüş yapmalıdır. Zira bunun
dışında evrenin bütün düzeni ile uyum sağlayacak
bir sistem yoktur. İnsan kendi başına bir
yaşam tarzı düzenlediğinde Rabbinin düzenlediği
evrenin sistemiyle uyuşmaz. Oysa insan evrende yaşayacak
ve evrenin düzeniyle ilişki içinde olacaktır. Düşüncesinde
ve bilincinde, realitesinde ve ilişkilerinde, işinde ve
çalışmasında insanın nizamı ile evrenin
düzeni arasında bir uyum sağlandığında,
ancak insanın gücü korkunç kainat güçleriyle çatışma
yerine onlarla işbirliğini garanti eder. Bu kainat güçleriyle
çatıştığında paramparça, darmadağın
olur gider. Ya da herhalde Allah'ın kendisine
bağışladığı oranda yeryüzünde
hilafet görevini yerine getiremez. İlahi sisteme boyun
eğdiğinde kendisine hükmettiği gibi kainatta
bulunan bütün canlılara da egemen olan evrenin
yasalarıyla uyum içine girer. Evrenin yasalarına
karşı anlayışlı olduğundan onun
sırlarını elde etme; onlara egemen olma; kendisine
mutluluk rahat, huzur getirecek biçimde ondan yararlanma; korku,
sarsılma ve yok olma endişesinden kurtulma imkânını
elde eder. Evrenden yararlanma, kâinatın ateşiyle
kendisini yakmak değil; ateşle pişirme,
aydınlanma ve ısınmadır.
İnsanın fıtratı temelde evrenin
yasasıyla uyum içindedir. Her nesnenin ve her canlının
ilâhına teslim oluşu gibi o da teslim olmuştur.
İnsan, yaşam düzeni ile bu değişmez
yasanın dışına çıktığında
yalnız evrenle çatışmakla kalmaz, her şeyden
önce yapısında varolan fıtratı ile çatışır,
güçsüz düşer, darmadağın olur,
sarsılır, şaşkınlığa düşer
ve böylece bugünkü yolunu şaşırmış,
talihsiz insanlığın yaşadığı
gibi onca bilimsel başarılara, maddî ve medeni bütün
kolaylıklara rağmen, işkence içinde ve bunalımlar
içinde yaşar .
Bugün insanlık acı bir boşluğun
ızdırabını çekmektedir. Bu boşluk; ruhun
fıtratının, yokluğuna
katlanamayacağı gerçeklerden boş
bırakılmasıdır. İman gerçeğinden,
hayatının ilahi yoldan uzak kalma boşluğundan,
kendi hareketi ile içinde yaşadığı evrenin
hareketini koordineli hale getiren yoldan mahrum oluşudur.
İnsanlık, içinde yaşadığı susuz
çöllerin kavurucu sıcaklığında, nemli serin
gölgelerden uzak kalış boşluğunun
ızdırabını çekmektedir. Doğru çizgiden,
alışılmış, belirginleşmiş
yoldan uzak kalışın içinde yüzdüğü
ızdırab ve bataklığın
boşluğundan!..
Bu nedenle insanlık; bedbahtlık, ızdırab,
şaşkınlık ve sıkıntı içindedir.
Mahrumiyet, açlık ve boşluğu somut olarak
yaşamaktadır. Afyon, esrar ve uyuşturucularla,
delicesine hız yarışıyla, ahmakça
maceralarla, hareketlerde, giyinişte ve yemede
anormalliklerle kendi realitesinden kaçmak istemektedir. Maddi
bolluk, bol üretim, kolay yaşam ve boş zaman onun bu
boşluğunu dolduramamaktadır. Aksine Maddi bolluk,
uygarlık alanındaki kuşatıcı
gelişmeler, yaşam şartları ve
vasıtalarının kolaylaşmasında görülen
artış kadar insanlığın
şaşkınlığı,
sıkıntıları ve boşlukları da
artmaktadır.
Bu korkunç boşluk dehşet verici bir hayalet gibi
insanlığı kovalamaktadır. O kovalamakta,
insanlık ise kaçmaktadır. Yalnız bu kaçış
da aynı şekilde insanlığı korkunç boşluğa
salıvermektedir!
Dünyanın zengin ve servet sahibi ülkelerini gezenlerin
hepsi bu insanların boşluğa koşuşan
topluluklar olduğunu ilk bakışta görecektir.
Kendilerini kovalayan hayaletlerden kaçan! Kendi kendilerinden
kaçan ve bataklıkta debelenme derecesine varan bir kaçış
somut nimetler ve maddi bolluk, kısa zamanda sinirsel ve
psikolojik hastalıklara, anormalliklere,
sıkıntılara, hastalıklara, streslere,
uyuşturucu ve sarhoşluk verici maddelerin tüketimine,
cinayetlere zemin hazırlamaktadır. Artık,
hayatın hiç de güzel bir yanı
kalmamıştır!
Bu insanlar bir türlü kendi kendilerini bulamıyorlar.
Çünkü varlıklarının gerçek amacına
varabilmiş değiller. Onlar mutluluklarını
bulamıyor; çünkü kendilerinin hareketi ile evrenin
hareketi, kendi düzenleri ile varlık yasası
arasında bir ahenk oluşturacak Allah'ın sistemini
bulamıyorlar. Onlar huzuru bulamıyorlar; çünkü
kendisine dönecekleri Allah'ı bilmiyorlar.
İLÂN EDİLEN GER ÇEK
Coğrafi ve tarihi olarak değil, gerçek anlamda
müslüman ümmet, Allah ile Peygamberleri arasında geçen bu
muahedenin önemlerini, Allah'ın biricik dini ve sisteminin
gerçekliğini, bu sistemi bizzat yaşayıp onu
tebliğ eden aziz, değerli kafilenin gerçekliğini
kavrayacak tek ümmettir. Yüce Allah peygamberlerine (salât ve
selâm üzerine olsun) bu gerçeğin hepsini açıklamasını,
ümmetinin bütün peygamberlere iman ettiğini, bütün
elçilere saygı duyduğunu, Allah'ın tek din olarak
bu dini kabul ettiğini ve bu ilahi dinin karekterini
tanıdığını ilan etmesini
emretmiştir:
|
|
O |
|
O |
|