137- Sizden önce ilahi yasaların
değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar
gelip geçti. Yeryüzünü geziniz ve Allah'ın ayetlerini
yalan sayanların akıbetini görünüz.
138- Bu Kur'an, insanlara yönelik bir açıklama,
takvalılar için bir doğru yol kılavuzu, bir öğüttür.
139- Sakın gevşemeyiniz, karamsarlığa
kapılmayınız. Eğer mümin iseniz üstün
gelecek olan taraf sizlersiniz.
140- Eğer siz (Uhud'da) yara aldınız ise
karşınızdakiler de benzeri bir yara
almışlardır. Biz bu tür acı günleri insanlar
arasında dolaştırırız. Allah'ın
kimlerin mümin olduklarını belirlemesi ve
aranızdan bazı şahitler seçmesi içindir bu. Hiç
kuşkusuz Allah zalimleri sevmez.
141- Bunun bir başka sebebi Allah'ın, müminleri arındırması
ve kâfirleri yok etmesidir.
142- Yoksa siz, Allah içinizdeki cihad edenleri ayırd
etmeden ve sabırlıları belirlemeden Cennete
girebileceğinizi mi sandınız?
143- Sizler ölümle karşılaşmadan önce onu
arzuluyordunuz. Oysa onu görünce bakıp duruyorsunuz.
Bu çarpışmada müslamanlara bir yara isabet etmişti.
Ölüm ve yenilgi tatmışlardı. Ruhlarında ve
bedenlerinde birçok eziyetler çekmişlerdi. Onlardan
yetmiş sahabe öldürülmüştü. Resulullah'ın (salât
ve selâm üzerine olsun) dişi kırılmış,
yüzü yaralanmış ve müşrikler yanına kadar
sokulmuşlardı. Ayrıca birçok arkadaşı da
yaralanmıştı. Bütün bunların sonunda
ruhlarda bir sarsıntı ve Bedir'de elde edilen
olağanüstü zaferden sonra beklenmedik bir çarpılma
baş göstermişti. Öyle ki, başlarına
gelenlerden sonra bazı müslümanlar, "Bu da nerden çıktı?",
"Müslüman olduğumuz halde bizim işlerimiz böyle
mi gidecekti?" demeye başlamışlardı.
Burada Kur'an-ı kerim, müslümanları Allah'ın
yeryüzündeki kanunlarına, her işin gereğince
akıp gittiği temellere döndürmektedir. Bu kanunlar
hayatın dışında değildirler. Hayata hükmeden
kanunlar değişikliğe uğramadan seyrine devam
etmektedir. İşler düzensiz olarak yürümez. Şayet
onlar, bu kanunlardan ders alıp özlerini kavrarlarsa,
olayların arka planındaki hikmet açıkca görülür,
olayların ötesindeki hedef açıklanmış olur.
Böylece, olayların tâbi olduğu düzenin değişmezliği
ve bu düzenin ötesinde gizli hikmetin varlığıyla
tatmin olurlar. Yollarına devam ederken bu kanunların
ışığında seyir çizgilerini belirlerler.
Böylece zafer ve üstünlük elde etmek için, başta Allah'a
ve Resulüne itaat etmek olmak üzere zaferin sebeplerine sarılmadan
sırf müslüman oluşlarını söylemeleri
yeterli değildir.
Surenin akışının burada işaret edip
bakışlarını yönelttiği kanunlar; tarih
boyunca yalanlayanların akibetleri, zafer dolu günlerin
insanlar arasında yer değiştirmesi,
sırların arındırılması için denenme,
zorluklar karşısında sabır gücünün sınanması
ve sabredenlerin zaferi, yalanlayanların da mahvolmayı
haketmeleridir.
Bu kanunların sunulması sırasında ayetler,
dayanmaya, zorluklar karşısında direnmeye
teşvik ve yasalarından dolayı müminleri teselli
etmeye büyük özen göstermektedir. Üstelik bu yara sadece
onlara dokunmamıştır. Düşmanları da
aynı yarayı almışlardı. Hem onlar, akide
ve hedef bakımından düşmanlarından daha
üstün, yol ve metod itibarıyla daha doğrudurlar.
Dolayısıyla sonuç onlarındır. Kafirlerin
payına düşen de felakettir her zaman...
"Sizden önce ilahi yasaların
değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar
gelip geçti. Yeryüzünü geziniz ve Allah'ın ayetlerini
yalan sayanların akıbetini görünüz."
"Bu Kur'an insanlara yönelik bir açıklama
takvalılar için bir doğru yol kılavuzu, bir öğüttür."
Kuşkusuz Kur'an,
insanlığın
geçmişini bu gününe, bugününü de geçmişine
bağlar. Buradan hareketle de geleceğine işaret eder.
İlk defa bu sözlerle karşılaşan
Arapların ne hayatları, ne bilgileri ne de deneyimleri
-İslâm'dan önce- bu derece kapsamlı bir görüşe
uygundur. İslâm ve Kur'an işte bu Arapları yeni
bir hayata kavuşturmuş ve onları cihana hükmeden
bir ümmet olma ufuklarına yükseltmiştir.
Arapların yaşadıkları kabile düzeni; onların
düşüncelerini, yeryüzü sakinleriyle dünyada cereyan eden
olaylar arasında ve tabiat olaylarıyla herşeyin
kendilerine uygun hareket ettiği evrensel yasalar
arasında bir bağ kurmaya yöneltmesi bir yana o yarımada
sakinleriyle hayat maceraları arasında bile bir bağ
kurmaya yöneltemezdi. Bu değişme, çevreden
kaynaklanmayan uzun vadeli bir değişimdi. O zamanki
hayatın kaçınılmaz bir aşaması da
değildi. Bu niteliği onlara İslâm akidesi kazandırdı.
Hatta onlara bu aşamayı kazandırdı. Çeyrek asır
gibi kısa bir sürede bu aşılmaz düzeye yükseltti.
Üstelik çağdaşları, bu yüce düşünce
ufkuna asırlar sonra ulaşabildiler. Evrensel
yasaların değişmezliğini nesiller sonra
kavrayabildiler. Bu yasa ve kuralların
değişmezliğini algıladıkları zaman
da bunlara egemen olan ilahi iradeyi ve herşeyin sonuçta
Allah'a döneceği gerçeğini unuttular. Oysa bu seçkin
ümmet, bütün bunlara inanmış, düşünce ufukları
genişlemiş ve duygularında, yasaların
değişmezliği ile ilahi iradenin serbestliği
arasında bir denge meydana gelmişti. Böylece, hayatı,
değişmez yasalarla birlikte hareket etmekle istikamet
bulmuş, bundan sonra da ilahi iradenin serbestliğiyle
tatmin olmuştu.
"Sizden önce ilahi yasaların
değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar
gelip geçti."
Evet bunlar, hayata hükmeden yasalardır. Bunları
serbest irade yerleştirmiştir. Sizin zamanınız
dışında ne meydana gelmişse, Allah'ın
dilemesiyle aynısı sizin zamanınızda da
meydana gelecektir. Onlardan durumunuza uygun olanlar
kuşkusuz size de uygulanacaktır.
"...Yeryüzünü geziniz..."
Yeryüzünün tamamı bir bütündür. Bütün yeryüzü
insan hayatına bir sahnedir. Yeryüzü ve yeryüzündeki
hayatî hadiseler gözlerin ve algılama yeteneklerinin
istifadesine sunulmuş asli bir kitaptır.
"...Allah'ın ayetlerini yalanlayanların
akıbetini görünüz."
Bunların sonuna, yeryüzündeki izleri ve onlardan sonra
anlatılan hayat serüvenleri şahittir. Kur'an-ı
kerim bu hayat hikayelerinden ve izlerden birçoğunu
değişik yerlerde zikretmektedir. Bazısını
aktarırken yer, zaman ve şahıslar
bakımından sınırlandırırken
bazısına sınırlama ve ayrıntıya
dalmadan işaret etmektedir. Burada da genel bir işaret söz
konusu edilmektedir ki, genel bir sonuç çıkarılsın.
Çünkü dün yalanlayanların başına gelenler bugün
ve yarın da yalanlayanların başına gelecektir.
Böylece, bir taraftan müslüman cemaatin kalplerini sonuçtan
emin olmaları, diğer taraftan yalanlayanlarla birlikte
ayaklarının kaymasından sakınmaları
sağlanmış oluyor. Kuşkusuz o zaman hem güvenceye
hem de sakındırmaya ihtiyaç duyanların
varlığı söz konusuydu. Surenin akışı
içinde bu nedenlerin birçoğuna değinilecektir.
Bu yasanın açıklanmasından sonra öğüt ve
ibret için şu açıklama yer alıyor:
"Bu Kur'an, insanlara yönelik bir açıklama,
takvalılar için bir doğru yol kılavuzu, bir öğüttür."
Bu, bütün insanlar için bir açıklamadır. Ve
şayet şu yol gösterici açıklama olmasaydı
insanlar hiçbir zaman hidayete ulaşamazlardı. Çünkü
hidayet; uzun ve zor bir beşerî değişimdir. Ancak
özel bir grup buradaki hidayeti algılayabilir, öğütten
nasibini alabilir. Ondan yararlanıp hidayete ulaşabilir.
Bunlar "Müttakîler" grubudur...
Hidayete açık olan bir mümin kalpten başkası,
yol gösterici söze gereken dikkati göstermez. Bu üstün öğütten,
hidayet için çarpan ve onunla hareket eden takva sahibi kalpler
yararlanabilir ancak... İnsanların, bilgi
aracılığıyla Hakk ile batılı,
hidayet ile sapıklığı ayırd ettikleri
çok az vaki olmuştur. Çünkü hakk, tabiatındaki açık
ve belirginlik nedeniyle uzun açıklamalara ihtiyaç duymaz.
Ancak insanların hakka karşı eğilimleri ve
hakk yolu seçme istekleri hep eksik olmuştur. Hakkı
isteme ve onun yolunu seçme gücü imandan başka hiçbir
duygudan kaynaklanmadığı gibi onu takvadan
başkası da koruyamaz. Buna benzer direktiflerin sık
sık Kur'an'da tekrarlanması bu yüzdendir. Bu Kitap'ta
yer alan hakk, hidayet, nur, öğüt ve ibret... Evet bunların
tümünün müminler ve müttakiler için olduğu gerçeği
yerleştiriliyor. Çünkü kalbi; nur, hidayet, öğüt ve
ibret için açan iman ve takvadır. Hidayeti ve nuru seçmeyi
öğüt ve ibretten yararlanmayı, yoldaki acılara
dayanmayı kalbe süslü gösteren bunlardır.
İşin aslı budur. Evet budur sorunun özü. Sadece
bilgi ve marifet yetmez... Nice bilgi ve marifet sahipleri, gerek
beraberinde bilgi ve marifetin fayda vermediği şehvete
boyun eğmek, gerekse hakkın
taşıyıcıları ve dâvâ adamlarını
bekleyen işkencelerden korkmak sebebiyle batılın
bataklığında bocalamışlardır.
İNANIYORSANIZ MUTLAKA GALİPSİNİZ
Bu geniş açıklamalardan sonra güçlendirmek,
teselli etmek ve sağlamlaştırmak için surenin akışı
müslümanlara yönelmektedir:
"Sakın gevşemeyiniz karamsarlığa
kapılmayınız; eğer mümin iseniz
üstün
gelecek olan taraf sizlersiniz"
Uğradığınız zayıflıktan
dolayı gevşemeyin. Başınıza gelen
musibetlerden ve kaçırdığınız
fırsatlar yüzünden üzülmeyin. Üstün olan sizsiniz. Herşeyden
önce akide üstündür; çünkü, siz sadece Allah'a secde
edersiniz. Onlarsa, O'nun yarattıkları şeylerin
kimine ya da bazısına secde ederler Hayat metodunuz
üstündür; çünkü siz Allah'ın gösterdiği metoda göre
hareket ediyorsunuz. Onlarsa Allah'ın yarattıkları
insanların hazırladığı metoda
uymaktadırlar. Üstlendiğiniz rol üstündür; çünkü
siz, bütün insanlığın önderliğini elinizde
bulunduruyorsunuz, topyekün insanlığın
öncülerisiniz. Onlarsa metodtan uzaklaşmış ve
yoldan sapmışlardır. Yeryüzündeki konumunuz
üstündür; Çünkü Allah'ın size vadettiği yeryüzünün
mirası sizindir, onlarsa yokluğa ve unutulmaya
yuvarlanıp gideceklerdir. Şayet gerçek müminlerseniz,
üstün olan sizsiniz. Gerçekten inanıyorsanız,
gevşemeyin, üzülmeyin! Cihad, imtihan ve arınmadan
sonra sonucun sizin olması için yaralar almanız ve
yaralanmanız yüce Allah'ın bir kanunudur.
"Eğer siz (Uhud'da) bir yara aldınız ise
karşınızdakiler de benzeri bir yara
almışlardır. Biz bu tür acı günleri,
insanlar arasında dolaştınız. Allah'ın
kimlerin mümin olduklarını belirlemesi ve
aranızdan bazı şahitler seçmesi içindir bu. Hiç
kuşkusuz Allah zalimleri sevmez."
"Bunun bir başka sebebi de Allah'ın müminleri
arındırması ve kafirleri yok etmesidir."
Burada onlara ve yalanlayanlara isabet eden yaralardan söz
edilmekle, müşriklerin yaralar aldığı müslümanlarınsa
kurtuldukları Bedir savaşına işaret
edilmiş olabileceği gibi savaşın
başında müslümanların galip geldiği Uhud
savaşına da işaret edilmiş olabilir. Bu
savaşta müşrikler yenilmiş ve yetmiş ölü bırakmışlardı.
Müslümanlar peşlerine düşmüş
boyunlarını vuruyorlardı. Öyle ki birara savaş
ortasında müşriklerin bayrağı yere düşmüş,
kimse de kaldırmaya yeltenmemişti. Sonra bir kadın
kaldırmıştı da etrafında birikip
toplanmışlardı. Okçular Resulullah'ın (salât
ve selâm üzerine olsun) emrinden çıkıp ihtilâfa düşünce
de üstünlük müşriklere geçti. Müslümanların
başına gelen, savaşın sonunda gelmişti.
Bu, Allah'ın değişmez kanunlarından birinin
gerçekleşmesi için ayrılığa düşmeye ve
mevziden ayrılmaya uygun bir cezaydı. Okçuların
ayrılığa düşüp mevzilendikleri yerden çıkmaları
ganimet arzusundan kaynaklanıyordu. Yüce Allah zaferi, savaş
alanında kendi yolunda cihad edip basit dünya nimetlerini
arzulamayanlara yazmıştır. Bu arada yüce Allah'ın
değişmez kanunlarından biri daha gerçekleşmiş
oluyordu. Bu da, insanların çalışma ve niyetlerine
uygun olarak zafer ve yenilgi günlerinin insanlar arasında dönüp
dùrmasıdır. Bir gün bunların olur bir diğer
gün onların... Bu sayede hatalar ortaya çıkıp
karanlıklar aydınlandığı gibi müminler
ve münafıklar da açığa çıkar.
"Eğer siz (Uhud'da) yara aldınız ise
karşınızdakiler de benzeri bir yara
almışlardır. Biz bu tür acı günleri insanlar
arasında dolaştırırız. Allah'ın
kimlerin mümin olduklarını belirlemesi içindir
bu."
Rahatlıktan sonra sıkıntı,
sıkıntıdan sonra rahatlık...
Kuşkusuz, ruhların cevherini; kalplerin
tabiatını, içindeki karmaşıklık veya
saflığın, telaş veya sabrın, Allah'a
bağlılığın veya ümitsizliğin ya da
isyan etmenin derecesini ortaya çıkaran ölçü...
Böyle durumlarda, saflar ayrılır, mümin-münafık
ortaya çıkar, bunlar ve onlar kendi gerçekleriyle
belirirler. İnsanların ruhlarının
derinliklerinde bulunan bozukluklar günyüzüne çıkar.
Birbirine karışıp son derece kapalı
oldukları halde üyeleri ve bireyleri arasında uyum
eksikliğinden kaynaklanan bu keşmekeşlik ve şu
kusurlar giderilmiş olur bu sayede.
Yüce Allah, müminleri de münafıkları da bilir. O,
kalplerin sakladıklarını da bilir. Ancak, olaylar,
zafer ve yenilgi günlerinin insanlar arasında yer
değiştirmesi, gizli duyguları ortaya çıkarıp
insanların hayatında bir olgu meydana getirir.
İmanı açık bir amele, aynı şekilde
nifakı da açık bir uygulamaya dönüştürürler.
Hesap ve ceza bundan sonra söz konusu olur. Çünkü yüce Allah
insanları, kendisinin bildiği işlerinden
dolayı değil ancak kendilerinden meydana gelenlerden
dolayı sorgular.
Bu zafer ve yenilgi günlerinin yer değiştirmesi,
sıkıntı ve rahatlığın ard arda
gelişi, yanılmaz bir mihenk ve haksızlığa
meydan vermeyen bir ölçüttür. Bu noktada rahatlık da
sıkıntı gibidir. Çünkü nice ruhlar vardır
ki sıkıntı anında sabredip gerçeğe
sıkı sıkıya sarılmalarına
rağmen rahatlık zamanında gevşeyip ödün
verirler. Mümin ise zorlukta sabredip, bollukta da boş
vermeyen kişidir. O her iki durumda da Allah'a yönelir.
Kendisine dokunan iyilik ya da kötülüğün Allah'ın
izniyle olduğunu çok iyi bilir.
Yüce Allah, beşeriyete önderlik için adım atmak
üzere olan şu topluluğu, rahatlıkla imtihandan
sonra sıkıntı ile, olağanüstü bir zaferden
sonra acı bir yenilgiyle imtihan ediyordu. Bu ve sebepleri yüce
Allah'ın zafer ve yenilgi için yürürlükte olan kanunlarına
uygun meydana gelseler de bununla, müslüman cemaatin zafer ve
yenilginin sebeplerini bilmesi, Allah'a daha çok itaat etmesi,
O'na dayanması, himayesine yapışması ve bu
metodun özelliklerini ve yükümlülüklerini iyice bilmesini
amaçlıyordu.
Surenin akışı, birçok yönden savaşta
meydana gelen olayların arka planındaki hikmetini, günlerin
insanlar arasında yer değiştirmesinin nedenini,
safların ayrılması ve yüce Allah'ın müminleri
belirlemesini müslüman ümmete açıklayarak sürüyor:
"...Ve aranızdan bazı şahitler seçmesi
içi
ndir bu..."
Bu deyim, şu derin manayı olağanüstü bir
şekilde ifade etmektedir: Kuşkusuz şehidler seçilmiş
kimselerdir. Yüce Allah onları kendisi için mücahitler
arasından seçmiştir. O halde Allah yolunda şehid düşmüş
birisi için bir hayıf ya da zarar söz konusu değildir.
Bu, bir seçkinlik, arınmışlık, üstünlük ve
ayrıcalıktır. Bunlar, yüce Allah'ın kendisi için
ayırmak, yakınlığıyla onurlandırmak
için şehadetle rızıklandırdığı
kişilerdir.
Sonra onlar, yüce Allah'ın insanlara gönderdiği,
hakka tanıklık ettirdiği şahitlerdir. Yüce
Allah onları şahit tutmuş, onlar da
şahitliklerini yerine getiriyorlar. İçinde bir kuşku,
üzerinde bir itiraz ve çevresinde bir tartışmaya
girmeden, ölene kadar, bu hakkın gerçekleşmesi ve
insanların hayatında yer etmesi uğrunda cihad etmek
suretiyle yerine getiriyorlar şahitliklerini. Yüce Allah
onlardan, O'nun katından kendilerine gelen şeyin gerçek
olduğunu bilmek, buna kesinlikle inanmak, O'nun için herşeyden
soyutlanmak, O'nun dışındaki herşeyin
değersiz olduğunu kavrayıp onurlanmalar için
şahitler seçmişti. Bu şahitler, bu hakk olmadan
insan hayatının ıslah olup istikrar
bulamayacağına kesinlikle inanmak, batılla
savaşmak ve onu. insan hayatından kovmak, dünyalarında
hakkı yerleştirmek ve insanların üzerindeki
hakimiyette Allah'ın metodunu gerçekleştirmek için
cihaddan kaçınmamak suretiyle şahitlik
yapmışlardı. Evet, yüce Allah, bunların tümüne
şahit olmalarını istemekte, onlar da
şahitliklerini hakkıyla yerine getirmektedirler.
Onların şahitlikleri ölene kadar sürdürdükleri
şu cihaddır. Bu da münakaşa ve hile götürmeyen
kesin bir şahitliktir.
"Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resulullah"
şehadet cümlesini diliyle söyleyen herkese, bu
şehadetin anlamını ve gereklerini yerine getirmedikçe
şehadet getirdi denemez. Şehadetin anlamı;
Allah'tan başka ilah edinmemektir. Dolayısıyla
Allah'tan başkasına şeriat için başvurmamaktır.
Çünkü uluhiyetin en belirgin özelliği kullar için kanun
koymaktır; aynı şekilde kulluğun en belirgin
özelliği de her konuda Allah'a başvurmaktır. Bu
şehadetin bir diğer anlamı da, Allah'ın elçisi
olduğundan her konuda Allah'a başvurmayı Hz.
Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun) kanalıyla yapmak
ve bu kaynağın dışında başka bir
kaynağa dayanmamaktır.
Bu şehadetin gereği; Hz. Muhammed'in (salât ve
selâm üzerine olsun) bildirdiği şekilde yeryüzünde
uluhiyetin, tek başına Allah'ın olması ve
Muhammed'in ; örnek olduğuna imandır. Bunun
yanında Allah'ın insanlar için dilediği metodun;
egemen, galip ve itaat edilen metod olması, istisnasız bütün
insanların hayatını düzenleyen düzenin bu olması
için cihad etmektir.
İş bu uğurda ölmeyi gerektiriyorsa, bu dereceye
yükselen şehittir. Yani yüce Allah şehidden bu
şahitliği dilemiş o da hakkıyla yerine
getirmiştir. Yüce Allah onu şahit edinmiş ve bu yüce
makamla onurlandırmıştır.
Şu olağanüstü ifadenin anlatmak istediği
budur;
"...Ve aranızdan şahitler seçmesi içindir
bu..."
Bu, "La ilâhe illallah Mahummedün Resulullah"
-Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Allah'ın Resulüdür-
şehadetinin anlamı ve gereğidir. Yoksa
şehadetin anlamından çıkarılan, ruhsat,
gaflet ve kayıplar değil...
"...Allah zalimleri sevmez."
Kur'an-ı kerimde zulümden çokca sözedilmekte ve bununla
da zulmün en karanlığı ve en çirkini olan
şirk kastedilmektedir. Kur'an'da şöyle buyurulur: "Kuşkusuz
şirk; çok büyük bir zulümdür." (Lokman su;esi;
13) Buhari ve Müslim İbn-i Mes'ud'un (Allah O'ndan
razı olsun) şöyle dediğini rivayet ederler:
"Dedim ki, `Ya Resulullah, hangi günah daha büyüktür?'
`Seni yarattığı halde ona eş
koşmandır' buyurdu."
Surenin akışı, daha önce yüce Allah'ı
yalanlayanların konumuna işaret etmişti. Şimdi
ise yüce Allah'ın zalimleri sevmediği gerçeği
yerleştiriliyor. Bu da, Allah'ın sevmediği
zalim-yalanlayanları bekleyen şeylerin bir başka
şekilde te'kid
edilmesi
amacına yöneltir. "Allah
zalimleri sevmez" deyimi
müminin ruhunda zulüm ve zalimlere karşı nefret
duygusunu canlandırmaktadır. Cihad ve şehidlikten söz
edilirken, bu duyguyu burada canlandırmak konunun ruhuna
uygun düşmektedir. Çünkü mümin kendisini, sevmediği
şeyleri ve kimseleri bertaraf etmek uğruna feda eder.
İşte şehitlik makamı budur, şehadet bunun
içindir ve yüce Allah, bunlardan şahitler edinir... Sonra
Kur'an ayetlerinin akışı kafirleri bertaraf etmede
Allah'ın çizdiği kaderinin araçlarından bir araç
ve yalanlayanları yok etmede O'nun gücüne bir perde olmaları
için müslüman ümmeti eğitirken,
arındırırken ve o yüce rolüne hazırlarken
olayların arka planındaki hikmeti açıklamakla
devam etmektedir.
"...Allah'ın müminleri arındırması ve
kafirleri yok etmesidir."
Arınmak; ayrılış ve farklılıktan
bir aşamadır. Ve bu operasyon ruhun içinde ve vicdanın
derinliğinde gerçekleşmektedir. Bu, kişiliğin
gizli yönlerini açığa çıkarma ve gizlilikler
üzerine ışık saçma operasyonudur. Şüphe,
kusur ve karmaşıklığı çıkarıp
kapalılık ve pusluluk bırakmaksızın insan
kişiliğini temiz, açık ve hakk üzere kararlı
kılma işlemine girişilmiştir.
Çoğu zaman insan, kendi nefsinden, onun gizli yönlerinden,
alışkanlık ve dolambaçlarından habersiz olur.
İnsan, zaafının ve gücünün gerçeğini
deşelemedikçe ortaya çıkmayan ve içinde yer etmiş
olan tortuların gerçeğini bilemez çok kere.
Yüce Allah'ın, sıkıntı ve rahatlık
arasında insanlar içinde yer değiştirdiği
zafer günlerinin doğurduğu arınma işlemi,
insanlara bu acı mihenkten, olayların, deneylerin,
pratik ve hareketli durumların mihenginden önce bilmedikleri
nefislerine ilişkin birçok şeyi öğretmektedir.
İnsan kendisinde, güç, cesaret ve fedakârlık,
cimrilik ve ihtirastan kurtulmuşluk duygularının
bulunduğunu zannedebilir. Sonra, pratik deneylerin
ışığında, meydana gelen olaylarla yüzyüze
geldiğinde henüz nefsinde temizlenmemiş yaraların
bulunduğunu ve baskılar karşısında
direnecek olgunluğa erişmediğini anlar.
İnsanın bunu bilmesi ve nefsini, bu davanın
tabiatının gerektirdiği baskılara ve. bu
akidenin gerektirdiği sorumluluklara dayanacak olgunluğa
getirmek için yeniden Kur'an potasında şekillendirmesi
gerekir.
Yüce Allah, şu seçkin kitleyi, beşeriyete önderlik
için eğitiyordu. Onlar da şu yeryüzünde istediğini
gerçekleştirmek istiyordu. Bu yüzden kendilerini takdir
edilen rolün düzeyine yükseltmek ve çizdiği kaderi
elleriyle gerçekleştirmek için Uhud'daki olayların
ortaya çıkardığı gibi bu şekilde
onları arındırıyordu.
"...Kafirleri yok etmesidir..."
Hakk, ilân edilip arınmak suretiyle kirlerden
kurtulduğunda batılı onunla mahvetmekle ilgili
kanunu gerçekleştirsin diye...
Karşılığı bilinmez gibi ortaya
konarı (istinkârî) bir soruda Kur'an-ı kerim, müslümanların,
davalar, zafer ve yenilgi, iş ve
karşılığına ilişkin düşüncelerini
düzeltmekte, onlara, Cennet'in yolunun zorluklarla çevrili
bulunduğunu, azığın da yoldaki eziyetlere
sabretmek olduğunu, yoksa derinleşme ve arınmaya
dayanmayan temenni ve uçucu idealler olmadığını
açıklamaktadır.
"Yoksa siz Allah içinizdeki cihad edenleri ayırd
etmeden ve sabırlıları belirlemeden Cennete
gireceğinizi mi sandınız?"
"Sizler ölümle karşılaşmadan önce onu
arzuluyordunuz. Oysa onu görünce bakıp duruyorsunuz."
Sorunun istinkâri oluşu, insanın diliyle "Ben müslüman
oldum ve ben ölüme hazırım" demesinin yeterli
olduğuna bu sözle imanın yükümlülüklerini yerine
getirdiğine, dolayısıyla Cennete ve Allah'ın
hoşnutluğuna kavuşacağına ilişkin düşüncenin
korkunç derecede hatalı bir düşünce olduğu
uyarısında bulunmak amacına yöneliktir.
Çünkü bu, yaşanan deneyler, pratik sınavlar, cihad
ve belayla karşılaşma, sonra cihadın
sorumluluklarına ve belaların
ağırlığına sabretmekle mümkündür.
Kur'an ayetinde önemli bir soruna dikkat çekilmektedir:
"Yoksa siz, Allah içinizdeki cihad edenleri..."
"..Ve sabırlıları belirlemeden..:'
Müminlerin yalnızca cihad etmeleri yeterli değildir.
Davanın zorluklarına karşı sabretmek de
gerekmektedir. Zorluklar meydan savaşında yapılan
cihadla bitmeyecek kadar sürekli ve çeşitlidir. Savaş
alanındaki fiili cihad, imanın gerektirdiği ve
sabretmeyi istediği davanın en hafif zorluğu
olabilir. Hergün karşılaşılan birçok meşakkat
vardır. İman ufkuna doğru istikamet bulmanın
meşakkati. İmanın gerçeklerini teorik ve pratik
olarak dengeli bir şekilde yerine getirme zorluğu; müminin,
günlük hayatında beraber bulunduğu
insanların" nefislerinden ve başka özelliklerinden
beliren insana özgü zaaflara karşı o esnada
sabır... Batılın üstünlük kazandığı,
mücadele edip zafer kazanmaya başladığı dönemlerde
sabır. Yolun uzunluğuna, mesafenin
uzaklığına ve engellerin çokluğuna
karşı sabır... Cihad, sıkıntı ve
çarpışmanın zorluğuna ilişkin
sabır... Rahatlığın vesvese ve nefsin
saptırmalarına karşı sabır... İdeal
ve dille söylenen sözlerle ulaşılamayan Cennetin
zorluklarla çevrili yolunda cihadın sadece bunlardan biri
olduğu bilinci ve daha nice işkenceye karşı
sabır...
ÖLÜM V E HAYAT
"Sizler ölümle karşılaşmadan önce onu
arzuluyordunuz. Oysa onu görünce bakıp duruyorsunuz."
Böylece surenin akışı dille söylenen
kelimelerden ibaret ölçüt ile karşılaştığı
gerçek ölçüt arasında duygularında bir denge
oluşturmak için, onları daha önce karşılaşmayı
arzuladıkları ve savaş alanında yüzyüze
geldikleri ölümle bir daha karşı kârşıya
getirmektedir. Bununla söyledikleri her sözün muhasebesini
yapmalarım, yüzyüze geldiklerinde karşılaştıkları
gerçeğin dışında ruhların dahi pratik
birikiminin durumunu ölçmelerini öğretmektedir. Böylece ağır
olguların ışığında, sözün,
ideallerin ve vaadlerin değerini takdir edebilirler. Sonra
onlara, kendilerini Cennete ulaştıracak yöntemin
sözlerin gerçekleşmesi, hayellerin somutlaşması
ve gerçek bir cihad olduğunu öğretiyor. Yüce Allah
bütün bunları insanların dünyasında pratik
olarak gerçekleştirip öğretiyor.
Kuşkusuz yüce Allah, müminlerin bir çabası ve
yardımı olmaksızın, ilk andan itibaren
peygamberlerini, davasını, dinini ve hayat metodunu
galip getirebilirdi. Ad, Semud, ve Lût kavmine yaptığı
gibi müşrikleri yok etmek için onlarla birlikte -ya da
onlarsız- savaşsınlar diye melekler indirebilirdi.
Ancak sorun zafer değildir. Sorun bütün zaaf ve
eksiklikleri, şehvet ve istekleri, cahiliyye ve
sapıklıklarıyla beşeriyetin önderliğini
eline almaya hazırlanan müslüman ümmetin eğitilmesiydi.
Beşeriyete önderlik, önder olacakların üstün bir
şekilde hazırlanmalarını gerektiren önemli
bir görevdir. Öncelikle, ahlâk gücünü sürekli hakk üzere
bulundurmayı, zorluklara sabretmeyi, insan nefsindeki zaaf ve
güç odaklarını bilmeyi, hata noktalarından ve
sapıklık kaynaklarından ve bunların tedavi yöntemlerinden
haberdar olmayı gerektirir. Sonra şiddette olduğu
gibi bollukta, o gün kahredici ve acı gelen bolluktan
sonraki şiddette de sabretmeyi gerektirir.
Yüce Allah bununla müslüman cemaati, yeryüzündeki varlık
sebepleri kıldığı o korkunç ve meşakkatli
role hazırlamak için eğitiyordu. Kuşkusuz yüce
Allah, şu geniş mülke halife kıldığı
insanın nasibine bu meşakkatleri de eklemeyi
dilemiştir.
Yüce Allah'ın müslüman ümmeti önderliğe
hazırlamaya ilişkin takdiri, değişik araçlar
ve sebepler, farklı koşul ve olgularla kendi yoluna
devam etmektedir. Bazen müslüman kitlenin kesin zafer elde
etmesi; böyle umutlanmaları, ilahi yardımın gölgesinde
kendilerine olan güvenlerinin artması, zaferin
tadını denemeleri, onun sarhoşluğuna
sabretmeleri, şımarıklık, kibir ve gururu
yenme güçlerini ölçmeleri ve alçakgönüllülükle Allah'a
şükretmeleri, bazan da, Allah'a sığınmaları,
şahsî güçlerinin gerçeğini
algıladıkları ve Allah'ın metodundan en ufak
bir sapmanın ortaya çıkardığı
eksikliği öğrendikleri yenilgi, hüzün ve zorluk
şeklinde yoluna devam etmektedir. Bu şekilde yenilginin
acılığını denemelerine rağmen,
arı gerçeğe sahip olmaları, içlerindeki zaaf ve
eksiklik noktalarını öğrenmeleri, şehvetin
etkilediği ye'sleri belirlemeleri, ayakların
kaydığı hususları ortaya çıkarmaları
ve böylece gelecek harekette bütün bu olumsuzluklardan
kurtulmaları ile batıla karşı üstünlük sağlarlar.
Allah'ın takdiri, hiçbir değişikliğe ve
sınırlandırmaya uğramadan zafer ve yenilgiden
dersler çıkararak Allah'ın kanununa uygun olarak yoluna
devam eder.
Bunların tümü, şu ayetlerde gördüğümüz
gibi Kur'an'ın akışının müslüman kitle
için biriktirdiği Uhud savaşından elde edilen sonuçların
bir yönünü oluşturmaktadır. Kuşkusuz bunlar, her
zamanki müslüman cemaat ve müslüman nesiller için yararlanılacak
birikimlerdir.
Daha sonra surenin akışı, İslâm düşüncesinin
büyük gerçeklerini yerleştirmek, müslüman cemaati bu
gerçeklerle muhatab kılmak, savaşta meydana gelen
olaylardan bu gerçekler için bir eksen oluşturmak ve böylece
İslâm toplumunu Kur'an'ın eşsiz metoduyla
eğitmek için bir araç edinmek suretiyle sürmektedir.