Din adamları, doğru-dürüst hareket etmediği
zaman, "din adamlığı" adıyla gerçekleri
saptırmaya en müsait araçlar konumuna düşerler.
Kur'an'ın, ehl-i kitabın bu grubu hakkında
kaydettiği gerçeği, biz zamanımızda çok
rahat olarak anlıyoruz. Onlar daha önceden belirlenmiş
bazı hükümlere varmak için kitaplarının
metinlerini, çarpıtarak yorumluyor, istedikleri tarafa
çekiyorlar, kitabın metinlerinin bu anlamda olduğunu ve
verdikleri bu hükmün gerçeğin somut ifadesi olduğunu
iddia ediyorlardı. Halbuki önceden belirlenen bu hükümler,
temelinde bu dinin gerçeği ile çelişiyordu. Bu
işi yapanlar; pasif durumdaki halkın çoğunun dinin
gerçeği ve bu metinlerin gerçek anlamları ile
metinleri kendilerine uyarladıkları uydurma hükümlerin
arasını ayıramayacağı
varsayımına dayanıyorlardı. Göstermelik
olarak "din" kılıfına büründürülmüş
bazı din adamlarında bu örneği bugün çok rahat
anlayabiliyoruz. Bunlar, dini meslek edinenlerdir; dini her
türlü isteğin hizmetine verenlerdir. Onlar bir menfaat elde
edeceklerini sezdiklerinde, bu dünyanın mallarından
birinin onlara hediye edileceğini fark ettiklerinde,
nassları alırlar, arzu edilen şekilde
kullanırlar! Bu metinleri alırlar, götürürler beşeri
arzuların peşinde kullanmaya başlarlar. Bu
nassların konusunu belirlenmiş arzulara uygun düşürmek
için eğip bükerler. Bu din ve dinin temel gerekleriyle
çelişen yönelişler ile dini
bağdaştırmak için sözlerin yerlerini değiştirirler.
Söz benzerliği bile olsa Kur'an ayetlerinden birinin
anlamı ile, yaltaklık yapmayı görev bildikleri kişilerin
arzu ve istekleri arasında bir benzerlik bulma çabasına
düşerler! Bu çalışmada habire didinir, var güçleriyle
çalı şırlar: "Onun Allah katından
olduğunu söylerler. Halbuki o, Allah katından
değildir. Bile bile Allah adına yalan söylerler".
Aynen Kur'an'ın sözünü ettiği ehl-i kitap grubunun
yaptığı gibi. Bu, yalnız ehl-i kitaba özgü
bir felaket değildir. Din mensupları arasında
Allah'ın dininin ucuzladığı, bu dünyanın
mallarından birinin pahasına bile değmez konuma düştüğü
her çeşit arzu ve isteğe rahatlıkla boyun
eğer hale geldiği, her ümmetin başındaki
felakettir bu! Bağlılığın bozulduğu,
gönüllerin Allah adına bile yalan uydurmaktan çekinmediği,
Allah'ın kullarına yaltaklık için O'nun sözlerini
saptırmaktan çekinmeyen, Allah'ın dinine
aykırı olan saptırılmış
arzularının peşinde koşan her ümmetin durumu
budur. Sanki yüce Allah bu açıklama ile müslüman cemaati
o bulaşıcı hastalıktan
sakındırmaktadır. Çünkü yahudilerden liderlik
emanetinin alınmasına bu olumsuz tutumlar; neden
olmuş bulunmaktadır.
Ayetlerden anlaşıldığına göre
İsrailoğulları'nın bu kesimi Allah'ın
kitabında mecazî anlamlar ifade eden cümleler arıyorlardı.
onlarla ağızlarını eğip büküyor, onları
başka anlamlara çekiyor, metinlerden, eğip-bükmekle ve
saptırmakla dahi çıkmayacak anlamlar çıkarmaya
çalışıyorlardı. Böylece uydurdukları
şeyleri kitlelere, "Allah'ın kitabından gerçekler"
diye yutturuyorlar ve "Bunlar Allah'ın dedikleridir"
demeye kalkışıyorlardı. Halbuki Allah
onları söylemiş değildi. Onlar bununla
İsa'nın (selâm üzerine olsun) ve onunla beraber "Kutsal
Ruh"un uluhiyetini ispatlamayı amaç ediniyorlardı.
Çünkü onlar Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsüne inanıyorlar,
bunların üçünü bir varlığa, yani tek Allah'a
indirgiyorlardı. -Allah onların bu
anlayışlarından uzaktır: İsa'dan da bu
iddialarını destekleyen birtakım sözler rivayet
ediyorlardı. Allah onların bu
saptırmalarını ve başka şekilde
yorumlamalarını reddetti. Allah'ın peygamberlik için
seçtiği ve onu bu büyük görevle yükümlü kıldığı
bir peygamberin insanlara kendisini ve melekleri ilah edinmelerini
emretmeyeceğini, bunun imkânsız olduğunu belirtti:
"Hiçbir insana yakışmaz ki, kendisine kitap,
yetki ve peygamberlik verildikten sonra insanlara dönsün de `Allah'ı
bırakarak bana kul olunuz' desin; tersine ona
yakışan söz; `okuyup öğrendiğiniz bu kitap
gereğince Allah'a kul olmayı benimseyiniz' demektir."
"O'nun size melekleri ve peygamberleri ilah edinmenizi
emretmesi de düşünülemez. O size müslüman olduktan sonra
kâfir olmayı emreder mi hiç?"
Peygamber, kendisinin kul olduğunu, kulların da
kullukları ve ibadetleriyle yöneldiği biricik ilâhın
Allah olduğunu kesin olarak biliyordu; insanlardan
kulluğu gerektiren ilâhlık sıfatın ı
kendisine ya tırmalarını istemeyi mümkün değildi.
Hiçbir peygamberin insanlara "Allah'ı bırakarak
bana kul olun" demesi söz konusu olamaz. Peygamberin onlara
çağrısı "Allah'a kul olmayı benimseyin"
şeklindedir. Allah'ın kulları ve köleleri olarak
Allah'a bağlanın, ibadet ile yalnız ona yönelin.
Hayat sisteminizi yalnız O'ndan alın. Böylece tertemiz
ve Rabbanîler olarak O'na yönelin. Kitabı bilmenizin ve onu
tetkik etmenizin hükmü ile Rabbaniler olunuz. Çünkü kitabı
bilmenin ve onu tetkik etmenin gereği budur.
Peygamber, insanlardan, melekleri ve peygamberleri ilâh
edinmelerini asla istemez. Peygamberleri onlara, Allah'a teslim
olduktan ve O'nun ilâhlığına
bağlandıktan sonra inkâr etmelerini emretmez. Zira O,
insanları saptırmak için değil Allah yoluna
iletmek için gelmiştir. Onları kâfir yapmak için değil,
İslâm'a iletmek için gönderilmiştir.
Buradan da anlaşılıyor ki, bu kesimin
İsa'ya (selâm üzerine olsun) izafe ettiği
iddianın imkânsız olduğu ortaya çıktığı
gibi "Bu Allah katındandır" şeklindeki
iddiaların da Allah adına uydurulan bir yalan
olduğu anlaşılıyor. -Aynı zamanda bu
kesimin müslümanların safında şüphe ve kuşku
yaymak amacıyla tekrar ettikleri bütün çabalar boşa
çıkıyor. Zira Kur'an, onları müslüman cemaatin
duyacağı, göreceği biçimde bütün çıplak yönleri
ile ortaya koyuyor. Ehl-i kitabın bu kesimi gibi bir de müslüman
olduklarını iddia eden bir grup vardır. Bunlar,
daha önce belirtildiği gibi, dini bildiklerini de iddia
ediyorlar. Halbuki onlar, bugün bu Kur'an ayetlerinin kendilerine
cevap olarak yöneltilmesi gerekenlerin başında gelirler.
Onlar değişik şekillerde Allah
dışında başka ilâhlar icat etmek için Kur'an
ayetlerini eğip-büküyorlar.
Bu uydurma anlayışlarına yamamak için Kur'an
ayetlerini didik didik ediyorlar "O'nun Allah katından
olduğunu söylüyorlar. Halbuki bu Allah katından
değildir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar."