19- Allah katında geçerli olan din İslâm'dır.
Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra
karşılıklı ihtirasları yüzünden anlaşmazlığa
düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse bilsin
ki, Allah'ın hesaplaşması çok çabuktur.
20- Eğer seninle tartışmaya
kalkışırlarsa de ki; `Ben bana uyanlar ile birlikte
tüm varlığım ile Allah'a teslim oldum.'
Kendilerine kitap verilenler ile kitapsız müşriklere `Siz
de teslim oldunuz mü?' diye sor. Eğer teslim olurlarsa
doğru yola girmiş olurlar. Eğer sırt dönerlerse
sana düşen sadece duyurmaktır. Allah
kullarını hakkıyle görür.
Bir tek uluhiyet.. Öyleyse kulluk da yalnız bir ilâhadır.
Bu uluhiyete teslim olmak, kulların kalplerinde ve
hayatlarında Allah'ın otoritesi dışında
hiçbir varlığa yer bırakmaz.
Bir tek uluhiyet... Öyleyse insanların kendisine ibadet
etmesinde, emrine bağlanmasında, yasasını ve hükmünü
kendi aralarında uygulamasında, onların değer
yargılarını ve ölçülerini belirlemesinde, bu değer
yargılarına ve ölçülere uymalarım emretmesinde,
baştan sona kadar bütün hayatlarını razı
olduğu direktife uygun biçimde kurmalarını
istemesinde gerçekten hak ve yetki sahibi yalnız bir hah
vardır.
Bir tek uluhiyet... Öyleyse bir tek inanç vardır. O da
Allah'ın kendi kullarından kabul ettiği inançtır.
Saf ve net olan tevhid inancı. Sözünü ettiğimiz
Tevhidin gerekleri ise:
"Allah katında din İslâm'dır"...
O İslâm ki, kuru bir iddiadan ibaret değildir,
sadece bir sembol değildir, sadece dil ile söylenen bir
sözcük değildir, hatta kalbin huzur içinde kapsamına
aldığı bir düşünce de değildir...
Bireylerin kendi başlarına namazda, oruçta ve Hacc'da
yerine getirdiği birtakım bireysel dini görevler hiç
değildir. Hayır... Allah'ın insanlar için
kendisinden başka hiçbir dini kabul etmediği İslâm
bu değildir... Burada sözü edilen İslâm teslim
olmakla gerçekleşen İslâm'dır... İtaat ve
bağlılıkla gerçekleşen İslâm'dır.
Kulların aralarında Allah'ın kitabını
hakem tayin etmekle gerçekleşen İslâm'dır...
Nitekim, az sonra Kur'an'ın akışı içinde
bunlar ele alınacaktır.
İslâm, uluhiyet ve otorite birliğinin kabul
edilmesidir, birlenmesidir... Halbuki ehl-i kitap Allah'ın yüce
zatı ile İsa'nın (selâm üzerine olsun) zatını
karıştırdıkları gibi, Allah'ın
iradesiyle İsa'nın iradesini de
karıştırıyorlardı. Bu düşüncelere
bağlı olarak aralarında şiddetli
anlaşmazlıklara düşüyorlardı. Bu
anlaşmazlıklar çoğu zaman onları birbirini
öldürmeye, aralarında savaşların çıkmasına
neden oluyordu... İşte burada Allah, ehl-i kitaba ve islâm
topluluğuna bu anlaşmazlığın nedenlerini
belirtmektedir.
"...Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra
karşılıklı ihtirasları yüzünden anlaşmazlığa
düştüler."
Bu, işin gerçek yüzünü bilmemekten kaynaklanan bir
anlaşmazlık değildir. Çünkü Allah'ın
birliğini, uluhiyetin tekliğini, insanın
yapısını ve kulluk gerçeğini bildiren kesin
ilim onlara gelmiş bulunmaktadır. Onlar ancak "aralarındaki
azgınlıktan", taşkınlıktan ve zulümden
dolayı ayrılığa düşmekteydiler; zira
Allah'ın kitaplarının, yasalarının ve
belirlediği inanç sisteminin kapsadığı
doğruluk ve adaletten ayrılmış bulunmakta
idiler.
Surenin girişinde çağdaş hıristiyan yazar
T V. Arnold'dan yaptığımız alıntıda,
siyasal akımların, bu mezhebî ayrılıkları
nasıl körüklediğini görmüştük. Burada
gördüklerimiz Yahudilik ve hristiyanlık tarihi boyunca
zaman zaman tekrar sahnelenen olaylardan yalnız bir örnektir.
Mısır, Şam ve bu iki ülkeye bağlı
bulunan yörelerin Roma idaresine karşı
olduklarından Roma'nın resmî mezhebini nasıl
reddettiklerini ve başka bir mezhebe
bağlandıklarını da görmüştük! Aynı
şekilde bir Roma imparatoru olan Herakliyüs' ün kendi
ülkesinin parçalarını birleştirme çabaları
da orta yolu arayan bir mezhebin doğuşuna neden
olmuştu. İmparator bununla bütün amaçlarına
ulaşacağını sanıyordu!! Sanki inanç,
siyasal ve ulusal manevralarda kullanılabilecek bir
oyuncaktı!! İşte bu tutum,
azgınlığın en çirkin biçimiyle taşkınlığın
tâ kendisidir. Hem de kasıtlı ve bilinçli azgınlık!
Bu nedenle en uygun yerinde korkunç tehdit yer almaktadır:
"Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse bilsin ki,
Allah'ın hesaplaşması
çok
çabuktur."
Bu tehdit Tevhid gerçeği üzerindeki ayrılığı
küfür saymış, kafirleri de hesaplarının
çarçabuk görülmesiyle tehdit etmiştir. Böylece
kendilerine tanınacak zaman küfürde, inkârda ve ayrılıkta
ısrara neden olmasın...
Sonra Peygamberine (sâlat ve selâm üzerine olsun) ehl-i
kitaba ve müşriklere karşı tavrını
belirlemede ayrılış çizgisini telkin etmiştir.
Böylece Peygamber onlara karşı mesajını net
olarak ortaya koyabilecek, ondan sonra onların işini
Allah'a havale edecek, apaydınlık yolunda ve yalnız
başına kalsa da yürümeye devam edecektir:
"Eğer seninle tartışmaya
kalkışırlarsa de ki: `Ben bana uyanlar ile birlikte
tüm varlığım ile Allah'a teslim oldum: Kendilerine
kitap verilenler ile kitapsız müşriklere `Siz de teslim
oldunuz mu?' diye sor. Eğer teslim olurlarsa doğru yola
girmiş olurlar Eğer sırt dönerlerse sana düşen
sadece duyurmaktır. Allah, kullarım hakkıyla görür."
Daha öncekilere ilave olarak fazla açıklamaya gerek yok.
Ya uluhiyet ve otorite birliği itiraf edilerek teslim olmak
ve bağlanmak gerekecek, ya da uzun uzadıya
pazarlıklara ve art niyete girişilecektir. O zaman da
Tevhid ve İslâm gerçekleşmeyecektir.
Bu nedenle yüce Allah, Resulüne (salât ve selâm üzerine
olsun) hem inancını hem de yaşam biçimini açıklayacak
bir tek sözü telkin etmektedir:
"Eğer seninle tartışırlarsa..."
Yani
Tevhid'de ve dinde: "De ki: `Ben yüzümü Allah'a teslim
ettim.", ben ve bana uyanlar.. burada "uyma"
ifadesinin bir esprisi vardır. Bu, sırf
doğrulamaktan ibaret değildir. O, bağlanmaktan
ibarettir. Aynı şekilde "yüzünü teslim
etmek" de önemli bir espriye sahiptir. Yani bu sırf
dille söylemek ya da kalple inanmak değildir. Bu
da ancak teslim olmakla gerçekleşir.
İtaat ve bağlılık ile birlikte bir teslim
oluş.. Yüzünü teslim etme, bu teslim oluşun
dolaylı anlatımıdır. Yüz, insanın en
değerli ve en üstün organıdır. Bu ifade, çağrıya
kulak veren, izleyen, boyun eğen, itaat eden
bağlanışın tablosunu
canlandırmaktadır.
İşte bu, Muhammed'in (salât ve selâm üzerine
olsun) inancı ve yaşam biçimidir. Müslümanlar da
inancında ve yaşam biçiminde O'nun takipçileri ve
izleyicileridir. Öyleyse ehl-i kitaba ve müşriklere,
durumlarını belirleyici, tavırlarım ortaya
koyucu soruyu sormalıdır. Her iki kapıyı
birbirinden açık bir şekilde ayıran,
karışma ve benzeşmeye yer bırakmayan
ayırıcı çizgiyi belirlemelidir.
"Kendilerine kitap verilenler ile kitapsız müşriklere
`Siz de teslim oldunuz mu?' diye sor."
Onlar birbirinin aynıdır. Bunlar da onlar da.. Müşrikler
de ehl-i kitap da açıkladığımız
anlamı ile İslâm'a çağrılmaktadır. Bunu
kabul ettikten sonra onun gereklerini yerine getirmeye, hayatta
Allah'ın kitabını ve yaşam biçimini hakem
olarak tayin etmeye davet edilmektedirler. Onu kabul ettikten
sonra gereklerini yerine getirmeye, hayatta Allah'ın
kitabını ve yaşam biçimini hakem olarak tayin
etmeye çağrılmaktadır.
Eğer İslâm'a girerlerse, doğru yolu bulmuş
olurlar."
Hidayet tek bir biçimde ortaya çıkmaktadır. O da
İslâm biçiminde gerçekleşmektedir. Bu gerçekliği
ve bu yapısıyla İslâm; bunun dışında
doğru yola ulaşmanın başka biçimleri, başka
şekilleri, başka şartları ve başka
yolları da yoktur... İslâm dışında
kalanlar ise ancak sapıklık, cahiliyye,
şaşkınlık, eğrilik ve kaypaklık içindedir...
"Eğer yüz çevirirlerse, sana ancak tebliğ
etmek düşer"
Haberi ulaştırdıktan sonra Resulün hizmeti sona
erer, görevi biter. Tabi ki bu durum, Allah'ın O'na İslâm'ı
kabul etmeyenler vazgeçip şu iki şıktan birini
kabul edinceye kadar onlarla savaşmayı emretmesinden
önceydi: Sonradan gelen hükme göre onlar ya dini kabul edip din
ile somutlaşan otoriteye boyun eğecekler, ya da cizye
ödemek suretiyle düzene itaat edeceklerine dair anlaşma
yapacaklardı... Çünkü inançta zorlama olmazdı...
"Allah, kullarım hakkıyle görür."
Görmesi ve bilgisine uygun biçimde onların
işlerinde tasarrufta bulunur. Her bakımdan
insanların işi O'nun fermanına bağlanır.
Fakat Allah, yalancı!ar ile isyankarlar hakkındaki
sonsuza dek geçerli Sünnetullah'a uygun olarak onları ve
benzerlerini bekleyen sonlarını kendilerine açıklamadan
onları kendi halleriyle başbaşa -bırakmaz: