41- "Ey inananlar Allah'ı çok anın."
42- "ve O'nu sabah akşam tesbih ediniz."
43- "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için üzerinize melekleriyle beraber rahmetini gönderen Allah'tır.
Mü'minlere karşı çok bağışlayıcı,
çok esirgeyici de O'dur."
"Allah'ı anmak" demek, O'na kalpten
bağlanmak, sürekli olarak O'nun gözetimi ve denetimi altında
yaşamaktır. Yoksa kuru kuruya yüce Allah'ın
adını tekrarlayıp durmak değildir. Namaz
kılmak da Allah'ı anmaktır. Hatta elimizdeki
Peygamberimize dayanan bazı açıklamalara göre Allah'ı
anmak, hemen hemen namaz kılmakla eş
anlamlıdır.
Nitekim Ebu Davud'un, Nesei'nin ve İbn-i Mace'nin
Ameş ve Aaz Ebu Müslim kanalları ile sahabilerden Ebu
Said-ül Hudri'ye ve Ebu Hureyre'ye dayandırarak
bildirdiklerine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Eğer bir kişi gece eşini uykudan
uyandırırda iki rekat namaz kılarlarsa o gece ikisi
de Allah`ı çokça anan erkekler ve kadınlar
arasına katılırlar."
Gerçi "Allah'ı anmak" kavramı, namazdan
daha geniş kapsamlıdır. Çünkü bu kavram Rabb'i
anmanın ve O'nunla kalpten ilişki kurmanın her türünü,
her biçimini içerir. Bu anmanın dile dökülmesi ya da
gizli yapılması önemli değildir. Amaç, biçimi ne
olursa olsun, yüce Allah ile canlı, sıcak ve
duygulandırıcı bir ilişki kurmaktır.
İnsan kalbi yüce Allah ile ilişki
kurmadığı, O'nu anmadığı, O'nunla
başbaşa olmadığı anlarda boştur,
ihtirasların oyuncağıdır,
şaşkındır. Fakat yüce Allah'ı
andığı, O'nunla ilişki halinde olduğu
anlarda dolu, ciddi ve kararlı olur; yolunu-yöntemini bilir;
nereden kalkıp nereye gideceğinin,
adımlarını nereye doğru
atacağının bilincinde olur.
Bu yüzden gerek Kur'an-ı Kerim ve gerekse Peygamberimiz
sık sık Allah'ı anmamızı teşvik
ederler. Kur'an "Allah'ı anmak" ile insanın geçirdiği
bazı vakitler ve durumları arasında bağ kurar.
Amaç bu vakitleri ve durumları yüce Allah'ı anmakla
donatmak, yüce Allah ile ilişki halinde olmanın bilinci
ile renklendirmektir; kalbin Allah bilincinden yoksun
kalmaması, O'nu unutmamasıdır. Okuyoruz:
"O'nu sabah-akşam tesbih ediniz."
Özellikle sabah ve akşam vakitleri, kalpleri yüce Allah'ı
anmaya özendirici, duyguları bu amaca yöneltici nitelikte
vakitlerdir. Çünkü bu anlarda somut olarak görülüyor ki,
yüce Allah durumları değiştiriyor,
karanlıkları aydınlıklara ve
aydınlıkları karanlıklara dönüştürüyor;
ama kendisi kalıcı ve süreklidir; ne değişir,
ne başkalaşır, ne halden hale dönüşür ve ne
de kaybolur. Oysa O'nun dışındaki her şey
değişir ve başkalaşır; dönüşüme uğrar
ve yok olur.
Bu ayetlerde yüce Allah'ı anma, O'nu
noksanlıkların her türlüsünden uzak tutma
direktifinin yanı sıra O'nun merhameti, gözetimi, yaratıkları
ile ilgili oluşu, onların iyiliğini isteyişi
de dile getiriliyor. Oysa yüce Allah bu yaratıkların hiç
birine muhtaç değildir, tersine onlar Allah'ın gözetimine
ve lütfuna muhtaç, yoksullardır. Okuyoruz:
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için üzerinize melekleri ile birlikte rahmetini gönderen
Allah'tır. O müminlere karşı çok esirgeyicidir."
Şanı yüce, nimeti bol, bağışı büyük,
lütfu katmerli olan Allah'ı düşünelim. Bütün
bunlara rağmen güçsüz, muhtaç ve ölümcül kullarını
anıyor. O kullar ki, ne güçleri ne hareket insiyatifleri
var; ne kalıcı ve ne de istikrarlıdırlar. Buna
rağmen yüce Allah onları anıyor, onlar ile
ilgileniyor, onlara kendisi rahmet yağdırırken
melekleri onlar adına af diliyor. Onları yüceler
aleminde iyilikle anıyor; O'nun anışı bütün
evrende, tüm varlık aleminde yankılanıyor. Nitekim
Buhari'nin bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle
buyuruyor:
"Yüce Allah buyuruyor ki: Kim beni yalnız
başına anarsa ben de O'nu yalnız başına
anarım. Kim beni bir topluluk içinde anarsa ben de onu
onunkinden daha üstün bir topluluk arasında
anarım."
Akla, idrake sığmaz müthiş bir gerçek karşısındayız.
Yüce Allah, bu yer yuvarlağının üzerinde barındırdığı
bütün canlı-cansız varlıklar ile birlikte o koca
gök cisimleri yanında yok sayılacak kadar küçük bir
zerre olduğunu herkesten iyi bilir. Ayrıca koca koca gök
cisimleri barındırdıkları tüm cansız-canlı
varlıklar ile birlikte O'nun sahibi olduğu varlık bütünün,
bir "ol" buyruğu ile oluveren evren bütününün
sadece bir parçasıdırlar. Ayeti bir kere daha ve düşüne
düşüne okuyalım:
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için üzerinize melekleri ile birlikte rahmetini gönderen
Allah'tır."
Yüce Allah'ın aydınlığı tektir,
yekparedir ve yaygındır. Onun dışında
sayıca çok ve birbirinden farklı karanlıklar
vardır. İnsan yüce Allah'ın bu
aydınlığının dışına çıkınca
sözü geçen karanlıklardan biri ya da hepsi içinde yaşamak
zorunda kalır. İnsanları karanlıklardan
yalnız Allah'ın aydınlığı
kurtarır. Bu aydınlık kalplerinde doğar,
ruhlarına yayılır, onları
fıtratlarına iletir. Bu "fıtrat" evrenin
de varlık-özünü oluşturur. Yüce Allah'ın
insanlara yönelik merhameti ve meleklerin onlar adına af
dilemeleri, onlar için dua etmeleri onları
karanlıklardan çıkararak aydınlığa
erdirir. Yalnız bunun için kalplerinin "iman"a açık
olması gerekir. Çünkü;
"Allah müminlere karşı çok
esirgeyicidir."
İnsanların "çalışma yurdu" olan
dünyadaki durumları budur. "Ödül-ceza yurdu"
olan ahiretteki durumlarına gelince; yüce Allah'ın lütfu
orada da onları yüzüstü bırakmaz. Orada da
kendilerini ağırlanma, saygın karşılama
ve onurlu ödül beklemektedir. Okuyalım: