Adak kıssası, Meryem'in annesi olan
İmran'ın karısının kalbindekini
deşifre etmekte, gönlünü bayındır hale getiren
iman ve sahip olduğu en değerli
varlığıyla Rabbine yönelişini açığa
çıkarmaktadır. Bu en değerli varlık
karnında taşıdığı yavrusudur.
İmran'ın karısı her çeşit bağ, her
çeşit ortak koşma ve yüce Allah dışında
hak sahibi olabilecek herkesten bağımsız bir
samimiyet ve özgürce davranışla ifade edişi gerçekten
anlamlıdır. Gerçek bağımsızlık
ancak, bütünü ile Allah'a teslim olmak ve her kişi,
varlık ve değere kulluk etmekten kurtulmakla elde
edilebilir. Bu durumda insan tek Allah'a kulluk eder. Gerçek
özgürlük budur işte... Bundan ötesi özgürlük gibi
görünse de kölelikten başka bir anlam ifade etmez. Burada,
Tevhid özgürlüğünün en ideal biçimi ortaya çıkmaktadır.
İnsan kendi içinde, yaşama biçiminde, bu hayatta
egemen bulunan konular, değer yargıları, kanunlar
ve yasalarda Allah'tan başka birine herhangi bir şekilde
boyun eğdiği sürece asla özgür olamaz.
İnsanın hayatında; Allah'tan
başkalarından alınma yasalar, değer sistemleri
ve ölçüler yok edilmedikçe insan özgür olamaz. İslâm,
Tevhid esasıyla insanın dünyasına özgürlüğün
de biricik şeklini getirmiş oluyordu.
İmran'ın karısı, Rabbine
adağını -ki bu onun ciğerparesiydi- kabul
buyurması için tüm samimiyeti ile ifade edilen bu duası,
tertemiz olarak Allah'a teslim oluşun, bütünü ile O'na
yönelişin, O'nun onayını ve
rızasını elde etmek dışında her çeşit
bağdan özgür oluşun ve kurtuluşun ifadesidir:
Fakat O bir kız doğuruyor, erkek doğurmuyor:
"Fakat O'nu doğurunca Allah ne doğurduğunu
gayet iyi bildiği halde şöyle dedi; `Rabbim, doğurduğum
kız çocuğudur, oysa erkek, kız gibi değildir.
O'na Meryem adını taktım. O'nu ve soyunu lânetlenmiş
şeytandan senin himayene havale ederim."
Halbuki O, bir erkek çocuk bekliyordu. O gün tapınaklara
erkek çocukların adanması dışında
başka bir adama şekli yoktu. Adanan çocuklar Havralara
hizmet ediyor, kendilerini ibadete ve Allah'a veriyorlardı.
Fakat O kendi çocuğunun kız olduğunu görüyordu.
Üzgün bir nağme ile Rabbine yöneldi: "Rabbim O'nu kız
olarak doğurdum. Halbuki Allah O'nun ne doğurduğunu
daha iyi biliyordu: '
Fakat yine o, gördüğünü Rabbine arz ediyordu. Bununla
sanki adağını yerine getirecek erkek bir çocuğu
olmadığından Allah'tan özür dilemek istiyordu.
Halbuki erkek, kadın gibi değildir. Bu alanda
kadın erkeğin görevini yerine getiremezdi. "Rabbim
ben O'na Meryem adını verdim."
Bu söz bu şekliyle yakın bir
yakarışın ifadesidir. Rabbi ile başbaşa
olduğunun bilincinde olan, içini O'na dökmeye, ilerde
yapmak istediklerini O'na açmaya ve sahip olduklarını
doğrudan bir nezaket ile takdim etmeye çalışan
bireyin niyazıdır. Allah tarafından seçilen kullar
Rabblerine karşı bu hal üzere olurlar. Doğrudan
sevgi ve yakınlık hali... Basit ifadeleri olmayan,
zorlanarak söylenen cümlelerden de uzak, tabiî ifadelerle
yakarma halini, kendine yakın, sevimli, duyan ve cevap veren
biriyle konuştuğunun bilincinde olan kişinin
niyazını simgelemektedir bu... "O'nu ve soyunu lânetlenmiş
şeytandan senin himayene havale ederim."
Bu son sözü hediyesini Rabbine sunduktan sonra söylüyor:
O'nun koruması ve himayesine havale ediyor. O'nu ve soyunu
taşlanmış şeytandan Allah'a
sığındırıyor. Bu da samimi,gönülden
gelen bir sözdür, samimi, gönülden gelen bir arzudur. Kızının
Allah tarafından,kovulmuş şeytanın kötülüklerinden
korunmasından daha güzel bir hal düşünemiyor.
Rabbi O'nu güzel bir kabul ile karşıladı. Veya
O'nu güzel bir şekilde yetiştirdi.
Annenin kalbini şenlendiren bu samimiyetin ve adaktaki mükemmel
teslimiyetin mükafatı olarak... O'nu da ruhun üfürülüşünü
ve Allah'ın sözünü taşıyabilecek ve insanın
normal doğumuna aykırı biçimde İsa'yı
doğurabilecek bir nitelikte geliştirmiş olarak...
"Zekeriyya O'nu, himayesine aldı"
Yani Meryem'in ihtiyaçlarım karşılamayı ve
O'nu korumayı Zekeriyya üstlendi. Zekeriyya yahudi havrasının
başkanıydı. Havranın hizmeti kendilerine geçmiş
bulunan Harun'un (selâm üzerine olsun) soyundandır. Meryem
bolluk ve bereket içinde yetişti. Allah lütuf ve kereminden
bereket olarak O'na rızkını veriyordu:
Biz bu rızkın nitelikleri hakkında pek çok
rivayetin ayrıntılarına girmeyeceğiz. O'nun mübarek
olduğunu, etrafında bolluğun yayılıp
taştığını ve rızık olarak
adlandırılan her nesnenin
bollaştığını bilmemiz yeterli
olacaktır. Öyle ki O'nun geçimini üstlenen kişi -bir
peygamber olmasına rağmen- bu rızık
bolluğuna hayret etmekte ve O'na bunların hepsi
nasıl ve nereden geliyor diye sormaktadır. O ise müminin
samimiyeti ve alçak gönüllülüğü ile Allah'ın
nimeti ve bereketini dile getiriyor ve her işin dizginini
O'na havale ediyor. "Ve O Allah katındadır. Hiç kuşkusuz
Allah dilediğine hesapsız rızık verir!"
Bu, müminin Rabbi ile durumunu belirten bir sözdür. Kendisi
ile Allah arasındaki sırrı korumayı, bu
sırdan söz ederken alçak gönüllü olmayı dile
getiriyor. Onunla övünüp başkasına üstünlük
taslamayı değil...
Allah'ın elçisi Zekeriyya'nın bile hayret etmesine
neden olan bu alışılmamış olayı dile
getirmekle ondan sonra gelecek olan Yahya'nın ve
İsa'nın doğuşunda görülen akıl almaz
olaylara bir giriş yapılmıştır.
ALLAH'IN KUDRETİ
Bu esnada hiç çocuğu olmayan Zekeriyya'nın iç
dünyası harekete geçiyor. İnsanın içindeki
güçlü fıtri çocuk arzusu varlığını
devam ettirme, ardında birilerini bırakma arzusu...
Kendilerini ibadete ve basit bir hayata adayan, kendilerini
kulluğa ve Havra'ya hizmete bağışlayan gönüllerde
bile tamamıyla yok edilemeyen istek... Bu, insanların
hayatlarım sürdürmeleri ve onu daha ileriye
götürmelerinde yüce bir hikmetten dolayı Allah'ın
insanları ona göre yarattığı
fıtratın yapısından gelen bir istektir.