O |
|
O |
|
31- De ki; `Eğer Allah'ı seviyorsanız bana
uyunuz ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Hiç kuşkusuz Allah
bağışlayıcı ve esirgeyicidir.'
32- De ki; :4ilah'a ve peygambere itaat ediniz.' Eğer bu
çağrıya sırt çevirirlerse hiç şüphesiz
Allah kafirleri sevmez.
Allah sevgisi, ne laftan öteye geçmeyen bir iddia ne de insanın
vicdanında kalan bir aşktan ibarettir. Bu sevgi,
Allah'ın Resulüne bağlılık, O'nun gösterdiği
yolda yürüme, O'nun yaşam biçimini gerçekleştirme
ile ortaya konur. İman da söylenen sözler, coşan
duygular, yerine getirilen sembolik ibadetler değildir.
İman; ancak Allah'a ve Resulüne bağlılık,
Peygamberin getirdiği Allah'ın buyruklarına göre
hareket etmedir. İmam İbn-i Kesir, tefsirinde
otuzbirinci ayetle ilgili olarak diyor ki: "Bu âyet-i kerime,
Allah'ı sevdiğini iddia ettiği halde Muhammed'e tâbi
olmayan herkese karşı kesin bir hükümdür. Böyle bir
iddiası olan kişinin, tüm sözlerinde ve eylemlerinde
Muhammedî yaşayışı ve O'nun tebliğ
ettiği dini izlemediği sürece, bunun yalancı
olduğuna hükmedilir. Nitekim Sahih (hadiste) sabit olduğuna
göre Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) `Kim bizim
emretmediğimiz bir işi yaparsa o iş
reddedilmiştir' buyurmuştur..."
İkinci ayet hakkında ise; "De ki: Allah'a ve
Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse.. " Yani
emrine aykırı hareket ederlerse "Allah, kâfirleri
sevmez... Ya da ona aykırı hareket etmenin küfür olduğunu
belirtiyor. Allah bu nitelikte olanları sevmez, isterse O,
Allah'ı sevdiğini iddia edip O'nu savunsun.
İmam İbn-i Kayyim el-Cezviyye, Zadu'l Meâd adlı
eserinde diyor ki:
"Peygamberin gerçekten Peygamber olduğuna ve onun
doğru söylediğine şahitlik eden ehl-i kitap ve müşriklerden
pek çoğunun bu şahitliklerinin onların İslâm'a
girmeleri için yeterli olmadığı gerçeği
üzerinde düşünen herkes, İslâm'ın bunun
ötesinde bir olgu olduğunu kavrayacak, İslâm'ın
sırf kuru bir tanımadan ibaret
olmadığını fark edecektir. Yine, Onun
yalnız tanıma ve kabul etmeden ibaret
olmadığını öğrenecek, İslâm'ın
hem tanıma, hem kabul etme, hem bağlılık, hem
itaat etme zorunluluğu hem de içiyle-dışıyla
boyun eğme olduğunu anlayacaktır..."
Bu dinin öyle belirgin bir gerçeği vardır ki, bu
gerçek olmadan ondan söz edilemez. Bu gerçek de, Allah'ın
yasasına itaat etmek, Allah'ın Resulüne bağlanmak
ve Kur'an'ın hükümlerine teslim olmak gerçeğidir. Bu,
İslâm'ın getirdiği şekliyle Tevhid
inancından kaynaklanan bir gerçektir. Bu da uluhiyette
birlik inancıdır. İnsanların kendisine ibadet
etmesi, emrine bağlılık göstermesi, yasasının
onlar arasında uygulanması, kendisiyle muhakeme
olunacakları ve hükmüne razı olacakları
değer ve ölçüleri belirlemesi ancak bu yegâne uluhiyetin
hakkıdır. Buradan da, insanın hayatında ve bütün
ilişkilerinde hakimiyeti yalnız Allah a veren
egemenlikte birlik bilinci ortaya çıkar. Nitekim, evrenin tüm
işlerinin idaresinde hakimiyet yalnız ve yalnız
Allah'ındır. İnsan da bu koca evrenin küçük bir
parçasından başka bir şey değildir.
Surenin bu birinci dersi -gördüğümüz gibi- bu gerçeği
kapsamlı, mükemmel ve net bir biçimde ortaya koymaktadır.
Müslüman olmak isteyenin, O'nu olduğu gibi kabul etmekten
ve kendisini teslim etmekten başka çıkar yolu yoktur.
Allah katında din, İslâm'dır.. Ve yalnız
Allah'ın belirlediği şekliyle İslâm'dır.
İftiracı ve kuruntu sahiplerinin belirlediği
şekliyle değil...
HZ. İSA'NIN KISSASI
Peygamber ile Yemen'in Necran elçileri arasındaki
tartışmaya parmak basan rivayetler belirtiyor ki;
İsa'nın (selâm üzerine olsun) dünyaya gelişi,
annesi Meryem ve Yahya'nın doğumu ile ilgili
kıssalar ve bu surede yeralan diğer kıssalar elçilerin
etrafa yaymaya çalıştığı şüpheleri
etkisiz hale getirmek amacıyla inmiştir. Elçiler, bu
şüpheleri yaymaya çalışırken: "O,
Allah'ın Meryem'e verdiği sözüdür ve O 'ndan
bir ruhtur." gibi Kur'an'ın
İsa hakkında verdiği bilgilere dayanmaya çalışıyorlardı.
Sonra onların Meryem suresinde geçmeyen birtakım
sorular sorup cevap verilmesini istedikleri belirtiliyor...
Kaydedilen bu bilgiler doğru da olabilir.. Yalnız bu
kıssanın bu surede bu şekilde yeralması
Kur'an'ın açıklamayı dilediği belli
başlı gerçekleri yerleştirmede kıssaları
kullanma genel yöntemiyle paralellik arz etmektedir. Yerleştirilmek
istenen bu gerçekler çoğu zaman, kıssaların içinde
geçtiği surenin de konusu olmaktadır. Onun için kıssa
bu gerçekleri odaklaştıracak, onları ortaya çıkarıp
diriltecek ölçüde ve ona uygun bir üslûpla verilir.
Gerçekleri açıklamada ve onları canlı bir
şekilde engin bir etkiyle kalplere yerleştirmede
kıssaların kendilerine özgü bir yolu vardır.
Kıssalar bu gerçekleri, imanın hayatta pratik olarak
oluşması biçiminde canlandırır. Bu yöntem
ise, gerçekleri sadece soyut bir biçimde verip geçmekten daha
etkilidir.
Burada bu kıssanın, surenin ötedenberi ele aldığı
gerçeklerin aynısını ele
aldığını ve surede yeralan geniş
çizgilerin burada da önemli ölçüde ortaya çıktığını
görüyoruz. Onun için bu kıssa, ele aldığı
konuda meydana gelen sınırlı
karıştırmalardan soyutlanmakta köklü, bağımsız
ve değişmez bir etken olarak ortaya çıkıp,
İslâm'ın inançla ilgili düşüncesinde kalıcı
ve değişmez gerçekleri kapsamaktadır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, surenin ötedenberi
üzerinde yoğunlaştığı temel mesele
şudur: Tevhid meselesi, uluhiyet birliği, hakimiyet
birliği. İsa kıssası -bu derste kaydedilen
kıssalar onu tamamlamaktadır- da bu gerçeği
vurgulamakta, Allah'ın çocuk ve ortak edinme düşüncesini
reddetmektedir, bu şüphenin tutarsızlığını
ve basit bir anlayış olduğunu açıklamaktadır.
Meryem'in doğuşunu ve hayatını açıkladıktan
sonra; İsa'nın doğuşu, Peygamber oluş
tarihi ve bununla ilgili olayları öyle bir yöntemle
anlatmaktadır ki, onun gerçek bir insan ve Peygamberler
zincirinden bir halka oluşu ile, durumunun onların
durumu, yapısının onların yapısı
gibi olduğunda herhangi bir kuşkuya yer
bırakmamaktadır. Doğuşu esnasında ve
hayatı boyunca meydana gelen olağanüstü olayları
gizemlilikten ve kapalılıktan uzak bir biçimde, insanın
aklını ve gönlünü rahatlatacak nitelikte açıklamaktadır.
Böylece insan, İsa'nın doğuşu ve
hayatını normal bir yaşam öyküsü olarak algılamakta
ve hiçbir şeyi yadırgamamaktadır.
Kıssanın hemen ardından şu ilave edilmektedir:
"Allah katında İsa'nın durumu Adem'in
durumu gibidir. O'nu topraktan yaratmış, sonra O'na `ol'
demiş Oda oluvermişti." Burada kalp, kesin
bilginin serinliğine ve neşesine kavuşuyor. Bir çırpıda
kavranabilecek şu gerçek etrafında bu şüphelerin
nasıl oluşturulduğuna hayret ediyor!
Şu sûrenin ötedenberi ele aldığı ikinci
mesele birinci meseleden kaynaklanmaktadır. Din gerçeği;
dinin İslâm oluşu, İslâm'ın
anlamının bağlılık ve teslimiyet demek
olduğu meselesidir. Bu olgu, aynı zamanda
kıssanın arasında da kendini göstermekte ve
İsa'nın (selâm üzerine olsun)
İsrailoğulları'na söylediği şu sözünde
yer almaktadır: "Benden önceki Tevrat'ı
doğrulayıcı ve size yasaklananların
bazılarını helâl kılmak üzere..." Bu
sözde Risaletin yapısına dikkat çekilmektedir.
Gerçekten Peygamberlik; bir yol belirleme, bir düzeni yürürlüğe
koyma; helâl ve haramı açıklama için gönderilir ki,
müminler bu peygamberliğe bağlansın ve ona teslim
olsun... Sonra Havarilerin ifadesiyle teslimiyet ve
bağlılık, anlamını buluyor: "İsa,
onlardaki küfrü far kedince, `Allah'a davet yolunda kim bana
yardımcıdır?' dedi. Havariler: `Allah'ın
yardımcıları bizleriz. Allah'a iman ettik, bizim müslüman
olduğumuza tanık ol' dediler. `Rabbimiz;
indirdiğine iman ettik, Peygambere bağlandık, bizi
tanık olanlarla beraber yaz."-(Al-i İmran
suresi; 52)
Surenin akışı içerisinde önemli yer tutan
konulardan biri de müminlerin Rabblerine karşı
tutumlarının tasviridir. Bu kıssalar, insanlar
arasından seçilmiş ve hepsini birbirinin soyundan
kıldığı bu seçkin grubun hayatından, güzel
örnekler ortaya koymaktadır. İmran'ın
karısının, Rabbi ile konuşmasında,
kızı ile ilgili niyazında... Meryem'in, Zekeriyya
ile konuşmasında... Zekeriyya'nın duasında,
Rabbine yalvarışında... Havarilerin
Peygamberlerinin çağrısı karşısında
verdikleri cevap ile Rabblerine dua edişlerinde ve benzeri
olaylarda bu parlak tablolar somutlaşmaktadır.
Nihayet, kıssalar sona erip hemen ardından ifade
edilen gerçekleri açıklamada kıssaların
olaylarına dayanılarak hakikatler kapsamlı ve özet
olarak belirtiliyor.
İsa'nın (selâm üzerine olsun) gerçek kimliği,
yaratıkların yapısı, ilahî irade, tertemiz
vahdaniyet, ehli kitabın vahdaniyete çağrılışı,
bu meselede onların lânetlenmeye çağırılması
konularına değiniliyor. Konu, peygamberin tüm ehli
kitabı aydınlatması için, bu gerçeğin
aslını derli toplu ve kapsamlı açıklama ile
sona eriyor. Peygamber bu açıklamayı, söz konusu tartışmaya
katılan veya katılmayan, o nesilden olan yahut ondan
sonra kıyamete kadar gelecek olan tüm ehli kitaba yöneltmiş
bulunmaktadır.
"De ki; `Ey kitap ehli, sizinle aramızda ortak olan
şu söze geliniz: Sırf Allah'a kulluk edelim, hiçbir
şeyi O'na ortak koşmayalım ve Allah'ı
bırakıp birbirimizi ilâh edinmeyelim."-( Al-i
İmran suresi; 72)
Bu açıklama ile tartışma sona eriyor. İslâm'ın
insandan ne istediği, insanın hayatı için ne gibi
ilkeler belirlediği ortaya çıkıyor. Dinin
manası; İslâm'ın anlamı açıklık
kazanıyor. Başkalarının din veya İslâm
olarak takdîm ettiği her türlü karma ve bozulmuş
anlayışlar reddediliyor. Bu, geçen konunun nihaî
hedefi olduğu gibi surenin de temel hedefidir. Kur'an
kıssaları bu nihai hedefi; etkili, engin ve anlamlı
o güzel hikâye üslûbu ile anlatıyor ve izah ediyor. Bu
aynı zamanda Kur'an kıssalarının görevi ve
pek çok surede özel bir metoda bağlı olarak
Kur'an'ın üslûbunu ve sunuş yöntemini sağlamlaştırmak
noktasındaki yapısının gereğidir.
İsa kıssası hem burada hem de Meryem suresinde
arz edilmiştir. Buradaki ve oradaki ayet metinlerini
karşılaştırdığımızda,
burada birtakım farklı bilgiler ortaya çıkmasına
rağmen bazı hususların da özetlenmiş
olduğunu görürüz. Meryem suresinde İsa'nın
doğuşuna detaylarına kadar yer verilmişkèn
Meryem'in doğuşu halkasına hiç yer verilmemiştir.
Burada ise İsa'nın peygamberliği ve Havariler
detaylı yer alırken doğuşu özet halinde
geçmiştir.
Burada ayrıca,hikayeden sonraki açıklama daha
uzundur. Çünkü açıklamalar daha kapsamlı bir mesele
etrafında tartışmalarla ilgili olarak
yapılmıştır. Bu mesele Tevhid, Din, Vahiy ve
Risalet meselesidir. Bunlar, Meryem suresinde yeralmaz. Bu açıklama
da kıssaların sunuluşu ile ilgili Kur'an
üslûbunun yapısını belirlemektedir. Yani burada
kıssa, içinde yer aldığı surenin atmosferine
ve ondaki fonksiyonuna göre farklılık arz
edebilmektedir. Şimdi ayet-i kerimeleri detaylı. olarak
ele almaya geçelim.
Bu kıssalar Allah'ın insanların
yaratılışından beri tek olan Risalet görevini
ve tek olan dinin mesajını taşımaları için
tercih edip seçtiği kullarını açıklamakla
işe başlıyor.',Asırlar ve nesiller boyunca
birbirine bağlı değişik merhalelerde iman
kervanına öncülük yapacak olan kullarını açıklamakla
meseleye giriyor. Bu öncülerin birbirlerinin neslinden
geldiklerini belirtiyor. Elbette ki bu neslin, soy bağına
bağlı,olması zorunlu değildir. Buna
rağmen bu neslin soyları Adem ve Nuh peygamberde
birleşmektedir. Bu neslin bağı her şeyden
önce Allah'ın tercilı edip seçmesine bağlıdır.
Buradaki soy bağı aziz olan iman kervanında sürekli
olarak muhafaza edilen inanç birliğidir.
|
|
O |
|
O |
|