Mallar ve çocuklar; savunma ve korunma vasıtaları
olarak kabul edilir. Yalnız, geleceğinden şüphe
edilmeyen ahiret gününde ikisi de hiçbir işe
yaramayacaktır. Çünkü Allah'ın verdiği sözde
dönüş olmaz. Ve onları o günde; "Ateşin
yakıtıdırlar".. "İnsanın"
tüm özelliklerini, ve üstünlüklerini söküp alan ve onları
odun, kütük ve benzeri varlıklar şeklinde tasvir eden
şu ifade ile "Ateşin yakıtı".
Hayır, hayır! Mallar, çocuklar ile şan-şöhret
ve otorite dünyada bile fazla bir işe yaramaz:
"Tıpkı Firavunoğulları ile daha
öncekilerin durumu gibi. Onlar ayetlerimizi yalanladılar.
Allah da günahları yüzünden onların yakalarına
yapıştı. Hiç kuşkusuz Allah'ın
azabı ağırdır."
Bu, tarihte sık sık tekrarlanan ve Allah'ın bu
kitabında detaylı olarak dile getirdiği olaylardan
bir misaldir. Ayetlerini yalanlayanlara karşı
Allah'ın murad ettiği şekilde takdirini gerçekleştirdiğinin
ifadesidir bu olay... Allah bu yasayı dilediği
şekilde yürürlüğe koymaktadır. Öyle ise, Allah'ın
ayetlerini yalanlayan için ne bir güvence ne de bir kefaletten
söz edilebilir.
Şu halde, Hz. Muhammed'in davetini (salât ve selâm
üzerine olsun) ve O'na Hakk ile inmekte olan Kitab'ın
ayetlerini inkâr edip yalanlayanlar, hem dünyada hem de ahirette
bu acı sona uğratılacaklardır.
Bu nedenle aşağıdaki ayetler peygamberimize (salât
ve selâm üzerine olsun) her iki dünyada da kendilerini kuşatacak
olan bu acı sondan onları
sakındırmasını istemektedir. Ayrıca
yalanlama ve bunun sonucu olarak katı biçimde cezalandırılmanın
Firavun ve ondan önceki örneklerini unutmuşlardır diye
yakında meydana gelen Bedir gününü onlara örnek
göstermesini telkin etmektedir:
ifadesi de müslümanları
kastetmiş olabilir. Buna göre anlamı şöyle olur;
"Kâfirler o kadar kalabalık olmalarına rağmen,
bir avuç müslümanı "kendilerinin iki katı"
olarak görüyorlardı... Bu da Allah'ın bir
planıydı, Allah, müşriklere müslümanları
çok, kendilerini az göstermişti. Böylece kalpleri sarsılmış,
ayakları kaymıştı.
2- Ya da bunun tam tersi olmuştu... Buna göre anlamı
şöyle olur: Müslümanlar -müşrikler kendilerinin üç
katı olduğu halde- müşrikleri kendilerinin "iki
katı" olarak görmelerine rağmen direnmiş ve
onlara karşı üstün gelmişlerdi.
Burada önemli olan, zaferin Allah'ın desteğine ve
takdirine havale edilmesidir... Bunda kâfirleri bir tehdit ve
kendi haliyle başbaşa bırakma söz konusu olduğu
gibi, inananlara bir destek, onların düşmanlarını
küçümseme ve onlardan korkmamalarını sağlama da
yer almaktadır... Durum -surenin girişinde
belirttiğimiz gibi- hem bunu hem de onu gerektiriyordu...
Kur'an burada da orada da işliyordu...
Kur'an, büyük hakikati ve bu hakikate benzer içeriğiyle
bugün de işlemektedir... İnkâr edenlerin,
yalanlayanların ve Allah'ın yolundan sapanların
hezimete uğramasıyla ilgili Allah'ın sözü her
zaman diliminde geçerlidir. -Sayıları az da olsa-mümin
topluluğun zafere ulaşması ile ilgili va'dide her
an geçerlidir. Zaferin Allah'ın dilediği kimseye
bahşedilmesi, Allah'ın desteğine bağlı
kalışı, hükmünün yürürlükten kaldırılması
mümkün olmayan geçerli bir hakikat ve askıya
alınması imkânı olmayan geçerli bir yasadır.
İnanmış topluluğun görevi bu hakikati
gönül huzuru ile kabullenmek, bu verilen söze güven beslemek,
elinden gelen bütün imkânlarını kullanarak ona en güzel
şekilde hazırlanmak, Allah izin verinceye kadar
sabretmek, acele etmemektir. Allah, kendisinin ilim
sıfatında gizli olan ve kullarının
bilemeyeceği hikmetini bir müddet geciktirebilir. Bu durumda
mümin kula düşen görev acele etmemek ve umudunu
yitirmemektir.
"...Bu olayda basiret sahipleri hesabına ibret dersi
vardır."
İbretin tesbit edilmesi ve gönüllerin onu kavrayabilmesi
için görebilen bir göz, düşünebilen bir zekâ
gerekmektedir. Yoksa ibret, gece-gündüz her zaman göz önünde
olsa ne fayda!
İNSAN FITRATI
İslâm cemaatinin eğitilmesi gizli olan fıtrî
duygularla ilgilidir. Bu gizli olan ve doğuştan gelen
duygulara sürekli bir uyanıklık ile hakim
olunmadığı, insanın arzu ve istekleri daha yüce
ufuklara yönelmediği ve bu duygular Allah katından
gelen daha sağlam ve daha iyi ilkelerle temasa geçmediğinde
sapmanın ilk adımı atılmış olur.
Dünya ihtiraslarında, nefislerin arzu ve istekleri ile
doğuştan gelen eğilimlerin etkisinde boğulmak
insanın gönlünü basiretten ve ibret almaktan alıkoyar.
İnsanları somut günübirlik zevklerin dalgaları
arasında boğar. Onların daha yüksek ve daha yüce
hedeflere yönelmelerine engel olur. Böylece duyguları
katılaşan insan yakın, günübirlik zevklerin
ötesine uzanma yeteneğinden yoksun kalır, onlara yükselemez.
Oysa Allah, insanoğlunu yeryüzündeki mahlukat arasından
seçip ona halifelik görevini vermiştir.
-Bununla beraber- söz konusu fıtrî duygular ve istekler
doğuştan gelen tabiî arzular olup hayatın
korunması ve sürdürülmesinde gereklidirler. Yalnız
onları kontrol altına almayı, belli bir düzene
sokmayı, aşırı tahriklerini ve sivriliklerini
frenlemeyi öğütler ki, insan onlara sahip olsun ve onları
gerektiği gibi kullansın, onlar insana egemen olup
istediği tarafa yöneltmesin, insanda yüce hedeflere
yönelme ve daha üstün şeylere talib olma sözünü takviye
etsin. Bu nedenle cemaatin eğitilmesi için bu yönlendirmeyi
üstlenen Kur'an'ın bu ayetleri bir taraftan bu istek ve
duygulara değinirken öbür taraftan ahiretin maddi ve manevi
zevklerinin sayısız lezzetine dikkat çekmektedir. Bu
dünya hayatında kendilerini onùn sevimli zevklerinde boğulmaktan
koruyan ve kendi yüce insanî niteliklerini muhafaza edenler
ancak öbür dünyanın nimetlerinden yararlanabileceklerdir.
Kur'an'ın anlatım gücü yeryüzünün insan nefsine
hoş gelen başlıca şehvetlerini bir tek ayette
toplamaktadır. Kadınlar, çocuklar, üstüste
biriktirilmiş mallar, atlar, verimli topraklar ve hayvanlar
(deve, sığır, koyun...) Bunlar bizzat kendileri ya
da sahiplerine sağladıkları diğer zevkler açısından
yeryüzündeki isteklerin özünü oluşturmaktadır...
Bundan sonra gelen ayette ise, diğer alemdeki başka
zevkler ortaya konmaktadır: Altından ırmaklar akan
Cennetler, el değmemiş eşler ve tüm bunların
ötesinde Allah'ın rızası... Gelecek iki ayetin de
arz ettiği şekilde bunların hepsi, gözlerini
dünya zevklerinin ötesine diken ve gönlünü Allah'a bağlayanlar
içindir: