İSLÂM ÜMMETİ
110- Siz insanlar için ortaya çıkarılmış
en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten
sakındırır ve Allah'a inanırsınız.
111- Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler.
Eğer sizinle savaşa girişirlerse arkaya dönüp
kaçarlar, sonra onlara yardım eden de bulunmaz.
112- Nerede olsalar, onlara aşağılık
damgası vurulmuştur. Yalnız, Allah'ın ipine ve
insanlar ile yaptıkları antlaşmalara
bağlı kalanlar müstesna. Onlar Allah'ın
gazabına uğradılar, alınlarına
perişanlık damgası vuruldu. Bu, onların
Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve sebepsiz yere
peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Çünkü onlar Allah `a
başkaldırmış ve ölçüleri çiğnemişlerdir.
113- Ama onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinin içinde
geceleri ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyan ve secdeye
kapanan bir kesim vardır.
114- Bunlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar,
iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar,
hayırlı işlere koşarlar. Onlar iyi
kullardandırla
r.
115- Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız
kalmayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah
takvalıların kimler olduğunu bilir.
116- Kafirlere gelince, ne malları ve ne de evlatları
kendilerine Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Onlar Cehennemliktirler, orada sürekli olarak kalacaklardır.
117- Onların bu dünya hayatındaki maddi
harcamaları, kendilerine zulmetmiş kimselerin
tarlası üzerinden eserek bu tarlanın ekinini mahveden
dondurucu rüzgara benzer. Allah onlara zulmetmiş
değildir, tersine onlar kendi kendilerine
zulmetmişlerdir.
Bu bölümdeki ilk ayetler, müslüman cemaati
şereflendirerek makamlarım yükseltip başka hiçbir
topluluğun erişemeyeceği özel bir konuma getirmesi
yanında onların omuzlarına yeryüzünde ayrı
bir görevde yüklemektedir. "Siz insanlar için ortaya çıkarılmış
en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülükten
sakındırırsınız. Ve Allah'a
inanırsınız..."
Ayette geçen ve meçhul sigasından gelen "çıkarılmış"
kelimesi ile ifade edilen deyim dikkat çekici bir tabirdir. Bu
ifade nerede ise, bu ümmeti gayb karanlıklarından
çekip çıkaran ve ötesini Allah'tan başka kimsenin
bilmediği sonsuz perdenin ötesinden açığa
doğru iten ve herşeyin planlayıcısı latif
bir eli işaret ediyor. Bu kelime, kendine özgü bir rolü,
bir makamı ve bir hesabı olan bu ümmeti varlık
sahnesine çıkaran, gidişi gizli ve deprenişi latif
bir hareketi tasvir ediyor.
"Siz insanlar için ortaya çıkarılmış
en bayırlı ümmetsiniz.
Bu müslüman cemaatin, kendi gerçeğini ve değerini
bilmeleri için idrak etmeleri gereken şey budur... Aynı
zaman bu cemaat öncü ve önder olarak çıkarılmıştır.
Yüce Allah, yeryüzü önderliğinin, iyiliğin emrinde
olmasını diler, kötülüğün değil. Bu yüzden
müslüman ümmetin kendi dışındaki cahiliyyeye
mensup milletlere herhangi bir konuda başvurması,
konumuna uygun bir davranış değildir. Ancak
diğer milletler müslümanın akidesine
başvurabilirler. Bunlar aynı zamanda yanlarında var
olan İslâm'daki sağlam inanç, düşünce sistemi,
ahlâk, marifet ve ilim gibi şeylerden yararlanabilirler. Bu
yararlandırma müslümana, bulunduğu konumun ve
varlık gayesinin yüklediği bir görevdir. Onun görevi
sürekli önde bulunmak ve daima önderlik makamında
olmaktır. Bu makamda bulunabilmek için bazı gerekler
vardır. Öncelikle iddia ile verilmez, aynı zamanda,
ehil olunmadıkça da teslim edilmez. Müslüman cemaat ise
gerek itikadi düşüncesi gerekse sosyal düzeniyle bu makama
layıktır. Ancak bu görevini sürdürebilmesi ve
hilâfet görevinin hakkını verebilmesi için ilmi
ilerleme ve yeryüzünün imarı konusunda da ehil
olmalıdır. Bu ümmetin, doğrultusunda hareket
ettiği ilahi metod, ondan çok şey istemektedir.
Eğer müslüman ona uyup icaplarını yerine
getirerek gereklerini ve yükümlülüklerini idrak ederse bu
inanç müslüman cemaati her alanda ileriye götürmektedir.
Bu konumun başta gelen gereklerinden biri; beşer
hayatının şer ve fesattan korunması ile
iyiliği emr ve kötülüğü nehy görevini yerine
getirebilmesi için, kendisine özgü bir kuvvetinin bulunmasıdır.
Evet, bu ümmet insanlar için çıkarılmış en
hayırlı bir ümmetdir. Bu özellik güzel davranmaktan
ve sevmekten kaynaklanmadığı gibi tesadüf eseri
verilmiş herhangi bir değeri olmayan birşey de
değildir. Aynı zamanda "Biz Allah'ın çocukları
ve sevenleriyiz" diyen ehl-i kitabın dediği gibi
özellikleri ve yücelikleri dağıtmak ta değildir.
Asla. Yüce Allah bütün bunlardan münezzehtir. Bu din, iyilik
ve kötülüğün sınırlarını belirleyen,
imanla beraber beşer hayatını, kötülükten
koruyup iyilik üzere ikame etmek için uygun bir pratiktir.
"
...İyiliği emreder
kötülükten sakındırırsınız. Ve Allah'a
inanırsınız."
Bu, hayırlı ümmetin, yükümlülükleri ve bu
yükümlülüklerin ötesindeki zorluklar ve yolundaki dikenlerle
beraber yükselmesidir. Bu, kötülüğe saldırıp,
iyiliği teşvik etmek ve toplumu fesat etkenlerinden
korumaktır. Bütün bunlar zor ve meşakkatli işler
olmakla beraber salih bir toplum kurmak, korumak ve yüce Allah'ın
dilediği hayat tarzını gerçekleştirmek için
zaruridir.
Şüphesiz, değerler için sağlıklı bir
ölçü koymak ve iyilikle kötülüğe
sağlıklı bir tanım getirmek için Allah'a iman
gereklidir. Ayrıca bu konuda toplumun uyum içinde olması
da yeterli değildir. Çünkü fesat o derece yaygınlaşır
ki, ölçüleri bozup toplumu yanıltabilir. O halde hayr,
şerr, üstünlük, alçaklık, iyilik ve kötülük hakkında
insanlardan herhangi bir neslin üzerinde ittifak ettiği
kuralın dışında, bir temele dayanan
değişmez bir ölçüye dönmek kaçınılmazdır.
İman insanın kendisine varlık ve yaratanıyla
olan ilişkileri konusu ile varlığının
gayesi ve bu evrendeki gerçek konumu hakkında
sağlıklı bir düşünce yerleştirmekle bu
ölçüyü gerçekleştirir. İşte bu genel
ölçüden ahlaki kurallar doğar... Çünkü, Allah'ın
rızasını celbetmek ve O'nun gazabından
sakınmak duygusu insanı bu kuralları gerçekleştirmeye
sevkeder. Aynı şekilde Allah'ın vicdanlar
üzerindeki egemenliği ve O'nun şeriatının
toplum üzerindeki hakimiyeti bu kuralları koruma düşüncesini
güçlendirir. Sonra, iyiliği emredip kötülükten
nehyederek hayra çağıranların bu meşakkatli
yolda yürümeleri ve zorluklara güç yetirebilmeleri için
kuvvetli bir imana sahip olmaları kaçınılmazdır.
Çünkü, bütün dehşet ve azametiyle kötülüğün tağutu,
bütün edepsizliği ve şiddetiyle şehvetin
tağutu ve habis ruhların alçaklığı,
gayretlerin isteksizliği ve arzuların
ağırlığıyla
karşılaşacaklardır. Bunlara
karşılık azıkları sadece imandır. Bütün
cephaneleri imandır ve destekleri yalnızca
Allah'tır. Çünkü iman azığından başka
bütün azıklar tükenir, iman cephanesinden başka bütün
cephaneler patlar ve Allah'ın desteğinden başka bütün
destekler yıkılır.
Surenin akışı içinde gördük ki, müslüman
cemaate, kendi içinde hayra çağıran iyiliği
emredip kötülüğü nehyeden bir grup oluşturmaları
görevi veriliyor. Burada ise yüce Allah müslümanların tümünü
insanlık cemiyetinde tanınmalarını
sağlayan bu yüce esasları
yaygınlaştırmadıkları sürece gerçek
anlamda varolamayacaklarını anlamasını
sağlamak için bu sıfatlarla nitelendiriyor. Ortada iki
durum var. Ya Allah'a imanla beraber hayra çağırıp,
iyiliği emr ve kötülüğü nehyedecekler ki, ancak bu
durumda gerçek anlamda varlıkları söz konusu olabilir
ve müslüman ismini hakkedebilirler. Ya da bunlardan hiçbirini
yerine getirmeyecekler ve bu durumda da varlıkları söz
konusu olamayacağı gibi müslüman sıfatına da
lâyık olmayacaklardır.
Kur'an-ı kerimin birçok yerinde bu hakikat yerleştirilir.
Ayrıca aşağıda bazısını
aktaracağımız Resulullah'ın birçok sahih emir
ve direktifleri mevcuttur:
"Ebu Said el-Hudri'den, Resulullah'ın şöyle
dediğini işittim: "Sizden biriniz bir kötülük
görürse onu eliyle değiştirsin, şayet buna gücü
yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse
kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en
zayıfıdır." (Müslim)
İbn-i Mes'ud, Resulullah'ın şöyle buyurduğunu
rivayet eder: "İsrailoğulları günaha dalınca
alimleri onları nehyettiler; fakat, onlar dinlemediler.
Alimler de onlarla düşüp kalktılar ve yiyip içtiler.
Allah da bazısının kalbini bazısına
çarptı. Davut'un, Süleyman'ın ve Meryem oğlu
İsa'nın dilinden onlara lanet etti. -Sonra Resulullah
oturup şöyle dedi-: `Hayır. Nefsim elinde olana yemin
ederim ki; siz onları hakka döndürünceye kadar uğraşırsınız'
Yani şefkat gösteri çevirirsiniz." (Ebu Davud ve
Tirmizi)
Huzeyfe (R.A.)nin rivayetine göre Resulullah şöyle
buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki ya iyiliği
emreder, kötülüğü nehyedersiniz ya da Allah üzerinize
azabını gönderir de dua edersiniz ama duanızı
kabul etmez." (Tirmizi)
İrs İbni Umeyr el-Kindi'den, Resulullah şöyle
buyurdu: "Yeryüzünde hata işlendiğini görüp de
nehyedenler onu görmemiş gibidirler. Görmeyip de rıza
gösterenler görmüş gibidirler." (
Ebu
Davud)
Ebu Said el-Hudri'den Resulullah şöyle buyurdu: "Cihadın
en büyüğü zalim sultan karşısında söylenen
adalet sözüdür." (
Ebu Davud,
Tirmizi)
Cabir b. Abdullah Resulullah'tan şöyle rivayet eder:
"Şehidlerin efendisi Hamza'dır. Birde zalim sultana
karşı emir ve nehiyleri tebliğ ederek öldürülen
kişidir." (Müstedrek Lil-Hâkim.)
Bunlardan başka daha birçok hadis... Hepsi de müslüman
toplumda bu özelliğin temel oluşunu ve
gerekliliğini yerleştiriyor. Ayrıca Kur'an
ayetlerinin yanında bu hadisler, değerini ve hakikatini
bilemediğimiz geniş ve planlı bir eğitim ve yöneltmenin
unsurlarını içermektedir.
Şimdi de bu bölümdeki diğer ayetlerin açıklamalarına
dönüyoruz.
"Eğer ehl-i kitap ta iman etseydi kendileri için
daha hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır
ama çoğunluğu fasıktır."
Bu ifade ehl-i kitabın imana gelmesi için bir teşviktir.
Çünkü, iman etmeleri onlar için hayırlı
olacaktır. Dünyada, onların birleşmelerine engel
olan itikadi düşüncelerinden kaynaklanan ayrılık
ve zayıflıktan kurtulmaları bakımından
hayırlıdır. Çünkü itikadî düşünceleri,
hayat için bir sosyal düzenin kuralları olmaktan
uzaktır. Bu yüzden sosyal düzenlerini bir temele dayandıramadılar.
Varlık, insan varlığı, sosyal düzen, insanın
evrendeki konumu ve amacı hakkında eksiksiz bir yoruma
dayanmayan her sosyal düzen aksak ve boşlukta kalmaya mahkum
olur. Ayrıca İslâm'a iman, onları ahirette mümin
olmayanları bekleyen sonuçtan kurtarması
bakımından da hayırlıdır.
Sonra ayet, onlardan salih olanların hakkını
teslim ederek durumlarını açıklamaktadır:
"Onlardan, iman edenler vardır ama, çoğunluğu
fasıktır."
Aralarında, Abdullah b. Selâm, Esed b. Ubeyd, Sa'lebe b.
Şa'be ve Ka'b b. Malik bulunan ehl-i kitaptan bir topluluk
iman etmiş ve müslümanlıkları güzel karşılanmıştı.
Burada ayet-i kerime onlara kısaca değinmektedir. (Daha
sonraki ayette tafsilatlı değinilecektir). Çoğunluğu
ise, Allah'ın, "Herbirinin kendisinden sonra gelen
kardeşine iman etmesi ve yardım etmesi" yönünden
nebilerle yaptığı misaka bağlı bulunmamak
suretiyle Allah'ın dininden sapmışlardır.
Ayrıca İsrailoğulları dışında
bir Resul göndermesinden dolayı O'nun iradesine teslim
olmaktan, bu Resule uyup itaat etmekten ve Allah'ın bütün
insanlar için irade buyurduğu kanunlarıyla yönetilmekten
yüz çevirmelerinden dolayı da Allah'ın dininden
sapmışlardır.
Medine'de bazı müslümanlarla yahudiler arasında çeşitli
alanlarda birtakım ilişkiler olduğundan o güne
kadar da askerî ve ekonomik bakımından yahudilerin,
zahiri bir kuvvetleri bulunduğunda bazı müslümanlarca
yahudilerin bu durumu hesaba katılıyordu. Kur'an-ı
Kerim, bu fasıkların müslüman ruhlar üzerindeki
etkilerini azaltmak için küfürlerini, günahlarını,
isyanlarını ve ayrılığa düşüp
bölük pörçük olmalarını dile getiriyor. Devamla
Kur'an,Allah'ın üzerlerine alçaklık ve miskinlik
damgası vurması yüzünden, içinde bulundukları
zayıflıklarını açıklıyor. "Onlar
eziyetten başka zarar veremezler. Eğer sizinle
savaşa giriş5rlerse arkaya dönüp kaçarlar sonra
onlara yardım eden de bulunmaz."
"Nerede olsalar, onlara aşağılık
damgası vurulmuştur. Yalnız Allah'ın ipine ve
insanlar ile yaptıkları anlaşmalara bağlı
kalanları müstesna. Onlar Allah'ın gazabına
uğradılar, alınlarına perişanlık
damgası vuruldu. Bu, onların Allah'ın ayetlerini
inkar etmeleri ve sebepsiz yere peygamberleri öldürmeleri
yüzündendir. Çünkü onlar Allah'a başkaldırmış
ve ölçüleri çiğnemişlerdir."
Bununla yüce Allah, müminlere zafer ve sonuçta da selâmet
vaad ediyor. Dinlerine ve Rabblerine emin olarak bağlandıkları
sürece kâfirlerin düşmanlıklarından
korkmamalarını açıkca ifade ediyor.
"Onlar size eziyetten başka zarar veremezler.
Eğer sizinle savaşa girişirlerse arkaya dönüp
kaçarlar."
Dâvânın esasını etkileyecek kadar köklü ve
derin bir zarar veremeyecekleri gibi, müslüman cemaatin yapısına
da etkili olup onu yeryüzünden silemezler. Sadece çarpışmadan
kaynaklanan bir eza ve günlerin geçmesiyle unutulacak bir acı
dokundurabilirler. Ancak müslümanlarla savaşa
tutuştuklarında yenilmeye mahkûmdurlar. Ve neticede
zafer müminlerin olacaktır, onların değil.
Ayrıca, onlara yardım edecek ve onları müminlere
karşı koruyacak kimse de bulunmaz. Bunun sebebi,
"Alınlarına
perişanlık damgası vurulmuş" olması
ve sonuçlarının belirlenmiş olmasıdır.
Yeryüzünün her tarafında zelil durumdadırlar.
Allah'ın ve müminlerin zimmetine girmekten başka hiçbir
şey onları koruyamaz. Müslümanların zimmetine
girdikleri zaman kanları ve mallarını haksız
yere heder olmaktan kurtardıkları gibi güven ve huzur
ortamı da bulurlar-. Yahudiler, o zamandan beri müslümanların
zimmetine girmeleri dışında hiçbir yerde rahat
yüzü göremediler. Buna rağmen, yeryüzünde hiç kimse
müslümana düşmanlıkda yahudileri
geçememiştir. "Allah'ın gazabına
uğradılar..." Sanki -kendilerine ceza olarak
verilen- göçten döndükleri zaman bu gazabı
taşıyorlardı. "Alınlarına
perişanlık damgası vuruldu." Bu perişanlık,
vicdanlarında yaşamakta ve duygularında yer
etmektedir.
Bütün bu olaylar bu ayetin nüzulünden sonra meydana gelmiştir.
Müslümanlarla ehl-i kitap arasında meydana gelen her çarpışmada,
dinlerini korudukları, akidelerine
sarıldıkları ve Allah'ın metodunu
hayatlarında uyguladıkları sürece, zafer
müslümanların olmuştur. Düşmanları ise,
yenilmiş, horlanmış, ya dinini terk etmiş ya
da müslümanların zimmetine girmişlerdir.
Burada Kur'an-ı kerim yahudilerin bu kaderlerinin,
dindarlık iddiasında bulunan her topluluğa
genelleştirecek sebebini açıklıyor, isyan ve
taşkınlık...
"...Bu, onların Allah'ın ayetlerini inkar
etmeleri ve Peygamberleri sebepsiz yere öldürmeleri
yüzündendir. Çünkü onlar Allah'a başkaldırmış
ve ölçüleri çiğnemişlerdir."
Gerek kökten inkar etmek, gerekse hükmüne başvurmayıp
pratik hayatta uygulamamak suretiyle Allah'ın ayetlerine küfretmek,
Peygamberleri ve surenin bir başka ayetinde
değinildiği gibi insanlardan adaleti emredenleri
haksız yere öldürmek, isyan ve taşkınlık
Allah'ın gazabına uğramanın, yenilginin alçaklık
ve miskinliğin sebepleri olan meziyetlerdir. Bu özellikler
bugün yeryüzünün çeşitli yerlerine
dağılmış kendilerine boş yere müslüman
ismi vermiş müslüman kırıntılarının
arasında oldukça yoğundur. Evet, Rabblerine bu
meziyetlerini sunuyorlar. Sonuçta da Allah'ın yahudilere
yazdığı; yenilgi, alçaklık ve miskinliğe
dûçar oluyorlar. Onlardan: "Müslüman olduğunuz halde
yeryüzünde niçin yeniliyoruz?" diyenler bunu demeden
önce, İslâm nedir? Müslüman kimdir? Bunları öğrenip
sonra diyeceklerini desinler.
Ayet-i kerime, ehl-i kitaptan hayırlı bir
azınlığı istisna tutmayı da ihmal
etmeyerek ehl-i kitabın hepsinin bir olmadığı
gerçeğini ifade ediyor. Aralarında Rabbleriyle olan
durumları tıpkı sadık müminlerin durumuna
benzeyen ve Allah'ın yanındaki mükafatları salih müslümanlara
verilen mükafatın aynısı olan müminlerin olduğunu
bildiriyor.
"Ama onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinin içinde
geceleri ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyan ve secdeye
kapanan bir kesim vardır."
"Bunlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar.
İyiliği emredip kötülükten sakındırırlar.
Hayırlı işlere koşarlar. Onlar iyi
kullardandırlar."
"Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız
kalmayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah
takvalıların kimler olduğunu bilir."
Bu, ehl-i kitaptan iman edenlerin parlak bïr manzarasıdır.
Şüphesiz onlar, doğru, köklü, tam ve kapsamlı
bir imanla inanıp, müslümanların safına
katılarak bu dini korumaya özen göstermişlerdi.
Çünkü onlar Allah'a ve ahiret gününe iman etmişlerdi.
İmanî sorumluluklarını yerine getirip
katıldıkları -insanlar içerisinden çıkarılmış
en hayırlı ümmet- müslüman ümmet ismini hak ederek
iyiliği emredip kötülüğü nehyetmişlerdir.
Ruhların tamamen iyiliğe yönelterek onu kendilerine yarıştıkları
bir hedef yapmışlar ve hep beraber iyiliklere
koşmuşlardı. Bundan dolayı da salihlerden
oldukları ve yüce Allah'ın onların muttakîlerden
olduğunu bildiğine işaret edilerek,
haklarının zayi olmayacağına ve ecirlerinin
inkâr edilmeyeceğine dair bu doğru söz varid oluyor.
Bu manzara, nurlu ufuklardaki parlak aydınlığa
özlem duyanların ruhlarında aynı duyguları
canlandırmak için bu yüce şahitliğe ve bu
doğru söze rağbet edenlerin gözleri önüne seriliyor.
Bir yanda bu manzara... Diğer yanda ise, kâfirler. Sağlam
bir hedef ve amaca ulaştırıcı bir yol üzere
değildirler. Bunlar kendilerinde olmadan ne iyilik ne açık
bir düşünce ve ne de idrak edilen ve anlaşılan
bir temelleri de yoktur. Tam ve kapsamlı doğru bir
metoda dayanmayan hayat biçimleri kısa sürekli bir hevanın
egemen olduğu bir eğilimden öteye birşey
olmadığından temelsizdir. Allah'a imandan
kaynaklanan iyiliğin sağlam ve doğru çizgisine bağlanmadıkları
için malları, çocukları ve infak ettikleri şeyler
onlara dünyada hiçbir yarar sağlamayacağı gibi
ahirette de hiçbir şey kazandırmayacaktır.
KÂFİRLERİN HALİ
"Kafirlere gelince ne malları ve ne de evlatları
kendilerine Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Onlar Cehennemliktir orada sürekli olarak kalacaklardır."
"Onların bu dünya hayatındaki maddi
harcamaları, kendilerine zulmetmiş kimselerin
tarlası üzerinden eserek bu tarlanın ekinini mahveden
dondurucu rüzgara benzer. Allah onlara zulmetmiş
değildir, tersine onlar kendi kendilerine
zulmetmişlerdir.."
Böylece bu hakikat, Kur'an'ın güzel üslûbuyla, hareket
ve canlılık dolu bir sahne içinde çiziliyor... Malları
ve çocukları onları Allah'tan
koruyamadığı gibi ateşten kurtulmaları için
de bir bedel olamaz ve onları ateşten kurtaramaz. Onlar
ateş ehlidirler. İyilik yapıyoruz zannıyla
harcadıkları da dahil, mallarından infak
ettiklerinin tümü boşa gitmiştir. Çünkü imana bağlanmayan
ve imandan kaynaklanmayan hiçbir davranış iyilik
değildir. Ancak Kur'an, meseleyi anlatırken bizim gibi
anlatmıyor; O, hayat dolu canlı bir sahne çiziyor...
Birden bire kendimizi ekine hazırlanmış bir
tarla karşısında buluyoruz. Tarla ekilmiştir.
Fakat, o da ne? Bir rüzgar esiyor. Soğuk, dondurucu ve
kavurucu bir rüzgar. Taşıdığı
şiddetli soğukla o tarlayı mahvetmiş bile... Sözün
kendisi bile kızgınlıkla atılmış
gibi, etkileyici sesiyle aynı manayı tasvir ediyor. Ve
biz neler olup bittiğini anlamadan ekinin tamamen kökünün
kuruduğunu, harap olduğunu görüyoruz.
Herşey bir anda olup bitiyor. Helâk ve yokluk bir anda
oluyor. Bir de bakıyoruz ki ekinin tümü etrafa saçılmış
durumda... İşte, görünüşte hayır ve iyilik
için infak ediliyor zannını uyandırıyorsa da
kâfirlerin bu dünyada infak ettiklerinin ve sahip oldukları
mal ve evlat nimetlerinin örneği budur. Hepsi de helak olup
yok olacaktır. Karşılığında ne bir
menfaat ne de bir metâ vardır.
"Allah onlara zulmetmiş değildir. Tersine, onlar
kendi kendilerine zulmetmişlerdir."
Onlar, hayır ve iyiliğin proğramını düzenleyen,
ona köklü, sağlam ve doğru bir çizgi kazandıran,
çizilmiş bir hedefi, anlaşılan bir nedeni ve belli
bir proğramı olan ve hiçbir şeyi geçici
duygulara, kapalı arzulara ve sağlam doğru metoda dönmeyen
başıboşluklar katetmemiş ilahi metodtan sapan
kimselerdir.
Onlar, sapıklığı ve dalaleti seçip Allah
tarafından uzatılmış ipe sarılmaktan kaçınarak
başıboşluğu tercih ettiler. O halde görünürde
iyilik yolunda yaptıkları infaklar da dahil bütün
amelleri boşa gitmiştir. Ekinlerine yokluk isabet
etmiştir. Malları ve çocukları da onları
kurtaramayacaktır. Burada yüce Allah onlara zulmetmiyor,
Allah'ın metoduna bağlanmama ve sapıklığa
düşmelerinden dolayı onlar kendilerine zulmediyorlar.
Böylece ayeti kerime, iman metoduna bağlanmadıkça
ve imandan kaynaklanmadıkça hiçbir çabanın mükafat
ve hiçbir çalışmanın değeri
olmadığı gerçeğini yerleştiriyor. Bu gerçeği
yüce Allah söylüyor ve vicdanlara yerleştiriyor. Bundan
sonra insana konuşmak düşmez. Bu gerçek hakkında
da, hiçbir bilgiye, hidayete ve apaçık bir kitaba
dayanmadan Allah'ın ayetlerini tartışanlardan
başkası ileri geri konuşamaz.
DÜŞMANI DOST EDİNMEK
Ehl-ı kitabın yaşam tarzlarındaki
bozukluğu açıklamak, mücadelelerindeki safsatayı
ortaya çıkarmak, müslümanlar için kötülük
istediklerini ifade etmek ve kendileriyle mücadeleye girişen,
bozulmuş sapıklara hiçbir konuda başvurmaksızın
kendi sorumluluklarını yerine getirmeleri konusunda müslüman
cemaate direktif vermekle başlayan bu dersin ve sureden bu
uzun bölümün sonunda, tabii düşmanlarından dostlar
edinmemeleri ve müslümanlara düşman oldukları halde
sırları ve hayati çıkarları konusunda onlara
güvenmemeleri gerektiğine ilişkin müslüman cemaate
yönelik bir uyarı geliyor. Bu uyarı, her zaman ve her
yerde kanıtlarını bulabileceğimiz tarzda
kapsamlı ve süreklidir. Bunu Kur'an olabildiğince
canlı çiziyor. Ancak, Kur'an ehli bu gerçekten çok uzaktadır.
İşte bu gafletlerinin sonucunda bunca kötülük, bunca
eziyet ve mihnet başlarına geldi ve daha da gelecektir.