64- "Allah kafirlere lanet etmiş ve onlar için çılgın
bir ateş hazırlamıştır."
65- "Orada ebedi olarak kalacaklar kendilerini koruyacak
ne bir dost, ne bir yardımcı bulamayacaklardır."
66- "Yüzleri ateşe çevrildiği gün: "Keşke
Allah'a itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik"
derler."
67- "Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize
itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar"
derler."
68- Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük
bir lanetle rahmetinden kov "
Onlar kıyametin ne zaman kopacağını
soruyorlardı. İşte onlara bir kıyamet met
sahnesi:
"Allah kafirlere lanet etmiş ve onlar için çılgın
bir ateş hazırlamıştır." Allah
kafirleri rahmetinden uzaklaştırmıştır,
onlar için kızgın ve alevli bir ateş
hazırlamıştır. Bu ateş,
tutuşturulmuş, hazır durumda bekletiliyor. "Orada
ebedi olarak kalacaklar."
O ateşte uzun bir dönem kalacaklar. Bunun ne kadar
süreceğini Allah'tan başkası bilemez.
Allah'ın bildiği ve dilediği zaman dolmadıkça
bunun sonu da gelmez. Onlar her türlü yardımdan
soyutlanmışlar ve bütün yardımcılardan
yok-sundular. Herhangi bir dostun veya yardımcının
yardımıyla bu kızgın alevden kurtulma
ümitleri de kalmamıştır:
"Ne bir dost ne de bir yardımcı
bulamayacaklardır."
Onların ateşteki durumlarını yansıtan
sahne ise, iç karartıcı ve acı bir sahnedir:
"Yüzleri ateşe çevrildiği gün."
Ateş etraflarını sarmıştır
onların. Olayın bu şekilde ifade edilmesi ile
hareketin tasviri ve somutlaştırılması
istenmektedir. Bir yandan da onların içinde bulundukları
azabın
aşağılayıcılığını
iyice belirginleştirmek amacı ile ateşin
onların yüzlerinin her tarafına hırsla
uzandığı anlatılmaktadır.
"Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, peygambere
itaat etseydik" derler.
Bu, boş bir istektir. Hem yersiz hemde kabul olma
imkanı yok. Çünkü iş işten geçmiştir. Bu
sadece geçmişte kaçırılan fırsatlardan
dolayı ahlanmanın, vahlanmanın belirtisidir.
Sonra, dünyadayken kendilerini saptıran önderlerine ve
büyüklerine karşı intikam duygusu uyanıyor içlerinde.
Pişmanlığın, tevbenin işe
yaramadığı bir sırada yalnızca Allah'a dönüp
tevbe ediyorlar.
"Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat
etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar"
derler. "Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük
bir lanetle rahmetinden kov".
İşte kıyamet budur. Peki neyini soruyorlar? Bu
uğursuz akıbete karşı tek kurtarıcı,
o gün için işe yarayacak ameller işlemektir.
Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber efendimizin
Zeynep bint-i Cahş ile evlenmesi, islamın bu fiili
uygulama ile ortadan kaldırmağa çalıştığı
bu cahiliye geleneğine ters düşmesi... Öyle anlaşılıyor
ki Peygamber efendimizin bu evliliği pek kolay ve sakin geçmemiştir.
Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar,
islamın kesin, net ve sade düşüncesini sindirememiş,
kavrayamamış kararsızlar bu evliliği dillerine
dolamışlar. Ağız, burun etmişler,
mırın kırın ederek memnuniyetsizliklerini
belirtmişler, yanlış yorumlar yapmışlar,
karşı çıkmışlar. Gizlice
konuşmuşlar, vesvese çıkarmışlardır.
Büyük sözler etmişlerdir.
Münafıklar ve bozguncular susmak nedir bilmiyorlardı.
Zehirlerini kusmak için her fırsatı ganimet
biliyorlardı. Tıpkı, Ahzap savaşında, Hz.
Aişe'ye atılan iftira olayında, ganimetlerin
paylaşılmasında olduğu gibi. Her münasebette
haksız yere Peygamber efendimizi incitecek
davranışlarda bulunuyorlardı.
Bu sırada -Beni Kureyze kabilesinin bundan önce de diğer
yahudilerin Medine'den uzaklaştırılmalarından
sonra- Medine'de açıktan açığa kafir olan hiç
kimse kalmamıştı. Şehirde
yaşayanların tümü artık müslüman görünüyordu.
Bunların bir kısmı müslümanlığında
samimiydi, diğer bir kısmı ise münafıktı.
İşte bu tür söylentileri yayan, yalanları
ortalıkta dillerine dolayanlar bu münafıklardı.
Bazı mü'minler de onların tuzaklarına düşüyorlardı,
çıkardıkları bazı söylentilere alet
oluyorlardı. Burada Kur'an-ı Kerim,
İsrailoğullarının Hz. Musa'yı incitmeleri
gibi onları Hz. Peygamberi incitmekten
sakındırıyor, ölçmeden, biçmeden gelişi güzel
konuşmaktan sakındırıp doğru
konuşmaya yöneltiyor. Onları Allah'a ve Peygambere
itaat etmeye teşvik edip bu davranışın
ardından kendilerini bekleyen büyük nimeti, lütfu hatırlatıyor: