123- Nitekim Bedir'de Allah sizi zafere ulaştırdı,
oysa siz zayıftınız. O halde Allah'tan korkunuz,
O'na şükretmiş olasınız.
124- Hani sen müminlere `Allah'ın gökten indirilmiş
üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?' diyordun.
125- Evet, eğer siz sabreder ve Allah'tan korkarsanız,
bu arada onlar şimdi, şu taraftan üzerinize saldırırlarsa
Allah size beşbin nişanlı melekle yardım eder.
126- Allah size bu yardımı sırf size müjde
olsun ve bu sayede kalpleriniz rahatlasın diye yaptı.
Yoksa zafer, sadece üstün iradeli ve hikmet sahibi olan
Allah'tan kaynaklanır.
127 Allah kafirlerin bir bölümünü kırıma
uğratmak ya da bozguna düşürüp umutsuz biçimde geri
dönmelerini sağlamak için size zafer kazandırdı.
128- Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah
ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden
onları
azaba çarptırır.
129- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. O
dilediğini affeder, dilediğini de azaba çarptırır.
Hiç kuşkusuz Allah affedici ve merhametlidir.
Daha önce de değindiğimiz gibi Bedir'deki zaferde
mucize esintisi var. Çünkü zafer için gerekli bilinen maddi
araçlar olmaksızın gerçekleşmiştir. Müminlerle
müşrikler arasındaki kefe denk olmadığı
gibi denk olmaya da yakın değildi. Müşrikler, bin
kişi dolayında bir kuvvetle Ebu Süfyan'ın
yardım çağrısına karşılık
vermek ve beraberindeki kafileyi korumak amacı ve savaşa
hazırlıklı olarak mallarını ve
şereflerini korumak duygusuyla çıkmışlardı.
Müslümanlar ise üçyüz dolayında bir kuvvetle bu
silahlı toplulukla savaşmaktan ziyade, kafileyi
karşılamak ve yolunu kesmek gibi kolay bir yolculuk için
çıkmışlardı. Sayıları gibi
hazırlıkları da yetersizdi. Müslümanları
Medine'de belirli bir güçleri olan müşrikler, toplum içinde
belirgin bir konumları olan münafıklar ve kendilerini gözetleyen
yahudiler beklemekteydi. Bütün bunların yanında, küfür
ve şirk çoğunluğuyla kaplı
yarımadanın ortasında müslüman bir azınlıktı
onlar... Sonra henüz Mekke'den kovulmuş Muhacirler ve
onları koruyan Ensar'dan oluşan ve bu çevrede istikrarlı
bir görünüm arz etmeyen ufacık bir topluluk
sıfatını da üzerlerinden atamamışlardı.
Yüce Allah, bütün bunları onlara hatırlatmakta ve
bunca olumsuz şartlar arasında gerçekleşen bu
zaferi ilk sebebine döndürmektedir.
"Nitekim Bedir'de Allah sizi zafere ulaştırdı,
oysa siz zayıftınız. O halde Allah'tan korkunuz ki,
O'na şükretmiş olasınız"
Onlara zaferi veren yüce Allah'tır. Şu ayetler
grubunda belirtilen hikmete binaen galip gelmişlerdir. Yoksa
ne kendileri ne de başka birşey onları galip
getirmez. O halde sakınıp korkarlarsa, zafer ve
yenilgiyi elinde bulunduran, bütün güç ve otoriteye sahip olan
Allah'tan sakınıp korksunlar. Olabilir ki bu
sakınma onları şükretmeye sevk eder de her durumda
Allah'ın üzerlerindeki nimetine layık şükrü ifa
ederler...
Ayet-i kerimenin Bedir'deki zaferi hatırlatırken
değindiği ilk konu... Ardından, sanki şimdi
oluyormuş gibi savaş sahnesini gözlerinin önüne
getirerek o manzarayı duygularında
canlandırıyor:
Hani sen, müminlere `Allah'ın gökten indirilmiş
üçbin melekle yardım etmesi size yetmez mi?' diyordun".
"Evet, eğer siz sabreder ve Allah'tan
korkarsanız ve bu arada onlar şimdi şu taraftan
üzerinize saldırırlarsa, Allah size beşbin
nişanlı melekle yardım eder."
Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) bu ilahi sözleri,
Bedir günü kendisiyle silahlı topluluğu
karşılamaktan çok, ticaret malı yüklü kervanı
karşılamak üzere çıkmış ancak
karşılarında silahlı bir topluluk bulan müslüman
azınlığa söylüyordu. Resulullah o gün, birer beşer
oluşları nedeniyle duygu ve düşüncelerine yakın
alışageldikleri güçlerin yardımına her zaman
ihtiyaç duyan müminlerin kalplerini ve ayaklarını
sabitleştirmek için Rabbinden aldıklarını
olduğu gibi tebliğ ediyordu. Ayrıca onlara bu
yardımın şartını da bildiriyordu;
sabır ve takva... Düşmanın
saldırısını karşılarken sabır...
Zafer ve yenilgi durumunda kalbi Allah'a bağlayan takva...
"Evet, eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız,
bu arada onlar şimdi şu taraftan üzerinize saldırırlarsa,
Allah size beşbin nişanlı melekle yardım eder."
İşte şimdi yüce Allah, bütün işlerin
sonuçta kendisine döndüğünü, bütün faaliyetlerin kaynağının
kendisi olduğunu, melekleri indirmenin, müminlerin
kalplerine bir muştu olmak ve bununla yakınlık,
sevinç, güven ve sebat sağlamaktan başka bir şeye
mebni olmadığını, zaferin doğrudan
doğruya O'nun yüce katından olduğunu, hiçbir vasıta,
sebep ve araca gerek kalmadan yalnızca takdirine ve iradesine
bağlı olduğunu bildiriyor.
"Allah size bu yardımı sırf müjde olsun ve
bu sayede kalpleriniz rahatlasın diye yaptı. Yoksa zafer,
sadece üstün iradeli ve hikmet sahibi olan Allah'tan kaynaklanır."
Kur'an-ı kerim, bu temel kurala bulaşan
şaibelerin müslümanın düşüncesine takılmaması
için bütün işleri sonuçta Allah'a döndürmeye büyük
özen göstermektedir. Herşeyi topyekün Allah'ın mutlak
iradesine, etkin dilemesine ve kesin kaderine döndürmeye ve
sebeplerin ve aracıların kendilerinden kaynaklanan bir
faaliyetlerinin olmadığını; ancak, yüce
iradenin onları harekete geçirip dilediğini bunlar
vasıtasıyla gerçekleştirdiği birer alet
oldukları kuralını yerleştirmeye büyük özen
gösteriyor.
"Yoksa zafer sadece üstün iradeli ve hikmet sahibi olan
Allah'tan kaynaklanır."
Kur'an-ı kerim gerçek alemde olduğu gibi, kul ile
Rabb, mümin kalp ile Allah'ın takdiri arasında perdesiz,
engelsiz, araçsız ve aracısız direkt bir bağ
kurmak için bu kuralı İslâm düşüncesine yerleştirmeye
ve her türlü şaibeden arındırmaya, ayrıca
zahiri sebep araç ve aletlerin kendiliğinden bir
faaliyetlerinin olmadığı gerçeğini
yerleştirmeye dikkat etmiştir.
Kur'an-ı kerimde, çeşitli te'kid yöntemleriyle
tekrarlanan bu ve benzeri direktifler, bu gerçeği son derece
parlak, yol gösterici, derin ve aydınlatıcı
şekilde müslümanların gönüllerine yerleştirmektedir.
Böylece müslümanlar, yalnızca yüce Allah'ın gerçek
anlamda faaliyet sahibi olduğunu anlamış oldular.
Kendilerinin de Allah tarafından, araç ve sebeplere sarılmaya,
çaba sarfetmeye ve yükümlülüklerini yerine getirmeye
emrolunduklarını kavramış oldular. Bu sayede
gerçekten ikna olup emredilene itaat ederek bilinç ve davranış
arasındaki şaşırtıcı dengeyi
sağlamış oldular.
Ancak bütün bunlar, zamanla, olayların meydana
gelmesiyle, şimdi ve bu suredeki birçok benzerinde olduğu
gibi olaylar ve onların değerlendirilmesi yöntemiyle eğitme
sürecinde gerçekleşti.
Bu ayetlerde, içinde Resulullah'ın (salât ve selâm
üzerine olsun) müminlere sabır ve takvaya
sarılmaları, savaş alanında düşmanla bu
şekilde yüzyüze geldiklerinde direnmeleri halinde Allah katından
yardım olarak gelecek melekleri vadettiğini görüyoruz.
Sonra melekleri indirmenin ötesindeki etkin kaynağın,
herşeyin iradesine bağlandığı ve zaferin
O'nun emri ve izniyle gerçekleştiği yüce Allah olduğu
hakikatini bildiren Bedir'den bir sahneyi gözler önüne
getirmektedir.
"Üstün iradeli ve hikmet sahibi olan Allah"
"O, üstün iradeli"dir. Otorite sahibi güçlü
O'dur. Ve 0 zaferi gerçekleştirmeye kadirdir. O,
"Hikmet sahibi"dir. Yüce takdiri hikmetine uygun olarak
tecelli eder. Zaferi de ötesindeki hikmetini gerçekleştirmek
için vermektedir.
Ardından ayet-i kerime, bu zaferi ve diğer bütün
zaferlerin arkasındaki gizli hikmeti açıklamakta,
zaferin gerçekleşmesinde hiçbir insanın
etkinliğinin söz konusu olmadığı
bildirilmektedir.
"Allah kafirlerin bir bölümünü kırıma
uğratmak ya da bozguna düşürüp umutsuz biçimde geri
dönmelerinï sağlamak için size zafer kazandırdı."
"Bu konuda senin yapabileceğin birşey yok. Allah
ya onların tevbelerini kabul eder ya da zalimlikleri yüzünden
onları azaba çarptırır."
Zafer, Allah'ın takdirini gerçekleştirmek amacı
ile yine Allah tarafından bahşedilmektedir. Gerek
Resulullah'ın gerekse beraberindeki mücahitlerin, zaferin
gerçekleşmesinde hiçbir etkinlikleri söz konusu olmadığı
gibi hiçbir kişisel amaçları ya da payları da söz
konusu değil. Onlar kendileriyle dilediğini gerçekleştiren
ilahî güce birer perde olmaktan öteye gidemezler. Zafere
sebebiyet teşkil etmedikleri ve zaferin meydana gelmesini
sağlamadıkları gibi zaferin sahipleri de kendileri
değildir. Dolayısıyla taşkınlık
yapamazlar. Zafer, arka plânda kastedilen hikmetin gerçekleşmesi
için, Allah'ın kulları aracılığıyla
ve O'nun desteğiyle gerçekleşen ilahi takdirdir.
"Allah kafirlerin bir bölümünü kırıma
uğratma
k için..."
Öldürmek suretiyle sayılarını azaltır..
Ya da fethetmekle topraklarını eksiltir... Veya
kahretmekle otoritelerini eksiltir. Yahut ganimet alarak
mallarını eksiltir... Ya da yenilgiye uğratmakla
yeryüzündeki faaliyetlerini kısıtlar.
"..ya da bozguna düşürüp umutsuz biçimde geri
dönmelerini sağlamak için"
Yani yüce Allah onları, yenilmiş alçaklar olarak
döndürür, böylece hüsrana uğrayıp kahrolarak geri dönerler.
"...ya onların tevbelerini kabul eder."
Müslümanların zafer kazanması kâfirler için birer
nasihat bir ibret vesilesi olabilir. Onları imana ve İslâm'a
sevk edebilir. Böylece yüce Allah küfürden tevbe etmelerini
kabul eder. Onlara İslâm ve hidayet üzere dünyadan ayrılmayı
nasip eder.
"...Ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır."
Müslümanların onlara galip gelmesiyle veya esir
olmalarıyla ya da acıklı azapla sonuçlanan küfür
üzere ölmeleriyle azaplandırır. Bu, kafir
olmalarının, müslümanlara eziyet etmelerinin,
yeryüzünde fesat çıkarmalarının, İslâm'ın
hayat için koyduğu metodun, kanun ve düzenin temsil ettiği
barışa karşı koymalarının, küfrün
ve İslâm'a engel olmanın ardında gizli daha nice
zulmü işlemelerinin cezasıdır.
Ve her hâlukârda bu, Allah'ın hikmetidir.
İnsanların hiçbir etkinlikleri söz konusu değildir.
Hatta ayet-i kerime bu olguyu tamamen Allah'a özgü kılmak için
Resulullah'ı da aradan çıkarıyor. Çünkü bu olay
ortaksız olan ve biricik uluhiyyet kapsamına
girmektedir.
Böylece müslümanlar, zaferden, onun sebep ve sonuçlarından
benliklerini sıyırırlar. Bu sayede, zaferin galip
gelenlerin ruhlarına verdiği kibirden,
azgınlıktan, böbürlenmekten, ruhlarına ve
şahdamarlarına üflediği kendini
beğenmişlik duygusundan kurtularak, bu işte hiçbir
paylarının olmadığını,
başından sonuna kadar işin tamamen Allah'a ait
olduğunu idrak ederler.
Bununla ayet-i kerime, itaat eden veya isyan eden bütün
insanların işlerini Allah'a döndürüyor. Bu iş,
sadece Allah'ın işidir. Bunun karşısında
bu davanın ve beraberinde itaatkarı ve isyânkarı
ile bütün insanların konumu da bu... Nebi (salât ve selâm
üzerine olsun) ve beraberindeki müslümanların görevlerini
yerine getirdikten sonra sonuçtan ellerini çekmek dışında
başka bir işlevleri söz konusu değildir. Mükafatları
ise, sözünü yerine getiren, dostluğuna bağlı
kalan ve kulların ecrini eksiksiz veren Allah'a aittir.
Ayetlerin akışında görüleceği gibi
başka nedenler de "Bu konuda senin yapabileceğin
birşey yok" yargısını gerekli
kılmıştır. Nitekim, ayetlerin
akışında bazısının "Bu
işte bizim bir fonksiyonumuz var mı?" (
Al-i
İmran suresi; 154)· dedikleri,
bir kısmının da "Bu işte
payımız olsaydı burada öldürülmezdik" (Al-i
İmran suresi; 155) dediklerine
rastlanmaktadır. Bu ayet onlara, hiçbir işte, ne zafer
ne de yenilgide, hiç kimsenin bir etkinliğinin söz konusu
olmadığını, insanlardan yalnızca itaat,
bağlılık ve görevi yerine getirme istendiğini,
bundan sonrasının ise tamamen Allah'a ait olduğunu,
hiç kimsenin, hatta Resul'ün (salât ve selâm üzerine olsun)
bile bir fonksiyonunun olmadığı gerçeğini
haykırmaktadır. Bu hakikat, İslâm düşüncesinin
temel kurallarından biridir. Bunun ruhlarda yer etmesi
kişilerden, olaylardan ve bütün değerlerden daha
üstündür.
Bedir savaşına ilişkin bu hatırlatma, temel
gerçeklerin düşüncede yer etmesine yönelik bu çaba,
zafer ve yenilgi işinin Allah'ın hikmetine ve takdirine
döndüğü gerçeğini içeren daha kapsamlı bir gerçekle
son buluyor. Bu hakikatin yerleşmesi asıl büyük
hakikatin yerleşmesiyle tamamlanıyor; evrendeki bütün
işlerin Allah'a ait olduğu, bu yüzden dilediğini
bağışladığı, dilediğine de
dilediği gibi azap verdiği gerçeği ile...
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır.
O, dilediğini affeder, dilediğini de azaba çarptırır.
Hiç kuşkusuz Allah affedici ve merhametlidir."
Bu, mutlak egemenliğe dayalı mutlak iradedir. Göklerde
ve yerde bulunanlar üzerindeki hükümdarlığı
gereği, kulların işleri üzerindeki mutlak
tasarruftur bu... Bağışlama ve azap etmekle kullar
arasında bir zulüm veya kayırma söz konusu değildir.
Bu konuda herşey hikmet, adalet, rahmet ve mağfiretle
sonuçlanmaktadır. Çünkü, rahmet ve mağfiret yüce
Allah'ın şanındandır.
"Hiç kuşkusuz Allah affedici ve merhametlidir."
O'na dönmek, işleri topyekün O'na havale etmek, gerekli
olan görevleri yerine getirmek, bundan sonrasını, sebep
ve araçların arka plânındaki hikmetine, kaderine ve
mutlak iradesine bırakmak suretiyle O'nun mağfiretinden
ve rahmetinden yararlanma kapısı bütün kullara açıktır.
SAVAŞIN SÜREKLİ OLANI
Ayetlerin akışı, Uhud savaşını,
orada meydana gelen olay ve hadiselerin değerlendirilmesini
sunmaya girişmeden önce, bölümün başında da
işaret ettiğimiz gibi ruhun derinliklerinde ve
hayatın çevresinde süren büyük çarpışmaya
ilişkin direktiflerle gelmektedir. Söz; faizden, faizle iş
görmekten, Allah korkusundan, O'na ve Resulüne itaatten,
gizli-açık infak etmekten, faiz düzenine karşılık
üstün yardımlaşma düzeninden, öfkeyi yenmekten,
insanları affetmekten toplum içinde iyiliği yaymaktan,
günahlardan istiğfar edip, Allah'a dönmekten ve hatalarda
ısrar etmemekten açılmaktadır.