Bu İslâm ümmeti, her yönüyle farklı, tek ve açık
olan Allah'ın nizamı üzere yeryüzünde gelişmesini
sürdürmek için gelmiştir. Bu ümmet insan hayatında,
kendisinden başka kimsenin yerine getiremediği özel
rolünü ifa etmek için öncelikle varlığını
Allah'ın hayat için koyduğu metoddan alarak yeryüzünde
O'nun metodunu yerleştirmek ve onun için de nassların;
hareket, amel, prensip, ahlâk, gidişat ve ilişkilere dönüştüğü
gözle görünen pratik bir hayat nizamı şeklinde gerçekleştirmek
için varolmuştur. Bu ümmet her konuda yalnızca Allah'a
başvurmak zorundadır. Beşerden birisine
başvurmaksızın, beşerden birine tabi
olmaksızın ve beşerden birine itaat etmeksizin
yalnızca Allah'a başvurarak beşeriyet önderliğini
yerine getirmelidir. Bunu yapmadıkça, varlığının
hikmetini gerçekleştirmiş, kendi yolunda istikamet
bulmuş ve tamamen farklı, özel ve pratik hayat nizamını
yerleştirerek yeryüzünde bu şekilde parlak ve biricik
gelişmesini tamamlamış sayılmaz.
Evet, ya bu, ya da küfür, sapıklık ve bozulma...
Bu, her münasebette Kur'an'ın te'kit edip
tekrarladığı bir hakikattir. Müslüman cemaat her
fırsatta kendi prensiplerini, düşüncelerini ve ahlâk
kurallarını bu hakikat üzerine bina eder.
İşte burada konu edilen budur; her fırsatta ehl-i
kitapla girişilen mücadele ve onların Medine'deki müslüman
cemaate yönelik tuzak ve komploları. Ancak konu, sadece
Medine'dekilerle sınırlı değildir. Her
nesilden müslümanlara hitabeder. Çünkü hayatlarının
ve varlıklarının temel kuralı budur.
Bu ümmet insanlığa önderlik yapmak için varolmuştur.
O halde, değiştirip Allah'a bağlamak ve
Allah'ın metoduyla kendisine önderlik yapmak için geldiği
cahiliyyeye herhangi bir konuda başvurabilir mi? Veya
önderlik görevinden uzaklaştığı an
varlığının bir önemi kalır mı?
Tabii ki bu durumda varlığının bir hikmeti
olamaz.
Evet, bu ümmet önderlik için varolmuştur. Sağlam
bir düşüncenin, akidenin, bilincin, ahlâkın, düşünce
ve idarenin önderliği... Ancak böylesine sağlıklı
ortamlarda akıllar gelişebilir, kâinatın
sayfalarını açıp tanıyabilir ve
sırlarını çözebilir. Bu durumda, kâinattaki
güçleri, enerji kaynaklarım ve hazinelerini hizmetine
alabilir. Ancak, bütün bunları elde edecek, tümüne egemen
olacak, yıkıp yok etmekle tehdit etmeyip
insanlığın iyiliği için kullanacaktır.
Bu da ancak, bütün bu kaynakları felaketler ve
şehvetler için kullanmayacak bir iman önderliği
sayesinde ve direktiflerini Allah'ın kullarından
değil de bizzat Allah'tan alarak hidayete ermiş müslüman
cemaatin önderliğinde olmakla mümkündür.
İşte burada, bu derste, müslüman ümmet kendisinden
başkasına uymaktan sakındırılarak,
sağlıklı bir ortamın
oluşturulmasının yolu açıklanıyor.
Öncelikle ehl-i kitaba uymamaları, aksi takdirde kendisini
kurtuluşu olmayan küfre sevk edecekleri konusunda uyarılıyorlar:
"Ey müminler, kendilerine kitap verilenlerin bir grubuna
uyarsanız, bunlar sizi iman ettikten sonra döndürüp kâfir
yaparlar."
Ehl-i kitaba itaat etmek, herhangi bir konuda onlara
başvurmak, metodlarını ve sistemlerini iktibas
etmek; Allah'ın metodunun hayata önderlik edip
düzenlemesinin ve gelişme-ilerleme yolunda onunla hareket
edilmesinin yeterliliğinden şüphe etmek anlamına
gelir. Bu durum, öncelikle bir iç yenilgi ve müslüman ümmetin,
varlık nedeni olan önderlik rolünden feragatı
anlamına gelir. Bu da, müslümanların, bizzat idrak
etmedikleri ve yolun tehlikesini sezmedikleri küfrün nefislerde
sessizce depreşmesi demektir.
Bu, konunun müslümanları ilgilendiren kısmı;
diğer tarafta ise, ehl-i kitabın bu ümmeti akidesinden
saptırmak için harcadıkları ve başka hiçbir
konuda göstermedikleri hırsları. Çünkü bu akide
müslüman ümmetin kurtuluş siperi (kayası), savunma
hattı ve içten gelen gücünün kaynağıdır. Düşmanları
bunu çok iyi biliyor. Eskiden olduğu gibi bugün de
biliyorlar. Bu yüzden bütün imkanlarını,
tuzaklarını, hilelerini, kuvvet ve malzemelerini bu
ümmeti akidesinden uzaklaştırma yolunda
kullanıyorlar. Bu akideyle açıktan açığa
savaşamadıkları zaman, desise ve tuzaklara
başvuruyorlar. Tek başlarına savaşmakta zorluk
çektikleri zaman; içten içe bu akideyi karıştırmak,
insanları ona uymaktan alıkoymak, İslâm'ın
metodundan başka metodları, sisteminden başka
sistemleri ve önderliğinden başka önderlikleri süslü
göstermek için, müslümanlıklarını ilân etmiş
münafıklardan ya da korkularından İslâm'a girmiş
olanlardan gönüllü askerler edinirler. Ehl-i kitap,
müslümanlardan bazılarını kendilerini dinleyip,
itaat etmeye istekli olarak gördükleri an, zaman geçirmeden
uykularını kaçıran emelleri uğruna
onları kullanarak böylece kolaylıkla müslüman cemaati
küfür ve sapıklığa sürüklerler.
İşte bu yüzden, bu derece kesin ve korkunç uyarı
geliyor:
"Ey müminler, kendilerine kitap verilenlerin bir grubuna
uyarsanız, bunlar sizi iman ettikten sonra döndürüp kâfir
yaparlar."
Müslüman için hiçbir şey; imandan sonra küfre dönmek,
Cennet'e girdikten sonra ateşe dönmek kadar korkunç olamaz.
Bu, her çağda ve her mekandaki gerçek müslümanların
özelliğidir. Bu nedenledir ki bu ikaz, vicdanları
yakalayan bir alev gibi müslümanları
uyarıcının sesine kulak vermeye sevkediyor. Ayetler,
korkutma ve hatırlatma şeklinde seyrine devam ediyor...
Allah'ın ayetleri kendilerine okunduğu, Allah'ın
Resulü de aralarında olduğu, iman davetçileri hazır
olduğu ve iman davası sürdüğü, küfürle iman
arasındaki yol ayrımına da bu ilahî nur asıldığı
halde iman edenlerin tekrar küfre dönmeleri ne korkunç bir
şeydir:
"Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun
peygamberi aranızdayken nasıl kâfir olabilirsiniz?"
Evet... İman için gerekli bütün şartlar mevcutken
müminin küfre dönmesi büyük bir cürümdür. Her ne kadar
Resulullah vefat etmişse de Allah'ın ayetleri ve O'nun
Resulü'nün hidayete erdiren fiili önderliği bu gün de
vardır. Bizden öncekiler muhatap oldukları gibi biz de
bugün doğrudan doğruya bu Kur'an'la muhatabız.
Kurtuluş yolu açıktır ve kurtuluş
sancağı yükseltilmiştir...
ALLAH'IN İPİNE SARILANLAR
"Kim Allah'a sımsıkı sarılırsa
doğru yola iletilmiş olur."
Evet, Allah'a sarılmak kurtuluştur. Çünkü yüce
Allah bakîdir, daima diri ve yarattıklarının
üzerinde mutlak otorite sahibidir. Resulullah (salât ve selâm
üzerine olsun) ashabıyla birlikte, imanî düşünce,
sosyal düzen ve insan hayatını düzenleyen konularla
ilgisi bulunmayan, ziraat, savaş taktikleri vb. gibi pratik
hayatta daha çok deneye ve bilgi edinmeye bırakılan
konularda görüş bildirme ve tecrübe edinmede son derece hoşgörülü
olmakla beraber, akide ve hayat metodu için başvurulacak
mercî konusunda son derece titizdir. Bu ikisi arasındaki
fark gayet açıktır. Hayat metodu başka şey,
deney ve uygulamaya dayanan pozitif bilimler başka
şeydir. Ancak, Allah'ın metoduyla insanlığa
önderlik etmek için gelen İslâm, aynı zamanda insan
aklını, bilgiye ve hayat metodu dairesinde bütün maddi
buluşlardan yararlanmaya yöneltmektedir.
İmam Ahmet şöyle der: "Bize Abdurrezzak anlattı,
O'na da Süfyan Cabir'den, O da Şa'bî'den, O da Abdullah b.
Sabit'ten şöyle haber verdi: Hz. Ömer, Resulullah'a (salât
ve selâm üzerine olsun) gelerek şöyle dedi: Ya Resulullah,
ben, Beni Kureyza'dan bir yahudi kardeşe Tevrat'tan bazı
parçalar yazmasını söyledim. Görmek ister misiniz?
Bunun üzerine Resulullah'ın rengi değişti.
Abdullah b. Sabit diyor ki: Ya Ömer, Resulullah'ın yüzünü
görmüyor musun? dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer; Rabb olarak
Allah'tan, din olarak İslâm'dan ve Resul olarak Muhammed'den
razıyım, dedi. Bundan dolayı Peygamberimiz
neşelendi ve şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, Musa (selâm üzerine olsun) aranızda
olsaydı ve siz de beni bırakıp ona
uysaydınız şüphesiz sapıtırdınız.
Ümmetlerden benim payıma siz, nebilerden de sizin
payınıza ben düştüm."
Hâfız Ebu Ya'lâ şöyle rivayet eder: Bize Hammad
Şa'bî'den O da Cabir'den şöyle anlattı: Dedi ki,
"Resulullah şöyle buyurdu: Ehl-i kitaptan birşey
sormayın. Onlar sapık olduklarından sizi
doğruya iletemezler. Bu durumda siz ya batılı
doğrulayacaksınız ya da gerçeği
yalanlayacaksınız. Allah'a yemin ederim ki şayet
Musa aranızda sağ olsaydı bana uymaktan başka
birşey yapamazdı." Başka hadislerde de şöyle
dediği rivayet edilir: "Musa ve İsa (selâm
üzerlerine olsun) sağ olsalardı bana uymaktan
başka seçenekleri olmazdı."
İşte (onlar) ehl-i kitap ve işte
Resulullah'ın inanç, düşünce, şeriat ve metodla
ilgili bir konuda onlara başvurma hususundaki
tavırları. Bununla beraber, İslâm'ın ruhuna
ve hedefine uygun olduğu sürece, imanî metoda bağlı
kalındığı, bilinç açısından, yüce
Allah'ın bunları insanoğlunun hizmetine
verdiği idrak edildiği müddetçe, amacı
bakımından da insanlığın iyiliği, güvenliği
ve refahı uğruna kullanıldığı, bilgi
ve kâinattaki güç ve enerji kaynaklarını hizmetlerine
verdiği için yüce Allah'a kulluk yapmak ve bu bilgiyi
insanlığın iyiliğine kullanmak suretiyle
şükredildiği müddetçe inanç, düşünce,
şeriat ve metod gibi konuların dışında,
teorik ve pratik olarak pozitif bilimler gibi bütün insanlığın
her türlü çabasından yararlanmanın herhangi bir
sakıncası yoktur...
HALİMİZ
Ancak, imanî düşünce, varlığın yorumu,
insan varlığının gayesi, hayat düzeni ve
yasaları, ahlâk ve gidişat metodu gibi konularda
insanlara başvurmak... Evet, Resulullah'ın rengini
değiştiren ve yüce Allah'ın müslüman ümmeti
sonucundan sakındırmasına sebep olan bu
konuların en basitinde bile onlara başvurmaktır. Bu
da apaçık küfürdür.
İşte yüce Allah'ın müslüman ümmete yönelik
direktifleri. Ve işte O'nun yüce Resulünün pratik önderliği...
Ancak kendi kendini müslüman zanneden bizler, bütün
samimiyetimizle Kur'an ve hadis anlayışımızı
müsteşriklerden ya da talebelerinden alıyoruz. Bir de
bakıyoruz ki varlık ve hayat hakkında felsefemizi
ya da düşüncelerimizi şundan bundan veya Yunan, Roma,
Avrupa ve Amerikan felsefe ve filozoflarından
almışız. Ya da hayat düzenimiz, yasalarımız
ve kanunlarımız o kaynaklardan gelme. Bakıyorsunuz
ki, tavırlarımız,
davranışlarımız ve ahlâkımız
İslâm ruhundan soyutlanmış ve madde
uygarlığının zirvesi bu kokuşmuş
bataklıktan alınma... (Hangi dinden söz ediyoruz?)..
Sonra da -vallahi aynen böyle- kendimizi müslüman zannediyoruz.
Bu zannın günahı açık küfürden daha ağırdır.
Çünkü biz, müslümanlık iddiasında bulunmayanın
yaptığından daha fazla bu dini zayıflatıp
ona kötü örnek oluyoruz.
İslâm bir hayat metodudur. Gerek itikadi düşünce
açısından, gerek hayattaki bütün ilişkileri düzenleyen
kanunlar açısından ve gerekse siyasî, ekonomik ve
toplumsal ilişkilerin dayandığı ahlâki
kurallar açısından kendine özgü belirgin özellikleri
bulunan bir metoddur. Ve bu metod insanlığa önderlik
için gelmiştir. O halde insanlığa önderlik
yapabilmesi için bu metodu hayatında tatbik eden bir
kitlenin varlığı kaçınılmazdır.
Daha önce söylediğimiz gibi bu kitlenin, herhangi bir
konuda kendi hayat metodundan başkasına
başvurması önderliğin tabiatıyla çelişmektedir.
Geldiği gün insanlığın iyiliği için
gelmiştir bu metod. Aynı şekilde bugün, yarın
bu metodun hükmetmesi için çaba sarfeden davetçiler de insanlığın
iyiliğini istemektedir. Fakat durum bugün daha bir önem
arzetmektedir. İnsanlık bugün bu sapık düzen ve
metodların elinden çekeceğini çekmiştir.
İnsanlığın hayatında yüklendiği rolü
yerine getirmesi ve bir kez daha insanlığı
kurtarabilmesi için bütün özelliklerini koruması gereken
İlâhi metoddan başka bir kurtarıcı yoktur.
Şüphesiz insanlık, varlık alemindeki güçleri
hizmetine sokmak için girdiği mücadeleden büyük başarılar
kazanmış, sanayii ve tıp alanında geçmişe
göre olağanüstü sayılacak aşamaları gerçekleştirmiş
ve bu gidişle de birçok mesafe elde edebileceği
kesindir. Ancak, bütün bunlar onun hayatına nasıl bir
etkide bulundular? Ruhsal hayatı üzerindeki etkisi ne oldu?
Acaba mutluluğu bulabildi mi?... İnsanoğlu tatmin
olabildi mi?.. Barış sağlandı mı?.. Bütün
bunlara verilecek cevap: Kesinlikle hayırlıdır.
Bula bula bataklık, sıkıntı, korku, sinirsel
ve ruhsal hastalıklar, parçalanmışlık ve
korkunç boyutlara varmış geniş bir suç ortamı
buldu insanlık... Nitekim, insan
varlığının gayesi ve insan hayatının
hedefine ilişkin düşünce alanında da herhangi bir
ilerleme sağlanamamıştır. Çağdaş
uygar insanın zihnindeki insan varlığının
gayesi ve insan hayatının hedefi ile ilgili oluşan
düşünce ile İslâm düşüncesi arasında bu yönde
bir karşılaştırılma
yapıldığında; çağdaş
uygarlığın son derece bayağı olduğu
görülecektir. İnsanın kendisi ve varlık
alemindeki konumu hakkındaki düşüncesinin mel'un bir
şekilde alçaldığı, değerleri ve
istekleri noktasından da gittikçe küçüldüğü
gözlemlenecektir. Binaenaleyh manevi boşluk
insanlığın bitkin kalbini kemirmekte ve
şaşkınlık yorgun ruhunu tehdit etmektedir. Çağdaş
insan Allah'ı bulamadığı gibi birçok faktör
de onun gittikçe Allah'tan uzaklaşmasına neden
olmaktadır. Özellikle Allah'ın metodu
doğrultusunda kullanıldığı sürece, elde
ettiği her başarı, insanı daha çok Allah'a
yaklaştırması gereken bilim bile, ruhunun sönüp
dejenere olması nedeniyle insanı gittikçe Allah'tan
uzaklaştıran bir hale gelmiştir. Bu yüzden insanlık,
Allah'ın kendisine verip birçok yetenekler bahşettiği
bilim aracılığıyla kendi
varlığı hakikatinin amacını ortaya çıkaracak
nuru bulamadığı gibi, kendi hareketleriyle
kainattaki hareketleri, kendi fıtratlarıyla kâinattaki
fıtratı ve kendisine hükmeden kanunlarla kâinatta
yürürlükte olan tabiat kanunları arasında bir
uygunluk oluşturacak metod da bulamamıştır.
Aynı zamanda, güçleri ve enerjisi, ahireti ve dünyası,
bireyi ve toplumu, görevleri ve hakları arasındaki
ilişkiyi doğal kapsamlı ve kuşatıcı
bir uygarlıkla düzenleyecek sistemde bulmuş
değildir.
İşte bu durumda olan insanlığı,
bazı insanlar Allah'ın doğru yola ileten metodundan
yoksun bırakmaya çalışarak; bu metodu anlamaya
çalışmayı, geçmiş bir tarihî döneme özlem
olarak değiştirip "gericilik" diye
isimlendiriliyorlar. Böylece onlar cahilliklerinin veya kötü
niyetlerinin ürünü bu davranışlarıyla
insanlığı, gelişme ve ilerlemeye sevkedecek,
barış ve huzur ortamına götürecek biricik hayat
metoduna sahip olmaktan yoksun bırakıyorlar. Ancak bu
hayat metoduna inanan bizler, neye çağırdığımızı
çok iyi biliyoruz. Bizler insanlığın içinde
bulunduğu kötü durumu görüyor ve içinde yüzdüğü
kokuşmuş bataklığın iğrenç kokusunu
duyuyoruz. Evet, görüyorsunuz... Şuracıkta,
kızgın çölde bitkin düşenler için yüce
ufuklarda açılan kurtuluş sancağını ve
bu çirkef bataklıkta boğulanlar için beliren parlak ve
temiz yücelikleri fark ediyorsunuz. Aynı zamanda, şayet
insanlığa önderlik bu ilahî metoda devredilmezse
insanlığın bütün tarihi ve değerleriyle
korkunç bir uçuruma doğru yuvarlandığına da
şahid olunacaktır.
Bu yolda atılacak ilk adım, yüce Allah'ın
tekrar insanlığa önderlik yapmasına izin verene
kadar, bu metodun temiz ve sağlam kalması için diğer
metodlardan ayrılıp ortaya çıkmasıdır.
Bu hayat metoduna inananların da çevrelerindeki cahiliyye
belasına hiçbir konuda yönelip başvurmamaları
gerekir. Yüce Allah kullarını, şurada burada
cahiliyyeye çağıran insanlık düşmanlarının
eline bırakmayacak kadar merhametlidir. İşte yüce
Allah'ın Kur'ana Kerim'inde müslüman cemaate telkin etmeye
irade buyurduğu ve Hz. Peygamberin de sağlam öğretisiyle
öğretmeye özen gösterdiği hakikat budur.