Mala
boyun eğmekten özgür olma, cimriliğin
boyunduruğundan kurtulma, bireysel zevklerin arzusuna
karşı evrensel insan kardeşliğini ve
insanların yaşadığı dünyaya yakışacak
bir biçimde insanlar arasında bir
dayanışmanın gerçekleşmesini ilan etme
vardır!
Bunların hepsinden sonra, seher vaktinde
bağışlanma dilemek ise; meltem rüzgarlarının
dalgalandığı serin, engin gölgeleri ortaya
koymaktadır. Zaten yalnızca "seherler"
kavramı gecenin tanyerinin ağarmasından önceki
zaman dilimine gölgeler düşürmektedir. Havanın
berraklaştığı, durgunluğa ve
sessizliğe kavuştuğu, insanın gönlünde saklı
bulunan manevi duygularının harekete geçtiği zaman
kesiti!.. Buna bir de bağışlanmayı dileme
tablosu eklendiği zaman hem insanın iç dünyasında
hem de varlığın özünde var olan ahenk içinde bir
atmosfer meydana gelir. Artık burada insanın ruhu ile
evrenin ruhu yaratıcılarına yönelmede el-ele tutuşurlar.
İşte sabredenler, doğru olanlar, gönülden kulluk
edenler, mallarını Allah yolunda harcayanlar, seherlerde
bağışlanma dileyenler... Onlara, "Allah'ın
rızası vardır"... Zaten onlar Allah'ın
rızasına layıktırlar; gölgesi cömertlik ve
manası merhamet olan Allah'ın rızasına... O,
her çeşit arzudan daha üstündür, her güzellikten daha
güzeldir...
İşte Kur'an bu şekilde, insanın beşeri
duygularını toprak üzerindeki yerinden başlayarak
yavaş yavaş ufuklarda, aydınlıklarda
dalgalandırmaktadır. Şefkat ve
merhametle,rahatlık ve kolaylık içinde, onun bütün fıtratını
yani tüm özlemlerini güçsüzlüğünü, zaaflarını,
yeteneklerini ve eğilimlerini gözönünde bulundurarak
harekete geçirmektedir. Bunu yaparken herhangi bir baskıya
ve zorlanmaya başvurmaz. Hayatın
akışını durdurmadan ve beşeri Melei A'lâ'ya
kadar yükseltir. İşte Allah'ın
yarattığı fıtrat ve işte Allah'ın bu
fıtrat için belirlediği proğram... "Allah
kulları görendir"....
EGEMENLİK
Surenin buraya kadarki akışı, Tevhid gerçeği
ile uluhiyyet, otorite ve risalet birliğini ortaya
koymayı hedef alıyordu... Gerçek müminler ile kalbinde
eğrilik
bulunan
sapıkların Allah'ın ayetlerine ve kitabına
karşı tavırlarını tasvir ediyordu...
Sapıkları geçmişte ve günümüzde inkar edenlerin
çarpıldığı cezanın aynısıyla
tehdit ediyordu... Daha sonra ibret almaktan alıkoyan
fıtrî dürtülerin yapısını ortaya koyuyor;
takva sahiplerini Rabblerine karşı tutumlarını
ve onların Allah'a
sığınışlarını tasvir ediyordu...
Şimdi ise bu konunun sonuna kadar kendimizi başka bir
hakikatin önünde buluyoruz... Bu, temel hakikat olan Tevhid'in
bir sonucudur. Beşerin pratik hayatında gerçekleştirmeyi
gerektirmektedir. İşte bu dersin ikinci bölümü bu
hakikati ele almaktadır.
Bu nedenle, birinci hakikati tekrar vermekle başlıyor
ki, onun için gerekli olan etkilerini bunun üzerine bina etsin.
..Önce yüce Allah'ın "Kendisinden başka hiçbir
İlâh olmadığına" şahidlik etmesiyle;
meleklerin ve ilim sahiplerinin de bu gerçeğe şahitlik
ettikleriyle başlıyor. Bununla beraber Allah'ın
hakimiyet ile ilgili sıfatı da açıklanıyor.
Bu sıfat, hem insanların işlerinde hem de evrenin
işlerini düzenlerken adaleti gerçekleştirmesi
sıfatıdır.
Allah, uluhiyyet ve otoritede eşsiz olduğu sürece,
bu gerçeği kabul etmenin ilk sonucu olarak, yalnız
Allah'a kulluğun kabul edilmesi ve kulların tüm işlerinde
O'nun yegane otorite sahibi tayin edilmesi, kulların
Rabblerine teslim olmaları, kendilerine hakim olan
otoritesine itaat etmeleri, O'nun kitabına ve Peygamberine
uymaları zorunlu olacaktır.
Yüce Allah'ın "Allah katında geçerli olan
din İslâm'dır" sözü bu gerçeği garanti
etmektedir... Allah, İslâm'dan başka hiçbir dini hiç
kimseden kabul etmez... Teslim olma, itaat etme ve bağlanma
anlamıyla İslâm... Buna göre Allah'ın insanlardan
kabul buyuracağı din, akıldaki sırf bir düşünce,
gönüldeki sırf bir doğrulama değildir. 'Allah'ın
kabul edeceği din, ancak bu doğrulamanın ve bu düşüncenin
gereğini yerine getirmekle gerçekleşecek olan dindir.
Bu din, kulların tüm işlerinde Allah'ın yolunu
hakem kabul etmeleri, onun verdiği hükme itaat etmeleri ve
Allah yolunda Allah'ın elçisine uymalarıdır.
İşte böylece... Ehli kitabın hallerine hayret
ediliyor ve onların durumları açığa vuruluyor...
Çünkü onlar Allah'ın dini üzere olduklarını
iddia ediyorlar' ama sonra: "Aralarında hüküm
vermesi için Allah'ın kitabına çağrıldıklarında
onlardan bir grup geri duruyor ve onlar yüz çeviriyorlar"!..
Halbuki bu tavır, dindarlık iddiasıyla temelden
çelişiyor. İslâm dışında Allah'ın
kabul edeceği hiçbir din yoktur... Allah'a teslim olmadan,
onun elçisine itaat etmeden, O'nun yoluna bağlanmadan;
hayatla ilgili hükümlerde O'nun kitabını hakem kabul
etmeden asla İslâm'dan söz edilemez.
Onların Allah'ın dinine iman etmediklerini somut
olarak ortaya koymakta olan bu yüz çevirmelerinin nedenini de
açığa çıkarmaktadır. Buna göre yüz
çevirmelerinin nedeni, hesap gününde "adaletle"
cezalandırmanın gerçekleşeceğine
sağlıklı bir biçimde inanmamalarıdır:
"Çünkü onlar `sayılı birkaç gün dışında
ateş bize dokunmayacaktır' demişlerdi." Zira
Ehli Kitap olduklarına bel bağlamışlardı:
"Uydura geldikleri hükümler dinlerinde kendilerini aldatmıştı."
Bu ise aldatıcı bir cüretkârlıktan başka
birşey değildir... Onlar kitap sahibi değildir,
aslında mümin de değillerdi. Mutlak olarak onlar
Allah'ın dini üzere de bulunmuyorlardı; çünkü aralarında
hükmetmesi için Allah'ın kitabına çağrıldıklarında
onlardan bir grup geri duruyor ve yüz çeviriyorlardı.
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de dinin anlamını ve
dine bağlılık gerçeğini bu şüphe
götürmeyen kesinlikle ortaya koymaktadır... Allah kullardan
bunun berrak ve kesin bir şekli olan dinden: İslâmdan
başkasını kabul etmemektedir. İslâm ise,
Allah'ın kitabın hakem olarak kabul etmek, O'na itaat
etmek ve Ona bağlanmaktır... Kim bunları yapmazsa
onun hiçbir dini yoktur ve o müslüman da değildir; ne
kadar İslâm iddiasında bulunsa Allah'ın dini
üzere olduğunu ileri sürse de... Çünkü bizzat Allah'ın
kendisi, Allah'ın dinini belirlemekte, ortaya koymakta ve açıklamaktadır.
Bu din, tanımlanmasında ve
sınırlarının belirlenmesinde insanın arzu
ve isteklerine boyun eğmez... Herkes istediği
şekilde O'nun sınırlarını belirleyemez,
O'nu tanımlayamaz!
Hayır. Aksine kâfirleri -Kur'an ayetlerinin de belirttiği
gibi kâfirler; Allah'ın kitabıyla muhakeme
olunmayı kabul etmeyenlerdir- dost edinenler "Allah ile
hiçbir ilişkisi olmayan" kimselerdir... Onlar hiçbir işte
Allah ile bir bağları kalmamıştır...
Onlar ile Allah arasında hiçbir şekilde bir
ilişkiden söz edilemez. Allah'ın kitabını
hakem tutmayı reddeden kâfirleri dost edinmek, onlara yardım
etmek ya da onlardan yardım dilemek Allah ile tüm ilişkilerin
kesilmesi için yeterlidir!
Burada müslüman, dini temelinden silip süpüren bir dost
edinme eyleminden sert bir biçimde sakındırılmaktadır.
Kur'an'ın ifade biçimi bu sakınmaya evrensel bir
bakış açısını da ilave etmektedir. Müslüman
cemaatin bu evrende işleyen güçlerin gerçek mahiyetini
kavraması istenmektedir. Buna göre Allah tek başına
hüküm ve tasarruf sahibi, mülkün sahibi, dilediğine mülkü
veren, mülkü dilediğinden alan, dilediğini güç ve
onur sahibi yapıp, dilediğini güçsüz kılandır...
İnsanların işleri üzerindeki bu hükümranlığın
tüm evren üzerindeki hükümranlığının
yalnızca bir parçasıdır. Geceyi gündüze,
gündüzü de geceye çeviren, ölüden diriyi, diriden de
ölüyü çıkaran O'dur... Hem insanların işlerini
hem kâinatın işlerini adalet ile yürütmek budur işte.
Şu halde ne kadar malları, güçleri ve çocukları
olursa olsun O'nun dışında hiçbir varlığın
dostluğuna gerek yoktur. Yer yer tekrarlanan ve vurgulanan bu
sakındırma o günkü müslüman cemaatin pratik yaşantısını
ortaya koymaktadır. Çünkü onlar henüz bu konuda tam bir
netliğe kavuşmamışlardı. Ayrıca
Mekke'de müşrikler, Medine'de de yahudilerle,
bazıları ailevi, sosyal ve ekonomik bağları
nedeniyle ilgileniyorlardı. İşte söz konusu durum
bu açıklamayı ve sakındırmayı zorunlu
kılıyordu. Yanısıra, insan psikolojisinin
ortada olan beşeri güçlerden etkilenmeye eğilim
duyması, işin gerçek mahiyetini ve güçlerin gerçek
alanını hatırlatmayı zorunlu kılması
açıklanmış olmaktadır. Bir yandan da
inancın temeli ve pratik hayattaki gerekleri açıklanmaktadır.
Bu bölüm, şüphe götürmez kesin bir ifade ile sona
ermektedir; İslâm, Allah'a ve Resulüne itaat etmektir.
Allah'a giden yol, Peygambere bağlılık yoludur.
Sadece kalp ile inanmak ve dil ile şehadet getirmek
değildir: "Deki: `Eğer Allah'ı
seviyorsanız bana uyun Allah da sizi sevsin..:, "Deki:
`Allah'a ve Resule itaat ediniz, şayet yüz çevirirlerse,
Allah kaf